Bizler her nedense itidali kaybettik. İfrat ve tefrit arasında hep gel gitler yaşıyoruz. Uç noktalarda hareket ettiğimiz için, sevdiğimiz kişiye hiç toz kondurmuyoruz, nefret ettiğimiz kişiye de her türlü harekette ve iftirada bulunuruz. Bu durum bir ahlâkî sorun olarak kendisini özellikle siyaset sahnesinde kendisini gösteriyor. Mesela bağlı olduğumuz siyasî partinin liderini öveyim derken, bazen yalakalık derekesine düştüğümüzü bile fark edemeyecek kadar objektiviteden uzaklaşıyoruz. Ve daha da vahimi olan, liderimizi övelim derken ne anlama geldiğini bilmediğimiz ecnebi kelimeleri de kullanmaktan çekinmiyoruz. Bunu yaparken, örnek aldığımız liderimize iyilikte bulunmadığımız gibi toplum nezdinde de bir kelimenin anlam bozulmasına veya kafa karışıklığına yol açabiliyoruz.

Size somut bir örnek vereyim: Yalçın Akdoğan’ın "Siyasi Liderlik ve Erdoğan" adlı kitabında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında bazı dikkat çekici bilgiler verilmektedir. Akdoğan, bir yerde şöyle bir açıklama yapıyor:

“Bir de karizmatik liderler var. Tayyip Erdoğan bu kategoriye giriyor. Daha çok kaos dönemlerinde ortaya çıkar. Bir umut olarak görülmesi ve milletin kurtarıcı olarak sarılması. Kahramanlaşması. Atatürk, Samsun'a çıktığında kurtarıcı olarak görülüyordu. Böyle baktığımızda karizmatik liderliğin özelliklerini taşıyor. Gandi de öyle.”

Bizler yabancı kaynaklı kelimeleri, anlamlarını tam bilmesek de kullanmayı severiz. Bunlardan birisi de Yunanca kökenli olan “KARİZMA” veya bunun bir sıfatı olan “KARİZMATİK” kelimesidir. Bundan ne anladıklarını kullananlara bir soralım bakalım. Birçoğu bundan safiyane bir biçimde olağanüstü bir liderin sahip olduğu gücü, yeteneği ve çekiciliği anlayacaktır. Bu sosyolojik tanımlama, galat-ı meşhur hale getirildiği için, belki kısmen doğru gibi görünse de son derece yetersizdir.

Karizma, aslında İslâm öncesi vahye dayanmayan ilkel dinlerin terminolojisinden günümüzün sosyal bilimlerine aktarılmış ve bu yönüyle bir insanın, olağanüstü meziyetlere, büyüleyici özelliklere ve etkileme gücüne sahip olması anlamına gelmektedir. Ne var ki özel seçilmiş bir kişiye verilmiş olan bu fevkalade meziyetler (Yunan mitolojisinde olduğu gibi) Tanrılardan veya başka metafizik güçlerden verildiğine inanılır. Dolayısıyla Karizma, “tanrısal misyona sahip olma, ilahî tayin, metafizik güçler tarafından vazifelendirme” anlamlarına gelmektedir. Herkesten farklı olarak ilahî bir güce sahip olmanın avantajı ile böyle üstün bir kişi, sosyal yönden de avantajlı bir konuma gelebilmekte ve toplum tarafından “karizmatik lider” olarak kabul edilmektedir. Kişinin karizması, halkın ona kayıtsız-şartsız olarak itaat etmesi için yeterli bir sebep olabilmektedir.

Karizmatik lider, halkın tümü tarafından olmasa da belirli bir kesim tarafından âdeta tapılırcasına sevilir. Çünkü belirli siyasî-tarihî süreçler, ona bir kahramanlık hatta kutsallık bile atfedilmesine zemin hazırlamıştır. "Ulu" bir kişi veya "vatanı kurtaran" olarak görülen karizmatik lider, hakikaten böyle üstün bir kişi örneği olup olmadığı, genelde ideolojik bazı gerekçelerden ötürü ikinci plânda kalmakta ve tartışma konusu olması dahî tepkilere yol açmaktadır.

Ölçümüz İslâm İse, Karizma Kavramına Nasıl Bakmalıyız?

