Irak işgali öncesi Amerika’nın Türkiye’de asker konuşlandırmasına izin verecek olan 1 Mart 2003 tezkeresine göre 80.000 Amerikan askeri, Irak ile alakasız Türkiye’nin dört bir yanında kurulan üslerde konuşlanacak, doğrudan seslendirilmese de ülkemiz adeta işgal altına girecekti.
Tezkerenin TBMM’de reddedilmesi kelimenin tam manasıyla Amerika’yı şoka sokmuştu.
Amerikan devleti paramparça bir şekilde sonucu hazmetmeye çalışıyordu. Her kafadan farklı sesler çıksa da ortak vurgu Türkiye’ye büyük bir ders verileceği şeklindeydi.
Nitekim bu tehditleri takip eden aylarda dünya film sektörünün o dönemde tartışmasız tek hakimi olan Hollywood üzerinden Türkiye karşıtı savaşın fitili ateşlenmişti.
Artık bir çok dizi ve filmde Türk teröristler nükleer saldırılar planlamakta, Türk devlet başkanları zina suçuna kafa kesme cezaları vermekte, Türk konsoloslukları çocuk ticareti yapılan yerler olarak gösterilmekteydi.
Türk hükümetinin Amerikan hükümeti nezdinde yaptığı girişimlere karşılık ise “bunlar altı üst film, dizi, abartmayın canım” şeklinde istihzalı cevaplar gelmekteydi.
2006 yılında “Kurtlar Vadisi Irak” filmi gösterime girdiğinde ise Amerikalıların uğradıkları şok görülmeye değerdi.
Filmde Amerikan askerlerinin Irak’ta yaptıkları katliamlar grafik detaylarla verilirken, İsrailli doktorlarla ortak yapılan organ kaçakçılığı gözler önüne seriliyordu.
Amerikan tarafının “altı üstü film canım” söylemleri birden değişmiş, Almanya gibi ülkelerde üslerde konuşlu Amerikan askerlerinin filmin gösterildiği sinema salonlarının olduğu bölgelerden uzak durmaları istenmişti.
Konuyla alakalı olarak Amerikalı bir General, “Kamuoyunun ilgisini çeken filmler ve benzer şeyler, tabii ki genelde düşünceleri şekillendirir, gerçeklerin kurgudan ayrılması gerekir, önemli olan kamuoyunun düşüncelerinin gerçek ve doğru olanlara göre oluşmasıdır” demişti.
Yani Amerikalılar filmlerin sadece film olmadığını yaptıkları icraat ve söylemlerle açığa vurmuş, “Kurtlar Vadisi Irak” filminden sonra da bir daha Türkiye’yi karalayan önemli bir film ya da dizi vizyona girmemişti.
Yani mesaj alınmıştı.
“Kurtlar vadisi” filmleri artık yok. Hollywood’da terörist Türk ve diktatör devlet başkanı karakterleri, “katliamcı” Türk ordusu konuları tekrar filmlere / dizilere geri döndüler.
Bu ayın ortasında vizyona giren küresel şeytanların şirketi Netflix yapımı “6 Underground” filmi kelimenin tam manasıyla Türkleri karalayan bir film.
Dikkatinizi çekelim, Türkiye Cumhuriyeti Devletini değil tüm Türk dünyasını hedef alan bir filmdir bu.
Resmi internet sitesinde Netflix konuyu şöyle özetliyor:
“Ölmüş numarası yapan teknoloji milyarderi, zalim bir diktatörü alaşağı edecek cüretkâr ve kanlı bir görev için uluslararası ajanlardan oluşan bir grup kurar.”
Zalim diktatör tahmin edeceğiniz üzere “Turgistan” devlet başkanıdır. Orası da neresi demeyin, anladınız siz onu.
Bu zalim diktatör kendi insanlarını F-16 uçakları ile vurmakta, kimyasal saldırılar düzenlemekte, milyonlarca kişi sınır bölgelerinde yaşamaktadır. Filmin başında ekranda gözüken ve kanlı diktatörün katliamına vurgu yapan “The New York Times” gazetesinin tarihi “8 Kasım 2019” tarihini göstermektedir yani olay günceldir.
Ardından film 4 sene geriye gider. Amerikalı kahramanımız sınırda diktatörünün zulmünden kaçan milyonlarca Turgistan’lı mülteciye yardım ederken devletin (diktatörün) F-16 uçakları mültecilerin üzerine kimyasal bombalarını bırakırlar.
4 sene öncesinin Kasım ayına gittiğimizde (2015) gerçekte karşımıza neler çıkıyor, bakalım mı?
1 Kasım seçimlerinden Ak Parti zaferle çıktı.
19 Kasım Türkiye’de Suriyeli mülteci sayısı 2 milyonu aştı.
24 Kasım Rus savaş uçağı Türk F-16’ları tarafından vuruldu.
Ne kadar ilginç bir ay seçimi yapılmış film yönetmeni tarafından değil mi?
“İyi de olaylar burada tam tersi” demeyin çünkü külahı tersten giydirmek zaten Hollywood’un uzmanlık alanıdır.
