Miceddid Mahmud Efendi Vakfı tarafından düzenlenen ve Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'yi anmak amacıyla gerçekleştirilen Hatim Merasimi programı dualar eşliğinde tamamlandı.
Ömrü boyunca İslam'a hizmet eden, inancından taviz vermeyen ve ilme büyük önem atfeden Mahmud Efendi Hazretleri, vefatının yıl dönümünde rahmet ve minnetle anıldı.
Muhammed Keskin: Hizmet de, himmet de devam ediyor.
NetHaberler'e konuşan, Vakfın Başkanı Muhammed Keskin Hocaefendi; etkinliğin manevi bir atmosferde nihayete erdiğini ifade ederek, katılımcılara teşekkürlerini sundu. Ayrıca bu programın, Mahmud Ustaosmanoğlu Hazretleri'ne layık bir şekilde icra edilmiş olmasından memnuniyet duyduklarını belirtti. Muhammed Keskin: hizmet de, himmet de devam ediyor.
Mahmud Ustaosmanoğlu'nu anma ve Hatim Merasimi İstanbul’da yoğun katılımla gerçekleşti.
Son dönemin önemli din adamlarından biri olan İslam Alimi Müceddid Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'yi anma ve Hatim Merasimi İstanbul’da geniş bir katılımla gerçekleşti.
Programa Şeyh Ömer Ceylani, Fadıl Ceylani, İran Türkmen Sahra Âlimleri adına Yahya Asami ve beraberindeki hoca efendiler, Pakistanlı Şeyh Muhammed Hamed, İmam-ı Rabbani kuddise sirruhunun torunu Sıbgatullah Müceddidi'nin oğlu İsmet Müceddidi de katılım sağladı.
Programda yapılan konuşmalar ve dualarla manevi bir atmosfer hakim oldu. Mahmud Efendi Hazretleri, 6 Haziran 2022 tarihinde geçirdiği sağlık sorunları sebebiyle hastaneye kaldırılmış ve 23 Haziran 2022 tarihinde hayata gözlerini yummuştu. Naaşı 24 Haziran’da Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından 3 milyondan fazla Müslümanın katılımıyla ebedi yolculuğuna uğurlandı. O gün milyonların buluştuğu törende unutulmayacak anlar yaşandı. Anma etkinlikleri, İstanbul Beykoz Çavuşbaşı’ndaki Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin haneyi külliyesinde düzenlendi.
ABDÜLHAMİD HAN’IN TORUNU İLE CÜBBELİ AHMET DE KATILDI
Programa Türkiye’nin dört bir yanından ve çeşitli İslam ülkelerinden birçok âlim ve din adamı katılım sağladı.
Abdülhamid Han'ın 4. Kuşak Torunu Harun Kerim Osmanoğlu, Şeyh İsmet Müceddidi ile Ömer Ceylani gibi önemli isimler yanı sıra Cübbeli Ahmet (Ahmet Mahmud Ünlü) Hocaefendi de programda hazır bulundu.
Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başlayan etkinlikte, Vakıf Başkanı Muhammed Keskin açılış konuşmasını gerçekleştirirken, etkinlikte okunan hatm-i şerifler için dualar edildi. Gün boyu süren çat kapı program boyunca, dinî sohbetler, hatim duaları ve aşrı şerifler okunarak manevi zenginlik sağlandı.
Vakfın etkinlik sonrası NetHaberler.Com'a yaptığı açıklamada: “Efendi Hazretlerimiz Kuddise Sirruhû Sultanımızı Anma Merasimi’ni idrak ettik” denilerek, Türkiye'nin farklı noktalarından gelen binlerce ihvan ve misafirlerin katılımı ile programın feyiz ve bereket dolu bir şekilde gerçekleştiği ifade edildi.
Ayrıca açıklamada, öğle sonrası ikramlarla başlayan ve akşam namazına kadar dualarla devam eden bu manevi buluşmanın memnuniyetle karşılandığı belirtilerek, uzaktan yakından gelen tüm katılımcılara şükran dilekleri iletildi. “Yüce Rabbimizden, Efendi Sultanımızın manevi himayelerinden layıkıyla istifade etmeyi niyaz ediyoruz” ifadeleriyle açıklama sona erdi.
Mahmut Ustaosmanoğlu Kimdir?
Mahmud Efendi Hazretleri 1927’de Trabzon vilâyetinin Of kazasının Miço (Tavşanlı) köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Mustafa oğlu Ali Efendi ile annesi Tufan kızı Fâtıma Hanımefendi, takva ile maruf muhterem kimseler idiler.
Ali Efendi köyün camisinde imamlık yapar, aynı zamanda kendi tarlasında da ziraatla meşgul olurdu. Tarlası câmiye uzak olmasına rağmen vazifesini hiç aksatmaz, mutlaka câmiye gelir, ezan okur ve namazı kıldırırdı. Bazen köylüler ziraatla meşgul olduklarından câmiye gelemezler, Ali Efendi namazı tek başına kılmak zorunda kalacağını bildiği halde işini bırakır, yine de namazını câmide kılardı. Ali Efendi ibadetine düşkün, çokça Kur’ân okuyan kanaat ehli bir kimse idi. 1954 senesinde zorluklarla biriktirdiği parasıyla hacca gitti ve Mekke-i Mükerreme’de rahatsızlanarak vefat edip Cennetü’l-Muallâ’da, daha önce orada vefat etmiş bulunan babası Mustafa Efendi’nin yakınına defnedildi.