İslâm dini, peygamberler dâhil beşer vasfı taşıyan hiç kimseye ilâhî bir kimlik veya güç anlamında bir Karizma vermemiştir. Allah’tan başka ilah olmadığına göre ilahî güce sahip olan tek Allah’tır. O’nun peygamberleri de insan/kul olmaları hasebiyle bu gerçeğin dışında değerlendirilemez. Allah, insanların kendi kendilerine veya başkalarına bazı ilahî vasıflar vermelerini, kişiyi şirke götüreceği için, kesinlikle yasaklamış ve insanlardan sadece kulluk vazifelerini yerine getirmelerini istemiştir (Zariyat: 56. Enbiyâ: 25).

Peygamberimize (sav) hitap eden şu iki âyet de açıkça Peygamberimizin (sav) dünyadaki insanî konumunu göstermektedir.

“De ki: ‘Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum. Size, muhakkak ki ben bir meleğim demiyorum. Ancak bana vahyedilene tâbî olurum. Basiretle gören ve görmeyen bir olur mu, hâlâ tefekkür etmiyor musunuz?’ de.” (En’âm: 50).

“(Ey peygamber) De ki: Allah dilemedikçe, kendime bir yarar sağlamak ya da kendimden bir zararı uzaklaştırmak benim elimde değil. Eğer insan kavrayışının ötesinde olanı bilseydim, muhakkak ki, bahtiyarlık adına ne varsa ondan payıma daha çoğu düşerdi ve kötülük asla yaklaşamazdı bana. (Ama) ben sadece bir uyarıcıyım ve inanan bir topluma iyi haberler getiren bir müjdeci.” (A’râf: 188).

Allah, peygamberlerinin dahî kutsallaştırılmasını yasaklarken, nasıl oluyor da günümüzün bazı rasyonalist bilim insanları, başarı göstermiş olduğunu düşündükleri bazı devlet adamlarına bilerek veya bilmeyerek “karizmatik” yani ilahî bir özellik kazandırmak ister. Yalçın Akdoğan’ın böyle bir niyeti olduğunu düşünmüyorum, ama Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “karizmatik” olarak tanımlanmasını da dinen sakıncalı buluyorum. Bir devlet adamını sevebiliriz, ama onu yüceltmede fazla ileriye gidersek, Allah korusun, sevdiğimiz kişiye de kendimize de manen zarar veririz.

Kaldı ki Recep Tayyip Erdoğan’ı Atatürk gibi başka bir “karizmatik” liderle kıyaslamak ne derece doğrudur? Tek parti döneminde Atatürk’ü “karizmatik” lider olarak gören laik(çi) Kemalistler, genel başkanlarını ilahlaştırmadılar mı? O dönemin Edirne milletvekili Şeref Aykut, CHP’nin altı okundan yola çıkarak, Kemalizm dininin altı esastan oluştuğuna dair bir kitap yazmadı mı? Yine Kemalist edebiyatçılar, şiirleriyle Atatürk’ü alenî olarak Kemalizm dininin peygamberi olarak tanıtmadılar mı? Hatta bazıları karizmatik vasfını da yeterli görmeyip onu ilahlık makamına yükseltmedi mi?

Bir şiirinde “Ey Samsun’da karaya çıkan ilâh, merhaba” diyen Kemalist şairlerden Behçet Çağlar'ın Atatürk adına yazdığı o sözde ezana ne demeliyiz?

“Atatürk Ekber! Atatürk Ekber! Ancak O var Atatürk! Evliya odur, Peygamber odur…”

Karizmatik diye diye liderlerin ilahlaştırıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Aman dikkat. Bizler Müslümanız. Sadece Allah’a kulluk görevimizi yaparız. Ne şeyhlerimizi, ne de siyasî liderlerimizi ilahlaştırabiliriz. Güzel amellerini ve işlerini takdir ederiz, yaptıkları hatalarını kendilerine usulünce söyleriz. Çoluk çocuğumuzu, akrabalarımızı veya devlet adamlarını severken, Allah rızası için sevmeliyiz ve yine Allah rızası için gerektiğinde uyarmalıyız. Methederken de ölçüyü kaçırmamalıyız. Peygamberimizin (sav) şu sözü, bütün şuurlu Müslümanlar için geçerlidir:

“Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övmede haddi aştıkları gibi beni övmede siz de haddi aşmayın. Bilin ki ben sadece bir kulum. Benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisidir deyin.” (Buhârî, Enbiyâ 48).

Biz peygamberimize (sav) dahî kul peygamber sıfatının ötesinde Allah’ın gazabına müstahak olabileceğimiz farklı anlamlar yüklememiz son derece sakıncalı iken, sadece kul vasfı taşıyan kahraman bildiğimiz liderlere halen karizmatik demeye devam edeceğiz mi?