Hükümdarlığının yanı sıra askeri ve siyasi bir deha olan Sultan Selahaddin Eyyubi, aslında Haçlı işgali altındaki Kudüs'ü 2 Ekim'de değil, 4 Temmuz'da fethetti denilse, yanlış olmaz. Çünkü Hıttin Savaşı, hem fethin müjdecisi hem de Kudüs yolunu açan en önemli galibiyettir. 4 Temmuz 1187 Cumartesi günü, Selahaddin Eyyubi'nin askeri dehası ve Allah'ın lütfuyla ulaşılan zafer, İslam Birliği'nin, 88 yıl devam eden Haçlı işgaline karşı kazandığı büyük bir başarıdır.

Selahaddin Eyyubi'nin gençliği, Kudüs hasreti ve Mescidi Aksa sevdasıyla geçti. Amcası Şirkuh ile birlikte Mısır seferine çıktı. O ölünce yerine vezir oldu. Fatımi Hilafetinin ve Devletinin ilga edilmesi, onu Nureddin Zengi'nin Naibi yapmıştı. Mısır Sultanı olarak da ona devlet idaresi tecrübesi kazandırmıştı.

Etrafındakilere de "Kudüs işgal altındayken, bir Müslüman nasıl gülebilir, nasıl tıka basa yiyip içebilir, nasıl rahat uyuyabilir?" demişti.

Nureddin Zengi ölünce onun yıllarca "İslam Birliği" kurulması yolundaki gayretlerinin boşa gitmesine gönlü razı olmayan Selahaddin Eyyubi, Haçlılara karşı bütün Müslümanları bir araya getirdi. Bu sayede Allah'ın yardımıyla mukaddes şehir Kudüs'ü fethetti.

O, Müslümanlara karşı daima yumuşak davrandı. Fitnecilerin oyunuyla karşısına geçip kılıç çekenlere bile düşman gözüyle bakmadı, mümkün olduğu kadar sulh yolunu tercih etti. Sonunda bütün emirler ona boyun eğdi. Ama Selahaddin Eyyubi hiçbir zaman kibirlenmedi. Çünkü maksadı dünya saltanatı değil, Müslümanların birleşmesiydi.

1187 yılında Sultan Selahaddin, Müslümanları Halifenin de desteğiyle Haçlılara karşı cihada davet edince muazzam bir İslam ordusu toplandı. Birkaç sene önce birbiriyle savaşanlar, İslam kardeşliğini yeniden hatırlayıp omuz omuza verdi. Sultan, askeri dehasıyla Kudüs'ü kuşatmadan önce düşmanı başka bir bölgeye çekip bir meydan muharebesiyle imha etme planları yapıyordu. Yerinden kıpırdamayan Haçlı ordusuna, Taberiye kuşatmasıyla yanlış bir adım attırdı.

KUDÜS YOLUNU AÇAN ZAFER

Binlerce asker Dımaşk’a doğru adeta bir sel gibi akıyordu. Dağlar ve tepelerde çadırlar kuruluyor, bütün Müslümanlar artık mukaddes şehrin kurtulacağı gün yaklaştığı için Allah’a şükrediyordu. Halep, Musul, Âmid, Ayntab, Mardin, Sincar ve El-Cezire bölgelerinden akın akın gelen askerlerden meydana gelen bu muazzam İslâm ordusu, Dımaşk yakınlarındaki Re’sül-Ma ordugâhında toplandı.

Sultan, 25 Haziran 1187 günü Aştera’ya intikal eden ordusunu teftiş etti. Merkezin kumandanlığını kendisi alarak, sağ kanadı yeğeni Takiyeddin Ömer’e, sol kanadı ise Muzaffereddin Gökbörü’ye verdi. Ertesi gün Cuma namazından sonra Şura Meclisini topladı. Cihada katılan her Emire ayrı bir talimat verdi. Daha sonra ordusuyla beraber Taberiye’ye doğru ilerledi.

Haçlı ordusu 2 Temmuz Perşembe günü ikindiye doğru suyu ve otlağı bol olan Safuriye’de karargahını kurdu. Burası arazi olarak savunmaya çok müsait bir yerdi. Sultan Selahaddin de aynı gün Taberiye Gölünün güney batısında Kefr Sebt denen yerde karargâhını kurdu. Öncü birlikler hücum ederek ok attılar ama düşman yerinden kıpırdamıyordu. Sultan ise askeri dehasıyla Haçlıları inlerinden çıkararak bir meydan muharebesi yapmaya zorlamak istiyordu. Bu şekilde Haçlı kuvvetlerini imha ederek Kudüs’ün kolayca fethedileceğini sezmişti. Hemen Gökbörü ve Takiyeddin’i yanına çağırarak şu emri verdi:

— Sizler savaş düzenini hiç bozmadan yerinizde kalın. Ben kuşatma ekibiyle Taberiye Kalesine gidiyorum. Kalenin kuşatıldığını haber alan Kral Guy ordusuyla yardıma gelecektir.

