Murat Bardakçı'nın 7 Ekim 2014 tarihinde Habertürk Gazetesi'nde yayınlanan "Suudiler’in Peygamber’in kabrini yok etme projesi, Portekizli bir amiralin hayaliydi" yazısı, Suudi Arabistan'da yaşanmakta olan son gelişmelerin, bir hristiyan amiralin hayaline hizmet edebiliyor olacağı hususunda bir hatırlatmada bulunuyor.

Bilindiği üzere Suudi Hanedanlığı, son olarak Harem-i Şerif'i Müslümanlara 'Koronavirüs' bulaşması tehlikesi nedeniyle kapatmıştı. Bu önemli karar karşısında meseleye ilk olarak Haber Vakti, "Hz Peygamberin mübarek naaşı tehlikede mi?" haberiyle dikkat çekti.

Akabinde  20. Dönem Rize Milletvekili Şevki Yılmaz, resmi sosyal medya hesabından yaptığı açıklamayla, Suudi Arabistan'ın aldığı bu karara çok sert tepki göstermişti.

Vahhabi geleneğe bağlı olan Suudi Krallığı, hizmet ettiği Batı ülkelerinin hayallerine hizmet ediyor olabilir. Bu meseleye bir de Murat Bardakçı'nın önemli olan 7 Ekim 2014 tarihli yazısından bakalım;

İşte o önemli yazı...

Suudiler’in Peygamber’in kabrini yoketme projesi, Portekizli bir amiralin hayaliydi

Müslüman bir akademisyen, bundan tam beş asır önce Hristiyan bir amiralin ortaya attığı planın bir benzerini hazırladı ve Suudi yönetimine sunup “Peygamber’in mezarını ortadan kaldırılalım” dedi.

İngiliz “Independent” gazetesi, bir Suudi ilâhiyatçının Hazreti Muhammed’in Medine’deki kabrini başka bir yere nakletmek için proje hazırladığını yazdı... Haberde, Dr. Ali bin Abdulaziz el-Şabal adındaki akademisyenin Peygamber’in Harem-i Şerif’te “Hücre-i Saadet” denen kabrinin kazılmasını ve Cennetü’l-Bâki Mezarlığı’nda bilinmeyecek ve açıklanmayacak bir yere naklini teklif ettiği söyleniyordu.

AÇIKÇA REDDEDEMEDİLER

Independent’in İslam dünyasında şaşkınlığa sebep olan bu iddiayı ortaya atmasından sonra, Suudi basını günlerden buyana haberi yalanlıyor, “İngiliz gazetesi sahtekârlık yaptı, el-Şabal’ın raporunu tahrif etti, raporda peygamberin kabrinin nakli değil elden geçirilmesi öneriliyordu, kabrin başka yere taşınması düşünülmedi” gibisinden açıklamalar yapılıyor. Ama, Suudi Arabistan’ın yönetimi de, basını da, açıkça “Böyle bir proje yoktur” diyemiyor. İslam dünyasının önde gelen âlimleri projenin temelinde restorasyon yahut Hücre-i Saadet’in güçlendirilmesi gibi bir düşüncenin bulunmadığını, meselenin Vehhabî doktrini çerçevesinde düğümlendiğini, yani, türbelerin yerlerinin bilinmesine ve mezar ziyaretine karşı çıkan Vehhabî düşüncesinin Müslümanlar’ı Hazreti Muhammed’in kabrini ziyaretten menetme çabası olduğunu söylüyorlar.

