Mehmed Kırkıncı hoca 'Hayatım, Hatıralarım' adlı hatıra kitabında, Türk şair ve Hafız Ali Ulvi Kurucu'nun 70'li yıllarda geçen ibretlik anısına yer vermiş.

İşte Endonezya'nın eski Cumhurbaşkanıyla Medine-i Münevvere'de geçen o ibretlik anı:

"1970 yıllarında Endonezya’nın eski başbakanlarından Muhammed Nasır, Medine-i Münevvere’ye geldi. Kendisini daha önceden tanıdığım için ziyaretine gittim. Halimi hatırımı sorduktan sonra ilk sorusu şu olmuştu: “Bu sene de Türkiye’den hacı var mı?”

1976 yılında hacca gittim. Ali Ulvi Bey'i ziyaret etmek için Avukat Bekir Berk ile Medine'ye gittik. Kendisi şöhretli bir edip ve şairdi. Üstadın tarihçe-i hayatının önsüzünü o yazmış, Üstad'ın şahsiyetini çok güzel yorumlamıştı. Orada bulunduğumuz sürece hemen hemen her gün beraberdik. Kendisiyle uzun ve faydalı sohbetlerimiz oldu. Bize ibret dolu birçok hatırasını anlattı. En çok dikkatimizi çeken ve bizi tesir altında bırakan şu hatırasıydı;

"1970 yıllarında Endonezya'nın eski başbakanlarından Muhammed Nasır, Medine-i Münevvere'ye geldi. Kendisini daha önceden tanıdığım için ziyaretine gittim.

Halimi hatırımı sorduktan sonra ilk sorusu şu olmuştu:

"Bu sene de Türkiye'den hacı var mı?"

"Var Elhamdülillah" dedim. Tekrar sordu:

"Kaç kişiler?"

"Yüz elli bin" dedim.

"Yüz elli bin mi?" diye ağlamaya başladı ve secdeye kapandı. Hayretler içinde kaldım, büyük bir devlet adamı secdede ağlıyordu. Secdeden kalkınca oturdu. Kendisine:

 "Verdiğim bu haber zat-ı âlinizi çok duygulandırdı, hislendirdi. Acaba hikmeti ne olabilir?" diye sordum. Şu cevabı verdi:

 "Aziz dostum, ben Lozan Muahedesini çok iyi bilen bir diplomatım. O muahedenin hedefi, aslında Müslüman Türkiye'nin başını yemekti. İngiliz heyetinin baş murahhası olan Lord Gurzon'un teklifi Türkiye'nin bir Hıristiyan devleti olmasıydı. Türk heyetini bu ağır teklifi kabule zorluyorlardı. Eğer Türk milleti Hıristiyan olma fikrine şiddetle karşı çıksa -ki çıkacaktır- o zaman hiç olmazsa Türkiye'de Avrupa kültürünün tam hâkim olmasını ve sefahate azamî hürriyet tanınmasını sağlayacaklardı. Laiklik, batı dünyasında olduğu gibi din ve vicdan hürriyeti manasına değil, din aleyhtarlığı şeklinde uygulanacaktı. Gelecek nesilleri bu manevi güçten, faziletten, mahrum etmekle menhus gayelerine kavuşacaklardı." dedi.

O sırada Bekir Bey dayanamayarak, "Haçlı seferleriyle yapamadıklarını bu muahede ile yaptılar." dedi.

Ali Ulvi Bey, Muhammed Nasır'ın ağzından anlatmaya devam etti: "...Fakat Allah'a hesapsız şükürler olsun ki, düşmanların bu plânları akim kaldı, muvaffak olamadılar. Çünkü sizin kahraman ecdadınız İslâmiyet uğrunda büyük bir ihlâs ve samimiyetle kan dökmüş, milyonlarca şehitler vermişler. Şehit olurken de şu samimi ifadeler ile niyaz etmişler: "Allah'ım gelecek neslimizin imanı sana emanettir. Onların maddî-manevî varlıklarını senin Hafız ismine havale ediyoruz. Zira bütün ruhumuzla inanıyoruz ki, senin hıfzına ve emanına teslim edilen bir emanet asla zayi olmaz." 