Annesi Fâtıma Hanım kul haklarına çok dikkat ederdi. İneklerini meraya götürürken kimsenin bahçesinden otlamasın diye ağızlarını bağlardı. Kazara bir ineği başkasının bahçesinden otlayacak olsa hemen sahibinden helallik ister ve o inekten sağdığı sütün tamamını bahçe sahibine verirdi.
İLME BAŞLAMASI, HOCALARI VE İCAZETİ
Mahmud Efendi Hazretleri altı yaşındayken hafızlığını babası ve annesinde yaptı. Ailesinin ve yetiştiği çevrenin dindarlığının da etkisiyle küçük yaşına rağmen namazları câmide kılıyor, nafile ibadetlere de ihtimam gösteriyordu.
Hafızlığını bitirdikten sonra Ramazan ayında Kayseri’ye gidip o bölgenin muteber ulemâsından olan Tesbihcizade Ahmed Efendi’den sarf, nahiv ve Farsça okudu. Kayseri’de bir sene kaldıktan sonra memleketi Of’a dönerek zamanın en meşhur kıraat âlimi Mehmed Rüşdü Aşıkkutlu Hocaefendi’den Kur’ân-ı Kerîm, talim ve tecvit dersleri aldı.
Belağat, ilm-i kelam, tefsir, hadis, fıkıh ve usûl-ü fıkh gibi sâir ulûm-i şeriyyeyi ise aklî ve naklî ilimlerde mütehassıs ulemâdan ve Süleymaniye Medresesi dersiâmlarından olan eniştesi Çalekli Hacı Dursun Fevzi Efendi’den ikmal ederek henüz on altı yaşında iken icazet aldı.
Kendisi okurken okutmaya başladığı talebelerini yedi sene kadar okuttuktan sonra askere gitmeden icazet verdi ki; o tarihlerde bu, başarılması çok zor bir işti.
ŞEYHİ ALİ HAYDAR EFENDİ’YLE TANIŞMASI
Askerde bulunduğu sırada ise hayatının seyrini değiştirecek olan en büyük üstadı ve şeyhi Ali Haydar Efendi’yle tanıştı. Ali Haydar Efendi Hazretleri Osmanlı sultanlarından son dört padişahın huzur hocalarından olup, Meşîhat-ı İslâmiyye’de Hey’et-i Te’lîfiyye Reisi idi.
İşte Mahmud Efendi murad (Allâh-u Te’âlâ tarafından seçilmiş) kullardan olduğu için böyle büyük bir âlim ve şeyh olan Ali Haydar Efendi Kendisine özel olarak gönderildi. Şöyle ki: Ali Haydar Efendi’nin kırk sene evvel vefat etmiş olup Bandırma’da medfun bulunan şeyhi Ali Rıza Bezzaz Hazretleri bir gece İstanbul’daki tekkede bulunan Ali Haydar Efendi Hazretleri’ne mânevî yolla zuhur etmiş. O günlerde orada askerde bulunan Mahmud Efendi’yi takdim ederek: “Hemen Bandırma’ya gel ve buradaki emaneti al” diye emir buyurmuş. Bunun üzerine Ali Haydar Efendi derhal Bandırma’ya gidip Tekke Câmii’ne varmış ve yanında bulunan müridlerine: “Burada bir asker var, onu bulun ve bana getirin” buyurmuş. Bu emir üzerine Bandırma’da bir asker aramaya başlamışlar. Fakat bu askerin adı, soyadı ve adresi olmadığı için işleri hiç de kolay olmamış.
Bundan sonrasını Mahmud Efendi Hazretleri şöyle anlatır: “Küçük yaşlarımdan beri âlimlere ve şeyhlere karşı muhabbetim vardı. Nerede bir âlim, bir Allâh dostu olduğunu öğrensem onu ziyaret ederdim. Bandırma’da acemi birliğinde askerlik yapıyorken orada da ziyaret edip, duasını alabileceğim âlim bir zat, bir şeyh efendi var mı diye merak ediyordum. Orada Halil Efendi isminde takva sahibi bir zat vardı. Bir keresinde ona: ‘Buralarda şeyh yok mu?’ diye sordum. O da bana Ali Rıza Bezzaz Efendi Hazretleri’nin kabrini göstererek: ‘Bu zatın halîfesi var, lakin O da İstanbul’da’ dedi. Bunun üzerine ben o zatın kabrini ziyaret ettim. O’nun halîfesini de ziyaret edip duasını almayı arzu ettiğim için, ‘Bir fırsatını bulup İstanbul’a nasıl gidebilirim?’ diye düşünmeye başladım, işte o anda kalbim o zata doğru aktı. Artık daima onu düşünür oldum. Bir gün Bandırma’da deniz kenarındaki Haydar Çavuş Câmii’nde cuma namazını eda ettim. Namazdan sonra câminin bir köşesinde beyaz sarıklı, beyaz cübbeli, gayet heybetli ve nûranî bir zat gördüm. Bana padişah gibi heybetli geldi. O zatın kim olduğunu sorduğumda bana: ‘İşte o zat Senin görmek istediğin Ali Haydar Efendi Hazretleri’dir’ dediler. Çok sevindim ve onunla görüşmek istedim. Fakat yakınları temkinli davranıp bana: ‘Zaman çok kötü, bu zat takipte. Gece gelirsen görüşürsün’ dediler. Gece gittiğimde rahatsız olduğu için erken yatmıştı. Kendisiyle ancak ertesi gün görüşmek nasip oldu, huzuruna girdiğimde beni görür görmez: ‘İşte kitaplarımı teslim edeceğim kişi budur’ dedi. Böylece görüşüp tanıştık, Beni Kendisine mânen Şeyhi’nin teslim ettiğini bildirdi ve Kendisinden ayrılmamamı tenbih etti, bir daha da onu hiç bırakmadım.”
