“Haçlıların en büyük zaferi tarih kitaplarıdır” (Cemil Meriç).

Ayasofya üzerindeki Haçlı hakimiyetini kaldırdık. Sıra ders kitapları üzerindeki Haçlı hakimiyetinde!

Şu Korona günlerinde Sağlık Bakanlığı, Dünya’ya örnek uygulamalar ortaya çıkardı. YÖK, uzaktan eğitim imkânlarını kullandı. İnsiyatifi büyük ölçüde üniversitelere bırakarak aslında kötünün iyisini yaptı.

Milli Eğitim Bakanlığı da uzaktan eğitime başladı. Ancak ödev/sınav– ölçme değerlendirme mecburiyeti olmayınca derslere online katılım çok sınırlı hale geldi. Hangi öğretmen ve okul idarecisine rastlamışsam, uygulamanın yanlışlığına dikkat çekti

Beklediğimiz şey, Milli Eğitim Bakanlığının bu dönemi iyi değerlendirmesi idi. Milyonlarca ilk, orta ve lise öğrencisi derslerini evinde kendi kendine de olsa, ödev ve araştırma yaparak, kitap okuyarak değerlendirebilirdi. Öğretmenler, telefon ve internet imkanları ile öğrencilerle doğrudan yada dolaylı iletişim içine girebilir; öğrenci ders ve ödevlerin, hatta sınavlarını organize ve takip edebilirdi.

Dünya, açık defter kitap, sınavsız eğitimi tartışıyor. Ödev- proje-araştırma ağırlıklı eğitim öne çıkıyor. Sınavda bilgi yerine kazanımları değerlendiren ölçme yöntemleri geliştiriyor. Uzaktan eğitim ve dijital öğrenme imkânlarını eğitimin içine çekmeye çalışıyor.

Milli Eğitim Bakanlığı ise, akıllı tahta ve tablet bilgisayarlar, EBA gibi dijital imkanlar bakımından Üniversitelerin hayli önünde bulunuyor. Peki bu imkanları ne kadar değerlendirebiliyor?

Salgın bize şunu öğretiyor: Bir kriz anında siz eğitiminizi eğer tek bir merkezden götürüyorsanız, bölgelere illere okullara insiyatif bırakmıyorsanız; hulasa müfredat tekeline sahipseniz sorunların altında eziliyorsunuz. Tüm okulların MEB’ bağımlılığı, tek merkezden yönetim çözümsüzlüğün kaynağı olmaktadır.

Bu sohbetimizde resmi okullara ve formal eğitime ihtiyaç var mı? sorusunu gündeme getireceğiz. Salgını fırsat bilerek Milli Eğitim bünyesinde hangi paradigma dönüşümleri yapabilir? ve salgın döneminde eğitim nasıl sürdürebilir? sorularına cevap arayacağız.

-Malum salgınla birlikte ilk tedbirlerden birisi eğitimde alındı. İlk olarak okullar kapatıldı. Ancak kapatılır kapatılmaz eğitim ve öğretimi okuldaki haliyle sürdürmeye çalıştık. Okuldaki eğitim ve öğretimi hızlı bir şekilde eve taşımak istedik. Ölçme değerlendirme, not verme kaldırılınca bu uygulama yürümedi. Öğrenciler derslere rağbet etmedi.

Not ve sınav olmayınca öğrenci derslere iltifat etmiyor. Aslında eğitim bir mana ve ilim ziyafeti değil mi? Ziyafete zoraki gidilmez. Eğitimin ortaya koyduğu bu resim ve tablo neyi ifade ediyor? Eğitimdeki yanlışlığın temelinde ne bulunuyor?

Eğitim Bilimci İrfan Erdoğan hocanın sosyal bir medyada bir yazısı karşıma çıktı. İrfan Erdoğan orada şöyle diyor: “Virüs salgınıyla birlikte hayat durdu adeta. Gezip tozuyorduk bu durdu. Sağda solda yiyip içmelerimiz durdu. Üstümüze başımıza sürekli bir şeyler alıyorduk o durdu. Her sabah toplu taşım araçlarında istiflenmiş vaziyette gidip gelmelerimiz durdu.