Şimdi yüz elli bin (150.000) hacının Türkiye'den geldiğini duyunca sevinç gözyaşlarını dökmekten kendimi alamadım:

"Ya Rabbi! Bu ne azametli bir tecelli sahnesidir. Cenab-ı Hakkın bu lütuf ve kereminin karşısında nasıl secdeye kapanmayayım? Ya Rabbi! Sen her şeye kadirsin. Cemalin güzel olduğu gibi, Celalin de güzeldir. Celalin olmasaydı, Cemalini nasıl müşahede ederdik. Zalimlerin bu ceberutları bu Türk vatandaşlarına hiç nefes aldırır mıydı?"

Mehmed Kırkıncı-Hayatım Hatıralarım

ALİ ULVİ KURUCU KİMDİR?

1922 yılında Konya’da doğdu. Hacıveyiszâde İbrâhim Efendi’nin oğludur. Dedesi Veyis Efendi ve amcası Hacıveyiszâde Mustafa Efendi, “ilim evi” olarak anılan aile ocağının dinî ilimlere hizmetleriyle tanınmış simalarıdır. İlk hocası olan babasının yanında hâfızlığını tamamladıktan sonra ilk ve ortaokulu Konya’da bitirdi. Babasından sarf-nahiv, Kādirî şeyhi Hâfız Ali Efendi’den kıraat okumaya başladı. O günkü şartlarda dinî ilimlerde derinleşmeye uygun bir ortam bulamayınca ailesiyle birlikte Medine’ye göç etti; oradan da yüksek öğrenimini tamamlamak üzere Mısır’a gitti. Kahire’de Ezher Üniversitesi’ne kaydoldu (1939). Burada Türk öğrencilerin kaldığı Revâku’l-Etrâk’ta Mustafa Runyun, Ali Yakup Cenkçiler, Ahmet Davudoğlu, İsmail Ezherli gibi daha sonra dinî ilimler sahasında isim yapacak bir arkadaş grubu arasında yer aldı. Ezher’deki eğitimi süresince, Kahire’de ikamet etmekte olan eski şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi ile Mehmed İhsan Efendi ve Zâhid Kevserî gibi tanınmış kişilerin yakın çevresinde bulundu, onlardan ders aldı, sohbetlerinden yararlandı. Altı yıllık bir eğitimden sonra babasının ölümü üzerine Medine’ye ailesinin yanına döndü. Burada uzun süre Evkaf Dairesi’nde İnşaat ve Sicillât emini olarak çalıştı. Ardından II. Mahmud’un inşa ettirdiği Mahmûdiye (1953-1975) ve Şeyhülislâm Ârif Hikmet (1975-1985) kütüphanelerinde müdür olarak görev yaptı, buradan emekliye ayrıldı. Kütüphaneciliği sırasında Arapça, Farsça, Türkçe kaleme alınmış binlerce yazma eseri tanıyan ve bunların tasnifini yapan Kurucu Türkiye ile olan bağını hiçbir zaman kesmedi; özellikle Türk hacılarıyla yakından ilgilendi. Emekli olduktan sonra Türkiye’de daha uzun süre kalmaya başladı. 3 Şubat 2002’de Medine’de vefat etti ve Cennetü’l-bakī‘a defnedildi.

Edebiyat ve şiire olan eğilimi Ezher’deki öğrencilik döneminde içine girdiği ortamda belirginlik kazanmış, bilhassa aruz ve Türk edebiyatı dersleri aldığı İhsan Efendi ile Victor Hugo, Lamartine gibi Fransız şairlerinden Türkçe’ye çeviriler yapan Mustafa Sabri’nin oğlu İbrahim Sabri’den şiir yazma konusunda teşvik görmüştür. Türk, Arap, Fars ve Fransız edebiyatları hakkında sohbet ve değerlendirmelerin yapıldığı bu ortamdaki insanların Mehmed Âkif’e olan hayranlığı onu da etkilemiş, hatta bir ara Mehmed Âkif gibi şair, Cenab Şahabeddin gibi nâsir olma arzusuna kapılmıştır. İlk şiir denemelerine de orada başlamıştır. Medine’ye döndükten sonra şiirde hocası Mahmud Cevdet (Sezer) Bey olmuş, bu yıllarda Rıza Tevfik’e mektuplar yazarak bazı şiirleri hakkında görüşlerini sormuştur. 1947’de yazdığı bir mektup, o sıralarda Rıza Tevfik’in şiiri ve metafizik meselelerle yakından ilgili olduğunu ortaya koymaktadır (Uçman, sy. 27 [2002], s. 129-137).