İLME VERDİĞİ ÖNEM VE DÎNÎ İLİMLERİ NEŞRİ
Şeyhi Ali Haydar Efendi’nin vefatıyla Mahmud Efendi Hazretleri’nin hayatında yeni bir merhale başlamış oldu. Bir taraftan imamlık yaparak cemaatle, bir taraftan talebe okutmakla, diğer bir taraftan da Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin vasiyeti veçhile tarikat ehli ihvanı irşâd ile meşgul oluyordu.
İmamlık yaptığı İsmailağa Câmii’ni hem tekke hem medrese hem de emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker merkezi olarak kullanıyordu. Osmanlı medreselerinde takip edilen usul üzere daha askere gitmeden önce memleketinde talebe okutmuş ve birçok kimselere icazet vermiş olan Mahmud Efendi Hazretleri’nden İstanbul’da da birçok imam, vâiz ve müftü ders aldı.
Kendisi daima insanları ilme, amele ve ihlaslı olmaya teşvik ederdi. O zamanlarda ilim okumak ve okutmak hele ki sünnet-i seniyyeden taviz vermeden bu işi yapmak hiç de kolay değildi.
Köylerde cenazeleri kaldıracak, ramazanlarda teravih kıldıracak ve mukabele okuyacak kişileri bulmak bile zor hale gelmişti. Avam halk Kur’ân-ı Kerîm’i okuyamaz, namaz kılmayı bilemez, dînî vecîbelerden bîhaber ve dahî îman şartlarını sayamaz ve kelime-i şehâdeti bile telaffuz edemez hale gelmişti. On sekiz sene ezân-ı Muhammedî Türkçe okutulmuş, Arapça okuyanlar takibe uğrayıp cezalandırılmıştı. Din adamları ve mütedeyyin insanlar basın-yayın organları kullanılarak kötülenmiş, iftiralar atılarak halkın nazarından düşürülmeye çalışılmıştı ve bu işte oldukça mesafe de kat edilmişti.
Sakallılar, sarıklılar papaz diye yaftalanmış, çarşaflılar öcü gösterilmişti. Bu maksatla nice filimler, tiyatrolar ve piyesler düzenlenmişti. Bu iş meydanlarda çarşaf çıkarma merasimleri icra etmeye kadar varmıştı. İnsanlar körü körüne Avrupa’yı taklit etmeye teşvik edilmiş ve bu hususta bütün ölçüler ayakaltına alınarak her türlü yanlış açıktan işlenir hale gelmişti.
Dînî ilimleri içeren kitaplar bir yana Kur’ân-ı Kerîm okumak bile yasaklanmıştı. Bu şartlar altında dînini öğrenmek isteyenler dağlarda, mağaralarda, ahırlarda ve mezarlıklarda köşe bucak kaçarak, dışarılara nöbetçiler bırakarak ders okumaya çalışıyorlardı.
ON BİNLERCE TALEBE YETİŞTİRDİ
Kur’ân-ı Kerîm’i Arapçasından okuyabilmenin bile ulaşılması çok zor bir iş olduğu bu ağır şartlar içerisinde Mahmud Efendi Hazretleri’nin kırk-elli senelik kısa bir zaman zarfında erkekli kadınlı binlerce hoca, on binlerce talebe yetiştirmesinin ve yüzbinlerle ifade edilen sakallı erkeklerin ve çarşaflı kadınların yetişmesine sebep olmasının her türlü takdirin fevkında bir hizmet olduğu aşikârdır.
On beş-on altı yaşlarındaki gençlerin sakallarına jilet vurmaması, sarık, şalvar, cübbe giymeleri, hafızlık yapmaları ve Kur’ân ilimlerini tahsil etmeleri, genç kızların çarşaf giymeleri ve küçük yaşlarda Kur’ân’ın manasını anlayacak seviyeye ulaşmaları hiç şüphesiz büyük bir gayretin ve mânevî bir tesirin eseridir.