Hayatta yeni başlangıçlar yapmak, yeni hedefler belirlemek ve alarmla uyanılan sabahlarda ilk nefesi verene teşekkür etmek yağmur gibi geliyor bazen ruhumuza. Huzurlu bir gün, küçük mutluluklar ve müreffeh bir gelecek umudu veren her şeyin kıymetini bildiğimiz kadar değer kazanıyor dünya..

Tercihlerimiz, insanlık adına yaptıklarımız ve yapmadıklarımız bir sorumluluk bilincini de beraberinde getiriyor. Yarınların toplumsal değişimine dair bir derdi olanların sorumluluğu her zaman daha büyüktür. İslam coğrafyası zulüm altında, yeryüzü derin bir merhametsizlik yaşıyor. Kıyıya vuran insanlık her gün yeni trajedilere şahit oluyor. Böyle bir dünyada “son umut” olarak görülen bu topraklar, kadim medeniyetin ağır yükünü taşıyor omuzlarında. Artık yeniden başlıyoruz ve bir yerlerde bizi bekleyen birileri var..

Özgürlükler adına bedel ödemiş bir toplum olarak özgürlüğü sınırsızlık olarak görmek bakış kısırlığıdır. Zira biliyoruz ki; ‘bir sınır yoksa hiç sınır yoktur..’ Şu zamanda hâlâ birileri çıkıp başörtüsünden dolayı kadının şahsiyetine psikolojik saldırı yapabiliyor. Aynı kişileri kadın özgürlüğü yürüyüşünde en ön sıralarda görebiliyoruz. Birileri hem halkın kararına saygı duymuyor hem de demokrasiden bahsediyorsa kavramlarımızı bir kez daha tartışmalıyız. Parçalanmış hakikatin her biri önyargı duvarlarıyla korunuyor. Farklı kutupların mutlak hakikatte buluşması ve desteğin yanında eleştiriyi, zaferin yanında tevâzuyu koruyabilmek büyük bir erdem. Toplumsal değişim ancak ötekini anlayabilmek ve en önemlisi de dinleyebilmekle mümkün. Oysa ki kendi sesinden başkasını duyamıyor kimse..

Medeniyet tasavvurumuzun inşasında başı çeken muhafazakârlık artık yeni bir dil ve bilinç yerine romantik söylemleri kapsıyor. Eleştiriden uzaklaşarak geçmişin izini sürmenin adı tarih şuuru değil sorumluluktan kaçıştır. Politik, zihinsel ve kültürel parçalanmalara, toplum üzerinde planlanan emperyal stratejilere karşı dik duracak bir irade geliştirmek zorundayız. Bunun önemli bir adımı olan istikrar ve demokratikleşme yolunda umudumuz daha da arttı. Fakat şimdi değişime kültürden sanattan ve edebiyattan başlamalıyız. Tüm illere üniversite kampüsleri inşa edebiliriz, yarına dair hedefi olmayan bir genci sırf ‘üniversiteli’ olsun diye diploma kölesi yapabilir ve böylelikle işsizlik rakamlarını da azaltmış oluruz! Ama ömrünün baharını yaşayan yeni mezun gençler istisna dahilinde ruhsuz, işsiz ve dertsiz oluyor. Yatırımlar ve büyük projelerle dünya ekonomisine şekil verebilen bir konumda olmamız beraberinde paketlenmiş bir ahlâk anlayışı getirmiyor. Eğitimden kültüre köklü bir değişim ve dönüşüm zamanıdır şimdi..

Nuri Pakdil’in bir ifadesini hatırlıyorum: “Gerçek iktidarlar, sayılarla değil kültür ve medeniyet sayesinde değer bulur ve kalıcı olur..” Modern binalar inşa ediyoruz, önceki yıllara oranla daha iyi şartlarda okulların, imam hatiplerin yapılması takdire değerdir. Ama sorun şu ki tefekkürden, şiirden uzak, baharla uyanan ağaca ayet gözüyle bakabilen, başkalarının düşündüğünü savunmak yerine yeniden düşünen nesiller yetiştiremiyoruz. Kültür merkezleri göz dolduruyor ama liyakat ve ehliyet ilkesi unutulup hayatında hiç şiir okumamış kişiler kültür müdürü oluyor. Ve acı olanı ‘birtakım dengeler’ uğruna bu yozlaşan anlayışı eleştirmekten kaçınıyoruz. Bütün iktidar ve otoritelere gerektiğinde hakikati söyleyebilecek kadrolara ihtiyacımız var. Güç sarhoşluğu bizi ahlâki ilkelerden uzaklaştırıyorsa zaferi yönetememişizdir. Başarıyı zenginliğe indirgeyen seküler anlayış binalarla birlikte yükselen egolar ortaya çıkarttı. Mimari açıdan öze dönen toplumların ruh dünyası da fıtratla olan bağını daha iyi kuruyor. Sadelik ve özgün estetik huzur veriyorken, kalabalık eşyalar, abartılı süslemeler, gereksiz ayrıntıların ortasında kaybolmuş depresif insanlar var bugün..

İlginçtir ‘insanın zekâ kapasitesinin geliştirilmesi’ olarak tanımlıyor kültürü Voltaire. Gelişime kendimizden başlayarak, üst akılların tasarladığı sahte algılarla değil ‘yerli ve milli’ bir bakışla geleceği inşa edebiliriz. Yarınımız bugünden daha iyi olsun..