Kalenin kuşatılması üzerine Raymond’un eşi Trablus Kontesi Ehive gece haberciler göndererek yardım istedi. Kontesin iki oğlu da karargahta bulunuyorlardı. Annelerinin kurtarılması için Kral’ın çadırına giderek gözyaşlarıyla yalvardılar.

Haçlılar 3 Temmuz Cuma günü Safuriye karargahından çıkıp kuzeye doğru harekete geçti. Kont Raymond buralar kendi bölgesi olduğu için en önde, Kral ordusuyla ortada, Renaud de Chatillon, Balian Dibelin ve şövalyeler ise en arkadan geliyordu.

Sultan casusları vasıtasıyla Kral’ın hareket ettiğini öğrenince hemen karargahına geri döndü. İstediği olmuş, beklediği fırsat eline geçmişti. Ordusunu Haçlıların geliş istikametine doğru, dağların içinden geçirerek Hıttin mevkiine getirdi. Burası bol suyu ve geniş otlakları olan bir köydü. İslâm ordusu burada bir araya gelerek karargahını kurdu.

Temmuz ayı önceki senelerden çok daha sıcak geçiyordu. Tepeler, yamaçlar göz alabildiğine sapsarı kurumuş otlarla kaplıydı. Haçlıların ağır zırhlar içindeki şövalyeleri kan ter içinde kalmış, dilleri damaklarına yapışmıştı. Mataralardaki sular tükenmiş, çok ciddi bir susuzluk çekmeye başlamışlardı. Binlerce atı sulayacak bir ırmak veya göl bulunmazsa bir adım daha ileriye gidemeyeceklerdi.

Bu arada Müslüman akıncılar Haçlıların öncü ve artçılarına devamlı ok atıyor, karşı saldırıya imkan vermeden süratle geri dönüyorlardı. Haçlı Ordusu öğleden sonra Hıttin köyünün üst tarafındaki tepeye ulaşmıştı. Haçlı karargahında askerlerin sinirleri gerilmiş, değil istirahat etmek sükunet bile sağlanamıyordu. Bir mataranın dibinde kalan üç beş yudum su için belki on beş kişi birden oraya üşüşüyor, sert münakaşalar ve kavgalar çıkıyordu. Kimileri de susuzluğunu şarap içerek gidermeye çalışıyor, fakat ağzı daha kuruyup boğazı yanmaya başlıyordu.

Selahaddin Eyyubi ise Haçlılarla Taberiye gölü arasında karargahını kurmuş, onların suya ulaşmalarını engellemişti. Suya ulaşmak için mutlaka savaşmaları gerekiyordu. İslâm ordusunun ovada yaktığı yüzlerce ateşin rüzgardaki dalgalı pırıltılarını seyreden şövalyelerin iyice moralleri bozulmuştu. Müslüman askerlerin cihad coşkusuyla getirdiği tekbirlerin sadası yamacı aşıp Haçlı ordugahına kadar ulaşıyordu. Susuzluk canına tak eden bazı askerler göle doğru gidiyor ama canından oluyordu.

Gece İslam ordusuna savaş hakkında taktikler verilerek, bol miktarda ok dağıtıldı. Sabaha kadar Kur’ân okundu, dualar edildi. Sultan sabah namazını bizzat kıldırdı ve Rabbine şöyle yalvardı:

— Allahım! Gayesi sadece Senin adını yüceltmek olan bu İslâm ordusunu muzaffer eyle. Düşmanlarımıza karşı bize yardım et ve ayağımızı sabit kıl.

 

HITTİN SAVAŞI KROKİSİ

Müslüman ve Haçlı ordularının 2-3-4 Temmuz günü takip ettikleri güzergahlar ve askeri karargahları.

(Çizim: Nurettin Taşkesen)

4 Temmuz Cumartesi sabah erkenden Haçlı ordusu harekete geçti. Ortada süvariler etraflarında yaya askerler ilerlemeye başladı. Fakat ummadıkları bir ok yağmuru ile karşılaşınca ne yapacaklarını şaşırdılar. Tam o sırada Gökbörü’nün askerlerinden biri, rüzgarın düşmana doğru estiğini farketti. Temmuz sıcağında kurumuş otları tutuşturunca, bir anda Haçlıların bulunduğu bölgeyi koyu bir duman kapladı. Müslüman askerler de bu dumanın içinden “Allah, Allah” sadalarıyla hücuma geçince düşman neye uğradığını anlayamadı.

Süvarilerin atları rüzgar gibi esti. Binlerce tüylü ok havada uçuştu. Toz duman gökyüzünü bürüdü. Düşman safları dağılmadı ama kanatları kırıldı. Hamleler birbirini takip ediyor, mızraklar birbiriyle çarpışıyor, kılıçlar birbirini kucaklıyordu. Temmuz sıcağı her yanı kavururken, Haçlılar su bulmak için sağa sola saldırıyordu. Sultanın ordusu önlerini kesince Hıttin tepesine doğru çekildiler. Etrafları sarılınca kendilerini meydana attılar. Artık kılıç hükmünü icra etmeye başladı. Kan denizi dalgalandı, vadiler ölüler ve esirlerle doldu taştı.