Filmin sinemalarda oynadığı şu günlerden içinde “F-16” ve “kimyasal silahlar” geçen iki güncel haber de ekleyelim hemen.
“Yunan ve Rum yönetimlerinin sınır tanımayan boş tehdit ve çıkışları sonrası Türkiye harekete geçiyor. Türkiye’nin karşı tarafı tutuşturacak yeni hamlesi Kıbrıs’taki Geçitkale Üssü’nde olacak. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait F-16’ların ihtiyaç halinde bölgeden iniş-kalkış yapılabilmesi için çalışmaların başlatıldığı öğrenildi.” (18 Aralık 2019)
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’la bizzat görüşen ABD Temsilciler Meclisi’nin ilk başörtülü Müslüman vekili Ilhan Omar, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı mektupta, Türkiye’nin Suriye’de yürüttüğü Barış Pınarı Harekatı sırasında sivillere karşı kimyasal silah kullanıp kullanılmadığının araştırmasını istedi.” (20 Aralık 2019)
Filme devam edelim.
Diktatör Devlet başkanı kendisine rakip olan demokrasi yanlısı kardeşini öldürmeyip Hong Kong’da (ilginç bir şehir seçimi) muhteşem bir rezidans dairede ev hapsinde tutmaktadır. Kardeşi muhteşem bir daire de olsa hapis hayatından memnuniyetsizliğini 1603 yılında Sultan 1. Ahmet’in Topkapı Sarayında genç kardeşini altın varaklı bir kafeste tutması” örneğini vererek gösterir.
Diktatör kardeşin cevabı ilginçtir.
“Ahmet’ten önceki Sultanların kardeşlerini ipek çarşafla boğdurtmalarını mı tercih ederdin?”
Artık diktatörün hangi ülkeden olduğu konusunda şüpheniz kalmadı ise hapis kardeşin “senin de ipini çekecekler” sözlerine karşı diktatörünü verdiği cevaba dikkat çekelim.
“Kim? Beni Amerika yaptı, Rusya da silahlandırdı.”
Türkiye’ye yaptırımlar konusunda arka çıkmaya çalışan Trump ve Rusya’dan alınan S400’ler meselesi bir çırpıda aklınıza gelmiş olmalı.
Küreselcilerin kanalı Netflix küreselcilerin büyük korkusu olan muhtemel bir Amerika + Rusya + Türkiye ortaklığı korkusunu bilinçaltından fışkırtıvermiş sanki.
Filmde o kadar çok bilinçaltı mesajlar var ki maalesef anlatmaya sütunumuz yetmez.
Mesela diktatöre istihbari yardım sağlayan kişilerin İngiliz aksanlı olması, halk devriminden kaçış için kullanılacak yat kaptanının Alman olması, yine bu yatı etkisiz hale getiren mini denizaltıların Çin yapımı olması, diktatörün sık sık Arap ülkelerinde boy göstermesi ve kendisine şemsiye tutan geleneksel Arap elbiseli hizmetkarlar, ülkenin bayrağının yeşil zemin üzerine ay yıldız sembollü olması, sarayın isminin Oğuzkhan Palace (Oğuzhan) olması, yatın değerinin 1 milyar Manat olması (Türkmenistan para birimi) gibi mesajların alt okumalarını yaptığınızda Türk ve İslam dünyasının hedef alındığını mutlaka siz de fark edeceksiniz.
Ama en önemlisi diktatörü devirecek halk hareketini tetikleyecek operasyona başlanılan noktanın “Türgıstanyn Energıya Ministrliği” yani “Enerji Bakanlığı” olması.
Ayın hemen başlarında gelen şu haberi unutmamışsınızdır inşallah:
“TANAP’ın Avrupa bağlantısı Edirne’de düzenlenen törenle gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev dev projeyi Avrupa’ya bağlayacak butona birlikte bastı.”
Ya da geçen hafta bültenlere düşen bu haberi:
“ABD’nin yaptırımla tehdit ettiği Rus gazını doğrudan Türkiye’ye iletecek Türk Akım boru hattı gaz akışına hazır hale getirildi. Projenin resmi açılış töreninin 8 Ocak’ta İstanbul’da gerçekleştirilmesi planlanıyor. Törene, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in katılması bekleniyor.”
Diktatöre karşı halk devrimini başlatan psikolojik operasyonlardan birisi de eskiyi temsil eden (Atilla) ve yeniyi temsil eden modern giyimli bir devlet adamı heykelinin (Atatürk benzerliği şaşırtıcı) havaya uçurulması oldu.
Ve tam da geçen hafta bu film sinema salonlarında gösterime girmişken firari FETÖ tetikçisi Emre Uslu’nun yayınladığı video da “yaptığı izlediği politikalar nedeniyle Erdoğan uluslararası müdahaleyi sanki zorluyor gibi bir durum söz konusu. Türkiye’yi uluslararası müdahaleye açık hale getiriyor diye düşünmeden edemiyorum” sözleriyle adeta müdahale imasında bulunması sizce de tesadüf müdür?