Birinci Dünya Savaşı'nın en önemli cephelerinden biri olan Basra - Bağdat hattında 29 Nisan 1916 tarihinde İngilizlere karşı kazandığımız bu zafer, sanıldığının aksine Osmanlı'nın son zaferi değildir. 1917'de Filistin Cephesinde Mart ve Nisan aylarında kazanılan iki Gazze Zaferi ile 1918 Mayıs'ında 2. Şeria Zaferi, Osmanlı'nın İngilizlere karşı her zaman galip gelebildiğini göstermektedir. Birinci Dünya Savaşı'ndaki en büyük sıkıntımız, ordunun kötü sevk ve idare edilmesi ve Alman Generallerin yanlış hatta kasıtlı kararlarla askerimizi mağlubiyete sürüklemesidir.

Kutül Amare Zaferini iyi anlamak için Basra cephesinin durumuna bir göz atmak gerekir. İngilizlerin savaşın daha başlangıcında uzun vadeli plan yaptıkları iki önemli cephe vardı: Birisi zengin petrol yataklarının tesbit edildiği Irak Bağdat cephesi, diğeri kutsal toprakları içine alan Filistin Kudüs cephesi.

22 Kasım 1914 tarihinde Basra'yı işgal ederek, Irak cephesi harekatına başlayan İngilizlerin asıl hedefi, elbette halifeler şehri Bağdat'tı. Osmanlı Devleti ise savaşa henüz yeni girmiş olduğu için, bu bölgelerde az sayıda askeri kuvvet bulundurmaktaydı. İngilizler 9 Aralık'ta Kurna'yı ele geçirince, Harbiye nazırı Enver Paşa, Kaymakam (Yarbay) Süleyman Askeri Bey'i Irak kumandanlığına tayin etti.

Emrindeki "Osmancık Taburu" ve diğer birliklerle 1915 Ocak ayında Irak cephesine gelen Süleyman Askeri bazı başarılar elde etmiş ama her iki bacağından ağır yaralanmıştı. Sedyeyle idare ettiği Şuaybiye Savaşı'ndaki mağlubiyetten kendini sorumlu tutan Süleyman Askeri, 14 Nisan günü kendi silahı ile hayatına son vermişti. Onun yerine Miralay (Albay) Nureddin Bey Mayıs ayında Bağdat'a gelmişti.

İngilizler bu başarının ardından General Townsend'i Irak birliklerinin başına getirerek Bağdat'ı işgal etme planları yapmaya başladılar. Haziran'da kuzeye doğru ilerleyen İngiliz kuvvetleri Nasırıye'yi ele geçirdikten sonra, önce Ali Garbi kasabasını ardından 29 Eylül'de Kutül Amare'yi işgal ettiler. 3 Ekim'de ise Aziziye'yi ele geçiren İngilizler ile Bağdat arasında 80 km mesafe kalmıştı.

Miralay Sakallı Nureddin Bey ise Selmanı Pak bölgesine çekilmiş, İstanbul'dan takviye birlikleri istemişti. Bu gelişmeler üzerine Irak kuvvetleri ile Musul ve İran'daki birliklerden meydana gelen 6. Ordu kurulmuş, başına da Alman Mareşal Von Der Goltz tayin edilmişti. Ancak Nureddin Bey bu Goltz Paşa'dan pek hoşlanmamıştı. Bu yüzden Enver Paşa amcası Miralay Halil Bey'i de aynı cepheye tayin etti.

Selmanı Pak'ta 22 Kasım'da meydana gelen savaşta İngiliz birlikleri yenilip, beş bine yakın zayiat vererek geri çekilmek zorunda kaldı. Aziziye'de tutunamayan İngilizler sonunda Kutül Amare'de savunmaya geçtiler. Onları adım adım takip eden Osmanlı birlikleri, Kutül Amare'de yaklaşık 13 bin İngiliz askerini kuşattılar. Nureddin Bey, General Townshend'e teslim olmalarını söylediyse de teklifi kabul edilmedi.