Milyonlarca çocuğun ve gencin canhıraş bir şekilde sabah gidip akşam döndükleri okuldaki eğitim öğretim durdu.

Öğretmenlerimizin eksik oldukları varsayımıyla onlara yönelik yapılan konferans seminer türü çalışmalar durdu.

Özü ve içeriği gitttikçe değişen ve anlamsızlaşan kongreler, sempozyumlar, zirveler durdu.

Peki durdu da ne oldu?

Çok mu eksik kaldık?

Çok mu kaybettik?

İster istemez bu sorularla yüzleştik.

Ve görüyoruz ki hayat durduğu kadar devam da ediyor.

Koşuşturmalarımız olmasa dünyanın sonu gelir duygusu yaşıyorduk ama öyle bir şey olmadı. Yaşam devam ediyor.

Yine yiyip içiyoruz, üstelik daha doğal ve organik bir şekilde. İletişimimiz devam ediyor; en fazla da kendi kendimizle daha çok hasbi hal eder olduk.

Çocuklarımızın ve gençlerimizin öğrenmesi durmadı, devam ediyor. Bizim için de öyle. Başkası öğretmiyor ama kendi kendimize daha çok öğreniyoruz. Arkamızdan koşturan yok, ne zaman, nerede, nasıl gibi sorulara maruz kalmadan istediğimiz zaman, istediğimiz şekilde kendi kendimize öğreniyoruz.

Fark ediyoruz ki; şimdiye kadar meğer bir çok şeyi yapmış olmak için yapmışız. Gezmiş olmak için gezmiş, yemiş olmak için yemişiz. Öğrenmiş olmak için öğrenmişiz..

Şu salgın bittiği zaman inşallah kaldığımız yerden eski alışkanlıklarımızla hayatı yaşamaya devam etmeyiz.”

Evet, ben de İrfan hocanınkine benzer düşüncelere sahibim. Eğitim hayatındaki alışkanlıklarımız eskisi gibi olmamalı. Değişmeli.

-“Yapmış olmak için yapmak” ifadesinde biraz duralım isterseniz. Neleri yapmışcasına yapıyoruz?

Okullar açılacak tüm gereksizlikler yeniden başlayacak. Müdahele dehanın önündeki en büyük engeli teşkil eder. Merak ilmin hocası, ihtiyaç terakkinin üstadıdır. Bu gerçeklere uymayan her eğitim faaliyeti mışcasına olur. Öğretilenlerin hayatta karşılığı yoksa, eğitim bir zorunluluk olarak devam ediyorsa çocuk ve gençlerin okullardan memnunluk duymalarını bekleyemeyiz.

Okullar başlayınca gereksiz teknoloji ile, yoğun bir sistemle yine öğrencileri boğacağız. Kendilerini sözde kurtarma hayali ile sürekli bir şeyler yapma yalanları yeniden hayata geçecek. Yine onları bir illizyonun içine iteceğiz. Milli Eğitim yetkilileri müfredatlarına sık sık karışarak yine iş yapmış görünecekler.

Tek merkezden idare ettiğimiz, hiç görüşlerine başvurmadığımız öğretmenlere yine müdahele etmeye, onların ellerini ve kollarını bağlamaya devam edeceğiz.. Biz iyi biliyormuşuz gibi sürekli olarak yapmaları gerekenlerden dem vuracağız ve öğretmenliklerine karışacağız.

Okullar ve eğitimle, sınavlar yolu ile yapılanların anlamsızlığını ve gereksizliğinin öğrenciler pek ala farkında. Bu yüzden büyüklere ve yetkililere güvenleri olağanüstü sarsılmış durumda.

Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki hükümetler bir çok alanda güzel işler yapıyor. Ancak bu eğitim politikaları yüzünden gençliğin yetkililere hiç güveni kalmadı. Ülkenin geleceği gibi hükümetin geleceği de eğitim politikalarındaki değişime bağlı..

-Evlerimize çekildik ve eğitim ve okul açısından neyi gördük?

Okullarda hep bizi yormuşlar. Kendimizi çok yormuşuz.

Şimdi ne görüyoruz? Daha önceden yaptığımız şeyler şart da değilmiş. Bunlar olmasa da hayat devam edebilirmiş.