Hıttin köyünün yamaçlarından aşağı inip su bulmak için meydana atılan düşman askerleri için iki ihtimalden biri vardı. Ya ölüm, ya esaret! 4 Temmuz 1187 gününün sonunda 30 bin kişilik Haçlı ordusunun yarısı öldürülmüş, yarısı esir edilmişti.

Nihayet Müslüman askerlerin hücumuna daha fazla dayanamayan düşman karargahı ele geçirildi ve Kral'ın kırmızı çadırı yıkıldı. Sultan bunu görünce hemen atından indi ve şükür secdesine kapandı.

Müslümanlar tarafından Kral Guy de Lusignan, kardeşi Amaury, Renaud de Chatillon, Templier Şövalyelerinin Reisi Gerard de Ridefort, Onfroi de Toron ve ihtiyar Marki Montferrat esir edildiler. Savaş meydanında ölenleri gören, sanki hiç kimse esir edilmemiş; esir edilenleri gören ise, sanki kimse öldürülmemiş zannederdi.

88 YILLIK HASRET BİTİYOR

Müslümanların ilk kıblesi, İsra ve Mi’raç mucizelerinin tecelligâhı, Hz. Ömer’in yadigârı, Peygamberler diyarı Kudüsü Şerif tam 88 yıldır Haçlı işgalinde bulunuyordu. Mescidi Aksa boynu bükük, Müslümanları bekliyordu. Sultan Selahaddin Eyyubi, ömrünü bu mukaddes şehrin fethine adamıştı. “Ya bu uğurda ölürüm veya Kudüs’ü Haçlılardan kurtarırım” diye yemin etmişti. İşte şimdi bu gayesine çok yaklaşmıştı.

Haçlılar sahip oldukları bütün kale ve şehirleri kaybedince, bir kısmı Sur’a gitti, bir kısmı da Kudüs’e toplandı. Daha önce şehre gelen Balian Dibelin, Patrik Heraklius ile birlikte savunma tedbirleri almaya başladı.

Sultan nihayet 20 Eylül 1187 (15 Recep) Pazar günü Kudüs’ün batısında karargahını kurdu. Balian’a haber göndererek şehri teslim etmesini istedi. Teklifi reddedilince de surların durumunu teftiş ederek nerelerden hücum edileceğini belirlemeye çalıştı. Karargahını şehrin doğu tarafında bulunan Zeytindağı’na taşıdı. Mancınıklar kuruldu ve bir hafta sonra bombardıman başladı. Bazı günlerde Haçlı şövalyeler sur dışına çıkarak karşılıklı dövüşler yapıyorlardı.

İstihkam birlikleri ise 88 yıl önce Haçlıların şehre girdiği Sütunlu Kapı yakınlarındaki surlara lağımlar açmaya başladılar. Sonunda burası patlatılınca surlarda önemli bir gedik açıldı. Savunma birlikleri bu gediği kapatmak için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlardı. Ama günden güne savaşçıların sayısı azalıyordu. Artık şehri savunamayacaklarını anlayan Haçlılar, elçi göndererek aman dilediler. İstekleri kabul edilmeyince kale kumandanı Balian Dibelin surlardan çıkarak, Selahaddin Eyyubi ile bizzat görüşmeye karar verdi.

Balian'ın görüşmede Sultan'a yaptığı şehri teslim etme teklifi emirlerle istişare edildi. Sonunda erkeklerden 10 dinar, kadınlardan 5 dinar, çocuklardan 2 dinar fidye alınarak halkın serbestçe istediği yere gitmesine izin verildi. Fakir, yaşlı, kimsesiz, dul ve yetimlerden ise fidye alınmadı.

Haçlılar, 2 Ekim 1187 (27 Recep 583) Cuma günü Balian’ın emriyle kapıları açarak Kudüs’ü Müslümanlara teslim ettiler. Miracın tecelligâhı olan mukaddes şehir yine bir Miraç yıldönümünde fethedildi.

Müslümanlar büyük bir olgunluk içinde tekbirlerle şehre girdiler. Bir damla kan bile dökülmedi. 88 yıl önce Müslümanların kanı içinde yüzerek şehri işgal eden katillerin torunları, İslâm’ın merhametiyle güven içinde bulunuyorlardı. Ne bir ev yağmalandı, ne de bir insana kötü söz söylendi. Sultan’ın emriyle şehirde devriyeler dolaştırılıp, heyecanlı askerlerin bir taşkınlık yapmasına fırsat verilmedi.

Selahaddin Eyyubi Kudüs'ü fethettiği zaman, aynen ilk fatih Hz. Ömer (r.a.) gibi bütün gayrı müslimlere eman verdi. Mescidi Aksa'yı bütün şirk ve pislikten temizleyip, Halepli neccarın yıllar önce sedir ağacından yaptığı musanna' minberi getirterek Kıble Mescidine yerleştirdi. 9 Ekim günü de Mescidi Aksa'da ilk Cuma namazı kılındı.

Bugünün Müslümanlarına Kudüs'ü kurtarmanın şifrelerini veren merhum Sultan Selahaddin Eyyubi, hayatıyla da ölümüyle de İslam ümmetine örnek olmuştu.