Uğruna mücadele ettiğimiz ulvi değerlerimizi ve kırmızı çizgilerimizi birer birer ihlal ettik!

Bugüne kadar sistemsel olarak yakındığımız ve karşı olduğumuz ne varsa, yamayıp süsleyerek kalıcı hale dönüştürdük.

Tesettürün, Allah'ın emri olmaktan çıkıp, sapkın ve saçma moda fantezisine dönüştüğü gibi, erkeklerin kılık-kıyafet ve yaşam tarzları da, sünnet-i seniyye hedefinden çıkıp, batının ne idüğü belürsüz kokuşmuşluğuna saplandı!

Cüzdanlarımız paraya, evlerimiz lükse doydu ama, gözlerimiz hiç bir şeye doymadı!

Nefsimizi ıslah etmeyi unuttuk, onu mutlu etmenin gayr-i meşru yollarında savrulduk!

Tüm dünyalık tutkularımıza, heva ve heveslerimize, kılıflar üretme konusunda büyük maharetler kazandık. On yıllarca eleştirdiğimiz her şeyi, bir zaruret icat ederek, "YEŞİL"leştirip meşrulaştırdık!..

Aşağılık arivistler gibi, 'amaca giden yolda her şey mübah' ilkesizliğine sarılarak, haram gördüğümüz sınırları aşabilmek için, ulvi değerlerimize mugayir olan her şeyi, elverişli birer malzemeye dönüştürdük!

'Halka hizmeti Hakka Hizmet vesilesi’ bilen  siyaset anlayışını bırakıp, ‘milletin aklıyla ve ferasetiyle alay eden algı siyasetini’ seçtik!

Siyasete, bürokrasiye ve stk lara bir sürü dalkavuk, şaklaban, kifayetsiz muhteris doldurduk, ‘mağrur olma padişahım senden büyük Allah var’ diyebilecekleri de yanımızdan uzaklaştırdık! 'Dürüst-Liyakatliler’in yerine , ‘Çapsız-Sadakatliler’i koyduk!

Eba Müslim Horasani'nin dediği gibi; “Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman, dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost, düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince de, yıkılmaları mukadder oldu.”

Bu akıbetten kurtulmak için, dostların çoğaltılması, düşmanların azaltılması gerekiyordu. Ama dost diye aramıza fitneci, fasık, iki yüzlü, muhteris, arivist birtakım kişileri koyduk. Bunlar da, iyileri, her türlü iftira dolu entrikalarla sahadan attılar, sonra köşe başlarını tuttular ve hatta itibar da gördüler!..

Midelerimize giren haramlar yüzünden, ne ibadetlerimizin tadı kaldı, ne rızkımızın bereketi!

Beden ve ruh sağlığımızı da kaybettik, yüzümüzdeki nuru da!

Evlerimizde huzur kalmadığı gibi, sözlerimizin de tesiri kalmadı!

Her birimiz tepeden tırnağa bir kibir zehirlenmesi yaşıyoruz!

Yetime, fakire, borçluya infak ve yardım etmek için çırpınan insanlar birer birer kayboldu, yerlerini, zevklerini ihtiyaç görüp infaktan geri duran, "ben kazandım" diye övünerek cimrileşen, çevresinde kimsenin yarasına merhem olmayan, bol kazancı, lüks arbası ve saray gibi eviyle, kendini Kaf Dağı'nın tepesinde ve haşa 'dünyayı kendi yaratmış' gibi gören, yürürken kasım kasım kasılarak yürüyen zavallı kibir torbaları doldurdu!

En zor zamanlarda omuz omza mücadele ettiklerimiz, hırsın ve hasedin büyülü girdabına kapılarak, bürokrasinin çarkları, siyasetin kulisleri ve ticaretin acımasızlığı içinde eriyip gitti!..

Eski toplumların, HAKkın emir ve yasaklarını değersizleştirip sonra helak oldukları ne kadar azgınlık ve sapkınlık varsa, bugün daha fazlasını malesef biz yapıyoruz!

Vakit daha da geç olmadan, tevbe edip Allah'tan yardım isteyerek derhal derlenip, toparlanmalıyız!

Toplumun nereye gittiği değil, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhisselam'ın bizi nereye götürmek istediğine bakarak, kendimize yön vermeliyiz!

"Onlar eskidendi, o işler artık pirim yapmıyor, sen hangi devirde yaşıyorsun" cümleleri, yarın bizi kurtarmayacak!

İlkelerimizi, değerlerimizi, iddialarımızı ve ideallerimizi ihmal ve ihlal ederek kazandığımız makamlar, biriktirdiğimiz mallar, elde ettiğimiz ünvan ve itibar,

BİR AHİR ZAMAN MUSİBETİ OLARAK, BİZİ YERLE BİR EDECEK!