Her zaman diyorum ya. Okullara gitmese belki çok daha kendine güvenli ve hayat becerilerine sahip olacak insanımız.

-Okullar, mevcut eğitimleri ile bir yük, arınmaya ve kendimize dönmeye mani oluyor diyorsunuz. Bir diğer ifade ile çok çalışmayalım ama kafamızı çalıştıralım. O maksatla okulda ve eğitimde nasıl bir dönüşüm lazım?

“Salgın döneminde eğitimi değil öğretimi ; yani okulu eve taşımakta acele ettik. Evleri, öğretim için değil, eğitim için değerlendirebilirdik. Bunu yapmadık” dediniz. Bunu biraz açar mısınız?

Hazır okullar kapanmışken eğitim ve öğretimde şikayet edilen yönleri yeni bir anlamlandırmaya tabi tutulabilirdik. Geç de kalsak buna başlamalıyız.

Eğitim ve öğretim için yeni bir yol aranmalı. İllaki bir şey yapmak da şart değil. Varolan müfredat sınav ve bilgiye dayanan içeriğiyle kısa sürede sadeleştirilebilir ve basitleştirilebilir.

Çocuklar evlerinde az bir yönlendirmeyle kendi kendilerine bir öğrenme ve keşif yolculuğu yaşayabilir. Öğretmen öğrenciyi yönlendirmeyi, takip etmeyi, öğrenme materyallerini organizeyi öğrenmeli. Öğretmenin bilgi aktarma dışında meziyetleri olmalı. İletişimi güçlü olmalı.. Öğrenciler, özellikle ilk ve ortaokul öğrencileri kendi arzu ettikleri biçimde öğrenebilir. İnsanın bir “öğrenme makinası” olarak yaratıldığını unutmayalım. İlimi bir ziyafet haline getirmenin yollarını bulalım. Bakınız insanlar ellerinde cep telefonu sürekli öğrenme ile meşguller. Zamanımızda en önemli bir kaygı bu kadar bilgi kirliliği içinde ihtiyacımız olanları farkedecek seçici bir algı ve ferasete sahip olabilmektir. “Eğitim “kirli” ve “gereksiz” olanı filtreleyebilen muhakeme gücüne sahip kılıyor mu? Gönül terbiyesi yanında irade terbiyesi verebiliyor mu?

Örnek gösterilen Finlandiya okullarında müfredatın başarısı böyle bir serbestlik taşıması ile ilgili. Bu durumda eğitim, öğrencinin kendi ilgi ve profilinden yola çıkarak kendini keşif serüvenine dönüşüyor.

Bir kere 80 milyon Türkiye’yi tek merkezden Ankara’dan yönetme yanlışlığından kurtulmalıyız. Bölgelere ayırmalıyız. İl çapında, köy çapında bile çözümler farklı farklı olmalı. Kırdaki öğrenciyi tarımdan hayvancılıktan üretimden uzaklaştırmanın bir anlamı var mı? Tarlada, bağda, çiftlikte çalışırken eğitim yapmalı aynı zamanda. Yaparken öğrenmeli. Kanaatımca çözümsüzlüğün en büyük bir kaynağı her şeyin tek merkezden halledilmeye çalışılmasıdır.

Okullarımız kütüphaneye bağlı eğitim yanında Eğitsel Kaynaklar Merkezi anlayışı ile tanışmalıdır. O zaman her yer bizim için eğitim ortamı haline gelecektir.

-“Eğitsel Kaynaklar Merkezi” temelli eğitimi biraz açar mısınız?

Bu konu üzerinde Tınaz Titiz’in önemli çalışmaları oldu. Geçmişte Kendisi ile bu konularda; eğitimin asli sorunları konusunda görüşmelerimiz olmuştu. İsterseniz onun ifadeleri ile konuya devam edelim.

‘Geleneksel “okul kütüphanesi”, kitap, dergi, CD, video film, bilgisayar, gazete gibi basılı ya da görsel-işitsel malzemelerin bulundurulduğu, öğrenci ve öğretmenlerin de çeşitli ders ihtiyaçlarını bu yolla karşıladığı bir yerdir.