HAİN VE SİNSİ PLAN

Suudiler’in şimdi yapmak istedikleri ama yapmaları çok zor olan projenin patenti aslında yeni değildir, bundan beş asır önce yaşamış olan Portekizli bir amirale, Alfonso d’Albuquerque’e aittir! İşte, Alfonso d’Albuquerque’in Hazreti Muhammed’in kabrini açıp naaşını kaçırmak istemesinin öyküsü: Osmanlı Beyliği’nin yeni kurulmuş olduğu 14. asrın ilk yıllarında, kutsal topraklara merkezi Kahire olan ve Haçlılar’ı Ortadoğu’dan atan güçlü Memlük devleti hâkimdi. Ama, kuvvetli bir kara ordusuna sahip olan Memlükler, denizcilikte zayıf kalmışlardı. Doğu’ya uzanan ticaret yollarını ellerine geçirmek isteyen Portekizliler, Memlükler’in denizcilikteki bu zaafından istifade ederek Arabistan Yarımadası’nda stratejik mevkiler elde etmeyi başardılar. Portekizli komutan Alfonso d’Albuquerque, 1513’te daha da ileri giderek, Hazreti Muhammed’in Medine’deki mezarını Hristiyan topraklarına kaçırmak gibi hain ve sinsi bir plân kurdu. Amiralin gerekçesi, Kudüs’teki kutsal yerleri ziyaret eden Hristiyanlar’ın Memlükler’e vergi vermek zorunda olmalarıydı. Ama, Osmanlılar’ın 1516’da Memlükler’i tarih sahnesinden silerek Ortadoğu’ya ve kutsal topraklara hâkim olmaları bu plânı bozdu. Portekizliler 15. yüzyılın sonlarında Ümit Burnu’nu dolaşarak Hint Okyanusu’na ulaşmış ve gözlerini Arabistan’a dikmişlerdi. Memlük Devleti, Cidde’ye çıkıp bir kale inşa eden ve hattâ Mekke ile Medine’yi bile tehdit eden Portekizliler’in ilerleyişini durduramıyordu. Hint Okyanusu’ndaki Portekiz donanmasının kumandanı olan Alfonso d’Albuquerque, plânını işte bu sırada hazırladı. Niyeti sadece Hazreti Muhammed’in mezarını çalmak değil, Müslümanlar’ı İslâm’ın kutsal topraklarından da sürmekti.

Dr. Ali bin Abdulaziz el-Şabal adındaki Suudi bir akademisyenin Hazreti Muhammed’in Medine’deki kabrinin bilinmeyen bir yere taşınması yolundaki önerisi, bana bu işe ilk kalkışan kişiyi, Portekizli amiral Alfonso d’Albuquerque’i hatırlattı. d’Albuquerque, 1513’te Hazreti Muhammed’in mezarını Avrupa’ya kaçırmaya kalkışmış ve bu çılgın plân, Yavuz Sultan Selim’in kutsal topraklara hâkim olmasıyla önlenebilmişti.  

YAVUZ SELİM, ENGEL OLDU
 

d’Albuquerque’in plânı, Muhammed Yakub Mughul’un “Kanuni Devri Osmanlılar’ın Hint Okyanusu Politikası ve Osmanlı-Hint Müslümanları Münasebetleri” isimli eserinde şöyle anlatılır: “...Portekiz, Hindistan’daki sömürgelerini muhafaza etmek ve kuvvetlendirmek için başka bölgeleri de işgal edecek, denizlere hâkim olmak maksadıyla Hürmüz Boğazı’nı elde tutacak, Kızıldeniz’de hâkimiyet kurmak maksadıyla Aden’e girecekti. Nil Nehri’ne yeni kanallar açılarak suyun yolu değiştirilecek, böylelikle Mısır’a büyük zararlar verilecek ama çok daha önemlisi, Hazreti Muhammed’in Medine’deki mezarı kaçırılıp bir Hıristiyan memlekete götürülecekti. Portekizli komutan, plânını tatbik için 1513’te harekete geçti, birçok Müslüman toprağını işgal etti ve amacına ulaşmasına Osmanlılar engel oldular. Yavuz Sultan Selim’in başında bulunduğu Osmanlı ordusu ile Memlükler arasında 1516’nın 2 Ağustos günü Halep yakınlarındaki Mercidabık bölgesinde yaşanan savaş Osmanlı tarafının galibiyetiyle bitince Mısır ve Suriye Yavuz’un eline geçti. İslâm’ın kutsal toprakları da kısa bir zaman sonra yine Osmanlılar’ın kontrolü altına girdi. Bu gelişmeler, Hindistan’a uzanan ticaret yollarının önemli bir bölümünün Osmanlılar tarafından hâkimiyet altına alınması demekti. Arabistan Yarımadası’ndaki Portekiz ilerlemesi de böylelikle durduruldu, Hindistan’dan Avrupa’ya yapılan mal akışı Türkiye üzerinden sürdürülür oldu ve Alfonso d’Albuquerque’in korkunç plânı da bir hayâl olarak kaldı”.