***

Böylece 27 Aralık 1915'ten 29 Nisan 1916'ya kadar sürecek olan dört aylık Kutül Amare savaşları ve kuşatması başlamış oldu. Üç tarafı nehirle çevrili olan Kutül Amare, savunmaya elverişli bir yer olmakla birlikte, gemilerle erzak ve cephane takviyesini de kolaylaştırıyordu. İngilizler bu düşünceyle buraya çekilip uzun sürecek bir savunma düzeni almışlardı.

Kutül Amare'ye yardıma gelen İngiliz kuvvetleri ile Osmanlı ordusu arasında dört defa ciddi çatışma yaşandı:

General Fenton Aylmer komutasındaki kolordu, 6 Ocak 1916'da hücuma geçti. Meydana gelen Şeyh Saad Muharebesi'nde toplam 4 bin askerini kaybeden İngilizler geri çekildi.

Bir hafta sonra 13 Ocak 1916'da Vadi Muharebesinde tekrar saldırıya geçen İngilizler, 1.600 kayıp vererek yine başarısız oldular.

Bu defa 20 bin kişilik bir İngiliz ordusu Felahiye bölgesinde tekrar hücuma geçti. 21 Ocak tarihinde yapılan bu muharebede 3 bin kişiye varan bir kayıp veren İngilizler, Kutül Amare'de yardım bekleyenlerin ümitlerini de boşa çıkardı.

Şubat ayını sessiz geçiren İngiliz kuvvetleri Mart başında tekrar harekete geçtiler. 8 Mart'ta Sabis Muharebesinde Miralay Ali İhsan Bey karşısında mağlup olan İngilizler, 3 bin 500 zayiat vererek yine geri çekildiler.

Bu arada nehir yolundan takviye yapamadıkları için havadan erzak ve cephane ikmali yapan İngiliz uçakları başarılı olamadı. Çünkü havadan atılan malzemelerin bir kısmı Dicle nehrine düşerken bir kısmı da Osmanlı askerlerinin eline geçmişti.

Bu arada Osmanlı cephesinde çok önemli bir gelişme yaşanmıştı. 19 Nisan'da Alman Goltz Paşa tifüs hastalığından ölmüş, onun yerine 6. Ordu kumandanlığına yeni Mirliva olan Halil Paşa getirilmişti.

İngilizler artık gelecek yardımdan tamamen ümitlerini kesmişlerdi. Yiyecek ve cephane stokları da bitmiş, binek atı ve yük katırlarını keserek yemeye başlamışlardı. General Townshend yapacak başka bir şey kalmadığını anlamış, teslim şartlarını konuşmak için Halil Paşa'ya haber göndermişti. Sonunda 29 Nisan 1916 tarihinde 13 bin kişilik İngiliz kuvvetleri teslim olmuştu. Halil Paşa askerlerine şöyle hitap etmişti:

"Arslanlar! Bütün Osmanlılara şeref ve şan İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut'u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10 bin erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut'ta 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30 bin zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte Osmanlı sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale'de, ikinci zaferi burada görüyoruz."

***

Burada unutulmaması gereken iki önemli noktayı hatırlatmak istiyorum:

Birincisi, biz Kutül Amare zaferine sahip çıkıp gerekli tedbirleri almadığımız için 10 ay sonra Mart 1917'de hem Kutül Amare'yi hem de Bağdat'ı kaybettik.

İkincisi ise, Kutül Amare'de teslim olan İngiliz Ordusunun büyük çoğunluğu, yaklaşık 9 bini Hintli askerlerdi. Bu Hintli askerlerin bir kısmı da Müslümandı. Birinci Dünya Savaşı'nda istihbarat ve propaganda çok önem kazanmıştı. İngilizler İslam dünyasını parçalamak için sömürgesi olan birçok ülke gibi Hindistan'da yoğun bir çalışma başlatmış, Osmanlı'ya karşı savaşmak için yüz binlerce asker toplamıştı. Hatta bunların çoğu kime karşı savaştığını bile bilmiyordu. Sonuçta Çanakkale başta olmak üzere birçok cephede, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli, Mısırlı gençleri İngiliz askeri diye bizim karşımıza çıkarmışlardı.