Eğitsel Kaynaklar Merkezi – EKM (Educational Resource Center) ise, kütüphaneyi de içeren, ama ondan çok daha farklı bir yerdir. EKM’nin ne olduğunun anlaşılabilmesi için “eğitsel kaynak” kavramının açıklanması gerekir.

“Eğitsel kaynak”, bir eğitsel hedefe erişmek için yararlanılabilecek “akla gelebilecek herşey”dir.

Bir ameliyathane, bir kolleksiyon, bir havaalanı, uçak seyahati, botanik ya da hayvanat bahçesi, il veya ilçe kütüphanesi, bir bilgisayar yazılımı, bir internet adresi, özel bir konuda deneyimli bir kişi ya da bizzat deneyimlenecek bir “durum” olabilir. Daha öz bir deyimle, bir konuda bilgi, beceri, tutum ya da davranış kazanmaya doğrudan veya dolaylı yardımı olabilecek herşey bir “eğitsel kaynak”tır.

Eğitsel kaynak, tek başına anlaşılması güç bir kavramdır. Bu kavramı daha iyi kavramak için “senaryo temelli eğitim” kavramının iyi anlaşılması gerekir.

Senaryo, öğrenilmesi arzu edilen bir konunun, içine yerleştirilmiş olduğu dış kabuk ya da gözeneklerine emdirildiği bir süngerdir. Örneğin; öğrenilmesi istenilen konu, “sigara ve sağlık” gibi bir konu ise, akciğerlerinden ameliyat olacak bir sigara tiryakisinin ameliyatının gözlenip raporlanması iyi bir senaryodur. Bu durumda izin alınarak izlenecek bir akciğer ameliyatı mükemmel bir “eğitsel kaynak”tır’.[1]

Milli Eğitim Bakanlığı Eğitsel Kaynak Merkezli (EKM) eğitimi gündemine almalı. Bu bir gerçek çözüm yoludur. Bu tarz eğitime geçerken bir yandan da öğrencinin kendi evine yakın, kendi mahallesinde havadar ve bahçeli küçük okullarda eğitim yolu açılmalı.

-EKM yi biraz daha açarsak;

Tınaz Titiz’in açıklamaları ile devam edelim isterseniz..

‘EKM, derslerin işlenmesinde kullanılabilecek “herşeyin” nerede, nasıl bulunabileceği, hangi koşullarda bunlardan yararlanılabileceği bilgisini içeren bir yerdir.

Her öğretmen ve öğrenci, eğitsel kaynak olarak yararlanılabilecek bir “şey” ya da “durum” ile karşılaştığında bunu EKM’ye bildirir ve böylece EKM giderek zenginleşir.

Okullarımızın kütüphanelerinin bu hale getirilmesi, 2000’li yılların başlıca eğitim yöntemi olacağı belli olan “senaryo temelli eğitim” açısından önem taşımaktadır.

Eğitimin okul duvarları dışına taşınabilmesi, konuların gerçek durumlar içine gömülü olarak öğrenilebilmesine, bu da “durumlar”ın adreslerinin -en genel anlamıyla adres- toplu ve kolay erişilebilir biçimde el altında bulundurulmasıyla mümkündür.”

EKM aslında her yeri ve anı okul haline getirecek bir uygulamanın adı olmaktadır. Öğrenciye diyeceğiz ki; şu şu becerileri al gel. Becerileri alacağın adresler de şunlar.. Seni sene sonunda sınayacağız, değerlendireceğiz.

Bilgileri demiyorum becerileri …Bitirme sınavları gibi sınavlar. Bu becerilerin bir kısmını okullardan alabilir. Bir kısmını kurslardan alır. Japonya’da kurslar beceri veren nitelikte imiş daha ziyade. Okulların veremediği atölye ve laboratuvar gibi uygulamaları öğrenci kurslardan alıyormuş.

Okulu yeni rolünde EKM faaliyetlerinin organize edildiği üs haline getiyoruz.. Öğrenci portfolyolerinin takip merkezi halini alıyor okullar. Bu amaçlarla öğrencilerle sürekli bir araya gelmeye gerek yok. Toplantı ve görüşmeler uzaktan eğitim/görüşme yolu ile de devam edebilir.

-Kısacası okullar tekrar eski haliyle açılmamalıdır diyorsunuz.