Sadece mezarları değil, Peygamber’in doğduğu evi bile yıkıp dümdüz ettiler

Hazreti Muhammed’in kabrinin nakledileceği iddialarının gündeme geldiği Suudi Arabistan’daki tarihî mezarlıklar, 1926’dan buyana inanılmaz bir tahribe uğradı. Dualarda ve dini sohbetlerde “sahabe”den yani Hazreti Muhammed’i bizzat görmüş ve onun yanında bulunmuş olanlardan sıkça bahsedilir.

ALTINI ÜSTÜNE GETİRDİLER

 

Mekke’deki sahabe, Kâbe’nin birkaç kilometre ötesindeki bir mezarlığa defnedilirdi. “Cennetu’l-Muallâ” isimli bu kabristan, İslâmiyet öncesinden itibaren Mekkeliler tarafından mezarlık olarak kullanılmıştı. Hazreti Muhammed’in dedesi, amcası ve ilk eşi Hazreti Hadice buraya defnedilmişti ve Mekke’nin fethinden sonra vefat eden sahabe kabirleri de buradaydı. Kabirlerin birçoğunun üzerine Kanunî Sultan Süleyman’dan itibaren Osmanlı hükümdarları tarafından türbeler yaptırılmıştı. Mekke’nin Türk hâkimiyetinden çıkması, Cennetu’l-Muallâ’nın da sonu oldu. Arap yarımadasını ele geçiren ve bugünkü Suudi hanedanının kurucusu olan Abdülaziz bin Saud, 1925’te Cennetu’l- Muallâ’daki türbelerin yıktırılmasını ve mezar taşlarının kaldırılmasını emretti. Sahabe türbeleri dümdüz edildi, arazinin altı üstüne getirildi ve Cennetu’l-Muallâ herkesin defnedilebildiği sıradan bir halk mezarlığı oldu. Medine’deki sahabe mezarlığı Cennetu’l-Baki de aynı âkıbeti yaşadı. Osman bin Maz’un’un ardından Hazreti Muhammed’in küçük yaşta vefat eden oğlu İbrahim ve vefat eden ilk Müslümanlar buraya defnedildiler. Peygamber’in ailesine mensup birçok kişinin, kızları Hazreti Fatma’nın, Rukiye’nin, Zeynep’in, torunu Hazreti Hasan’ın, amcası Abbas’ın, yengesi Fatıma binti Esed’in ve halası Safiye’nin kabirleri Baki Mezarlığı’nda idi. Zamanla Halife Osman’ın ve sahabinin önde gelenlerinin defnedilmesiyle burası İslam dünyasının önde gelen mezarlığı sayıldı.

BİZ YAPTIRDIK İBNİ SAUD YIKTI

 

Cennetu’l-Baki’deki ilk türbeleri Abbasi halifeleri yaptırdılar. Sonraki devirlerde burada yeni türbeler inşa edildi ve mezarlık Kanuni zamanında esaslı bir tamir gördü. Medine’deki bu büyük mezarlık ilk tahribe 1806’da uğradı: Şehri işgal eden Saud bin Abdülâziz taşların ve türbelerin tamamını yıktırdı. Osmanlı kuvvetlerinin Medine’yi geri almasından sonra Cennetu’l-Baki’de yeniden bir restorasyona gidildi ve tam bir bakım ancak 80 yıl kadar sonra, İkinci Abdülhamid’in zamanında yapılabildi. Mezarların yerleri tekrar belirlendi, eski türbeler elden geldiğince tamir edildi ama Cennetu’l-Baki’nin kaderinde tekrar yıkılmak yazılıydı: Suudi hanedanının kurucusu olan Abdülâziz bin Saud, Medine’yi ele geçirmesinden hemen sonra, 1926’da mezarlığı bir defa daha yerle bir etti. Cennetu’l-Baki’de tek bir türbe ve mezar taşı bırakmadı, hepsini yıktırdı ve burası da sıradan bir mezarlık haline getirildi. Şimdi Mekke dönüşü Medine’ye geçen hemen bütün hacıların mutlaka ziyaret ettiği Cennetu’l-Baki, bugün apartmanlarla ve geniş caddelerle çevrili toprak bir alandan ibarettir... Sadece bu kadarla da kalınmadı: Hazreti Muhammed’in Mekke’de dünyaya gelmiş olduğu evin 1980’lere kadar gelmiş olan temelleri de sökülüp atıldı ve evin yerine etrafı şimdi çöplüğü andıran bir halk kütüphanesi inşa ettirildi.