Ali Ulvi, Ali Kemal Belviranlı’nın 1950’de İstanbul’da çıkarmaya başladığı İslâmın Nûru adlı dergide arka arkaya şiirler yayımlamıştır. Daha çok Mehmed Âkif tarzını sürdüren dinî ve millî muhtevalı bu manzumeler o dönemde geniş okuyucu kesimlerince ilgiyle karşılanmıştır. Uzun yıllar Kahire ve Medine’de yaşamasına rağmen Türk edebiyatı ile yakından ilgilenmesi, farklı şairlerden birçok şiir yanında Safahât’ın tamamını ezberinde tutacak kadar kuvvetli bir hâfızaya sahip olması, şiir zevkinin oluşum yıllarında beraber olduğu son Osmanlı aydınlarından aldığı dil terbiyesi onu ana dilinin tabii yapısı içinde tutmuştur. İslâmî ve millî değerlere bağlı bir gençliğin yetişmesi idealini aile mirası olarak devam ettirmiş, şiiri yanında sohbetleri ve gazetelerde yazdığı yazılarını da böyle bir gaye için vasıta yapmıştır. Ali Ulvi’nin, “Doğmazdı kalbe iman, inmezdi arza Kur’an”; “Derdmendim yâ Resûlellah, devâ ol derdime”; “Ey âşık-ı dîdâr, ulu yezdâna gönül ver”; “Bülbüller sazda”; “Mevlâm sana ersem diye”; “Âşık-ı yezdan” gibi bazı şiirleri Sadettin Kaynak, Zeki Altın, Ali Kemal Belviranlı, Fevzi Özçimi ve Tahir Karagöz tarafından bestelenmiştir.

Eserleri. 1. Büyük İslâm Şairi Dr. Muhammed İkbal (Ankara 1957). Ebü’l-Hasan en-Nedvî’nin Muhammed İkbal hakkındaki bir konferansından meydana gelen eserinin çevirisidir.

2. Zulmeti Yıkan Nur (Ankara 1958). Ebü’l-Hasan en-Nedvî’nin Mâẕâ ḫasire’l-ʿâlem bi’nḥıṭâṭi’l-müslimîn adlı Arapça eserinin “Câhiliyetten İslâmiyet’e” başlıklı ikinci babının tamamı ile üçüncü babının ilk kısmının tercümesidir.

3. Gümüş Tül (İstanbul 1962). Önce Nurdan Sesler (Ankara 1957) adıyla bir araya getirdiği tamamı aruzla yazılmış şiirlerini topladığı eseridir. Daha sonra yeni şiirlerin ilâvesiyle Gümüş Tül ve Alevler adıyla yeni basımları yapılmıştır (5. bs., İstanbul 1996).

4. Asırlar Boyunca Parlayan Nur (İstanbul 1965). Faslı Şeyh İbrâhim b. İdrîs es-Senûsî’nin en-Nûrü’l-lâmiʿ adlı eserinin çevirisi olup Ali Kemal Belviranlı’nın önsözüyle neşredilmiştir.

5. Gecelerin Gündüzü (İstanbul 1990). Yazarın 1987-1990 yılları arasında Zaman gazetesinde çıkan yetmiş kadar yazısı ile bazı gazete ve dergilerdeki dört konuşmasından oluşmaktadır. Eser M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yayıma hazırlanmıştır.

6. Medine Notları (İstanbul 1999). Hayrettin Bulut tarafından yayıma hazırlanmıştır.

Ali Ulvi’nin 1957’de Atıf Ural’ın teklifiyle Said Nursi için hazırlanan Târihçe-i Hayat adlı kitaba yazdığı önsöz en güzel nesir parçalarından biri kabul edilmiş ve adının duyulmasında bir hayli etkili olmuştur. Sağlığında kendi ağzından derlenen hâtıraları M. Ertuğrul Düzdağ tarafından yayıma hazırlanmaktadır. Ayrıca Abbas Mahmûd el-Akkād’dan çevirip şerhettiği Yirminci Asır Mütefekkirlerinin Hakkı Arayışı adlı yayımlanmamış bir eseri bulunmaktadır.