30 milyonu bulan öğrencinin eve kapanması mevcut eğitim kurumlarının başarısızlığını gösterdi.. Türkiye’nin iktisadî-içtimaî yapısında olağanüstü değişimler yaşanıyor. Bundan eğitim de nasibini almalı. Değişime ayak uydurmalı. Okulların/fakültelerin online eğitime ağırlık vermeleri maliyetleri düşürecektir. Taşıma + bina + personel + kira gibi maliyetler böylece azalacaktır.

Milli Eğitim Bakanlığının gerek sınav tarihlerinde gösterdiği ve gerekse okulların yeni döneme başlama tarihinde gösterdiği kararsızlıktaki sıkıntıları görüyoruz. MEB, koronalı günleri fırsat bilim bahsettiğimiz şekilde (yada biliyorsa daha iyi yöntemlerle) eğitimde reform ve dönüşüm çabalarını düşünmeli. Eski sistemde devam etmekte ısrarı bırakmalı.

-Anlattıklarınızdan şöyle bir sonuca varabilir miyiz? Herkesin okulların ne zaman açılacağını ve eğitimin nasıl devam edeceğini merak ettiği şu günlerde şöyle bir formül uygulanabilir: Kritik günler devam ettiğine göre, en azından öğrenci derslerin bir kısmını (mesela yarısını) evde devam edebilir. Derslerin yarısını (yada uygulamalı kısımları) da okulda devam edeceği (online) hibrit yapılara dönebilir. Bu süreçte evde öğretimi değil, evde eğitimi tartışmalıyız.

Okula sadece uygulamalı dersler için gidebiliriz. Onun dışında diğer dersleri uzaktan sürdürebiliriz mesela. Böylece kalabalık olmayan sınıflarda mesafe ve maske kuralları ile eğitim sürdürülebilir. Bu arada, öğretmenlerin hızlı bir şekilde yeni sisteme adaptesi için çalışmalar başlatılmalı.

Müfredat fert kökünden geliyor. Her ferdin öğrenme stil ve profili farklıdır. Parmak izi gibi özgündür. Her ferde aynı program uygulanması yanlışlığın en büyüğüdür. Bu toptancı müfredat alışkanlığını terketmedikçe okullara öğrencileri tıkayıp aynı şeyleri tekrarlamanın öğrenciye kattığı bir şey yoktur. Eğitim bilginin ezberlenmesi değil kullanılması ve üretilmesi ile ilgilidir. Mevcut paradigmaları terketmedikçe, yeşillik, oyun ve uygulama alanlarına bile sahip olmayan estetik ve sanat yoksunu cezaevi misillü okullara çocuğu getirseniz ne olur, getirmeseniz ne olur. Bunu anlatmaya çalışıyoruz.

-Yeni dönemde eğitim de yeni olmalıdır, okul da baştan sona yeniden kurulmalıdır diyorsunuz. En başta merkezi sınavları kaldırarak işe başlamalıyız. Problemin ana sorunu olarak teste dayalı eğitimi görüyorsun. Bunu biraz açar mısınız?

Orta öğretimde akıllı tahta ve tablet bilgisayarlara yapılan yatırımları düşünün. Bunları ne kadar değerlendirebiliyoruz? Niçin milyarlar “boş yatırımlar” halini aldı? MEB’in bedava ders kitaplarını kullanmayan öğretmen oranı bazı okullarda yüzde doksanlara ulaştığını duyuyoruz. Tüm problemlerin ortak bileşkesi merkezi sınavlar. Öğrenci, aile, öğretmen, öğrenci merkezi sınavları düşünüyor. Varsa, yoksa sınavlar. LGS ve YKS sınavları.

Okulların kütüphanelerini-kitaplıklarını test kitapları dolduruyor. Yardımcı ders kitabı basan yayınevlerininin yıllık cirolarına bakın 100-200 milyon tl’lere ulaşıyor. Bu süreçte, öğrencinin dakikası bile önemli. Sanat, spor ve okumaya dair her şey erteleniyor. Daha çok test çözmek ve sınavda çıkması muhtemel soruları ezberlemek, öğrencinin bütün vaktini alıyor.

-LGS ve YKS gibi merkezi sınavlar yerine nasıl bir çözüm önerebilirsiniz?

Bunların ayrıntılarını daha önceki sohbetlerimizde ele aldık. Ortaokul ve liselerin son sınıfları için “bitirme-olgunluk sınavı” getirilebilir. Geçmişte bizim uyguladığımız bir tecrübe bu. Böylece her şeyin merkezi sınavların ağırlığı altında ezilmesinden ve yozlaşmasından kurtarabiliriz.

Öğrenciyi çok yönlü değerlendiren, kalite ve beceriyi ölçebilen sistemleri hayata geçirebiliriz. Evet lise döneminde öğrenciye en azından bir “meslek öğretmek” esas haline gelmeli.

-TEOG’un kaldırılması ile ilkokullar gibi liselerde de çocuklarımız mahallelerinde okuma yolu açılmıştı. Ancak başka bir el BİLSEM sınavlarını ikame etti. İlkokul öğrencilerini tekrar aynı cenderenin içine sokmaya çalışıyor. Diğer yandan da TEOG Yerine LGS geldi. Eski sistemi arar hale geldik.

Milli eğitim Bakanımızın ilk günlerde tartışmaya açtığı “Yeni Vizyon” ile vaad edilenlerden birisi merkezi sınavların kaldırılması idi. Eğitim vizyonunda ortaöğretim tasarımından söz ettiğimizde, okul profili değerlendirme, tasarım beceri atölyeleri, e-portfolyo, e-rehberlik ve benzeri birçok proje, mesleki eğitim gibi konularda Bakanın vaatleri arasında idi. Eğitim Bakanı göreve başladığı günlerde değişime dair bir heyecan dalgası oluşmuştu. Ben de o günlerde bir yazı kaleme almış, beklentileri yazmıştım.[2]

Şimdi tüm bu vaatler niçin unutuldu? Bir oyalama mıdır? Anlamış değilim.

-Nasıl bir eğitimi hayata geçirelim ki, öğrenci, bilgiyi kullanabilsin; fikir, hayal ve tasarımlarını uygulamaya yansıtabilsin? Okul, gerçek hayatta lazım becerileri kazanma ortamı ve süreci haline gelsin…Salgın vesilesi ile eğitimde bir değişim yaşanacaksa eğitimin içini dolduracak dönüşümler neler olmalı?

Cemil Meriç, ülkemizde müfredatta yer alan tarih ders kitapları için ne demişti? “Haçlıların en büyük zaferi tarih kitaplarıdır”

Ders kitapları vasıtasıyla kendi kendisini aşağılayan küçümseyen başka millet var mı bilmiyorum. Bildiğimiz şu ki, biz tarih kitaplarımız vasıtasıyla kendimizi aşağılıyoruz. Bu aşağılama diğer ders kitaplarında da var.

Ayasofya üzerindeki Haçlı hakimiyetini kaldırdık. Sıra ders kitapları üzerindeki haçlı hakimiyetlerini kaldırmaya gelmeli.

Ruha vüsat veren, düşünce dünyasını kanatlandıran, bilimsel değere haiz tarih, sosyoloji, felsefe, fen ve hattâ sanat derslerini hayata geçirebiliyor muyuz? Eğitime ruh verecek, öğrenciye ideal ve şahsiyet kazandıracak öğretmenlerin yetişmesidir asıl mesele.

Hayatın manasını anlamaktan, somut ve soyut realitelerden nereye kadar kaçabiliriz? Öncelik eğitime bir ideal vermektir. Bu idealsizlik ve hedefsizlik, gelecekte mesleğe atıldığında, işsizliğin en büyük sebebi olmaktadır..

Terk edilen seküler felsefeleri, üstelik de jakoben yöntemlerle empoze etme işlemini hangi özel ve güzel vasıta ile sunarsanız sunun, değişen bir şey olmuyor. Artık bu Batıdan kopya yolu ile “özel ve güzel vasıta” arayışlarını bir kenara bırakalım da sadede gelelim, kendimize dönelim.

[1] http://tinaztitiz.com/2012/05/25/kutuphaneden-egitsel-kaynaklar-merkezine/

[2] https://www.dirilispostasi.com/makale/milli-egitim-bakani-ise-nereden-baslamali-5b9bc1658ca7807c5f61d4a2