Haber Vakti: Koronalı günlerde daha iyi gördük. Tek merkezli sınav sistemi ülke için büyük bir risk ve yük. Eğitim,  merkezi sınav sisteminin altında eziliyor.  Arık çekilemez hale geldi. Bir çözüm bulunmalı.

Ülkemizde hayat  neredeyse  sınavlardan ibaret hale gelmesi bir anormalliğin ifadesi.  Adı alfabe çorbası bir sürü sınav var.   Üniversiteyi bitirmek bile sınavların bitmesi anlamına gelmiyor ülkemizde. Sırada KPSS ve başka sınavlar var.
Sınavlarla oturup, sınavlarla yaşıyoruz. Medya haberlerine bakıyoruz. Çoğunluğu merkezi sınavlarla ilgili.

Her başımız sıkıştığında yeni bir sınavla çözümler üretiyoruz. Sınavlar hayatımızın en kritik dönemeçleri haline geliyor. Hayat eşittir sınav haline gelmişse bir yanlışlık yok mu?

Sınavlarla ilgili çıkmazları, çözümleri ile birlikte yıllardır gündeme taşıyan bir isim var: Osman Çakmak. Osman Çakmak Kimya profesörü. Kimya sahasında öncü ve özgün bilimsel çalışmalara  ve projelere sahip.  Bunun yanında popüler bilim yazıları yazıyor ve  eğitim konularına eğiliyor. 

Önce yaşadığımız şu salgın sürecini eğitim açısından değerlendirmenizi isteyeceğim.  Bu süreçte  sınavlar yapılacak - yapılamayacak heyecanı vardı. Gitti geldi.    LGS’yi yeni atlattık. Önümüzdeki hafta sonu YKS sınavı var. İnşaallah kazasız belasız onu da atlatırız. Tabi bir salgın süreci yaşadık. Önümüzde hala  belirsizlik var. Tedbirler sürüyor. Ne diyeceksiniz?      

Osman Çakmak:   Evet asıl konuya girmeden önce  geçirdiğimiz Salgın Dönemini değerlendirmek isabetli olur..  Bu salgın dönemine dair tecrübelerimizi iyi değerlendirmeliyiz. Belirttiğiniz gibi,   sınavların tek merkezden yapılması onu hayat memat meselesi haline getiriyor. Bir risk halinde  bu sistemin  ne kadar tehlikeli olduğu bir kere daha görüldü. Okullara,  illere ve bölgelere insiyatif vermeyen tek elden idareye çalışan bu yapılanma çağdışı bir uygulama.  Gerçekçi değil.

Sistem riskli hallerde işlemiyorsa, çözüm bulamıyorsa, bu baştan sakat bir uygulama demektir. Korona şiddeti devam etseydi. 2020 yılı LGS ve  YKS     sınavı  yapılamayacaktı. Başka bir düzine sınavlar da var. Bu sınavların yapılamaması demek hayatın durması anlamına geliyor.  B planları olmayan bir sistem bu.  

Sadece  İlk ve Orta Öğretim Sistemimiz değil, Yüksek Öğretim Sisteminin de ne kadar yetersiz ve yanlış olduğu  bu dönemde daha iyi görüldü. Türkiye bir kriz halinde üniversitelerde yetiştirdiği  öğrencilerden istifade edemediğini gördü.     Hakikatte Türkiye, Avrupa’ya göre ihtiyacının 3 misli öğrenci besliyor.  Şimdi bu virüs salgını neticesi 26 milyon öğrenci evlerine çekildi.  Bu büyük bir şok değil mi? Yetkililer, Milli Eğitim Yetkilileri  bunu nasıl değerlendiriyor?  

Öyle bir modelimiz olmalı ki salgın, deprem, harp ve diğer  kriz durumlarında genç nüfuz üretimin içine dahil olabisin. Eğitim devam edebilsin.  Sorunun parçası değil, soruna çözüm bulan taraf halini alsın.

Haber Vakti:  Bu sohbette hem Korona Salgını ile birlikte Lise ve Mesleki Eğitimi değerlendireceğiz, kritize edeceğiz. Eğitim sistemleri için  öyle bir çözüm yolu bulmalıyız ki en yoğun kriz anlarında bile geçerli ve  öğrenciyi topluma katkı değer sunacak,   üretimin içine çekebilsin.     Mesela Meslek liselerinin, Meslek Yüksek Okullarının eğitimindeki bunca eksikliğine rağmen bir çok yerde üretimin içinde olduğunu gördük. Ancak Fen liselerinden, elit liselerden öyle bir teşebbüs duymadık. Üniversiteler de bu sürece dişe dokunur bir katkı sunmadı. Bunu nasıl değerlendiyorsunuz?

Eğitimde önceliğin bizim  asıl ve öncelikli meslekleri  belirleyip bu mesleklerde yoğunlaşmamız gerektiğini bu süreçte daha iyi gördük. Düşünebiliyor musunuz?  26 milyon öğrencinin içeri çekilmesi ne demek?! .  Koronanın yoğun olduğu  günlerde çiftçilikle uğraşan  akrabalarımızın (Sivas Altınyayla, Ulaş) normal hayatı, ziraatı  devam ettirdiklerini görünce düşündüm. Onlar  bizim İstanbul’da içeri kapanmış, adeta  hapsedilmiş halimize üzülüyorlardı. Bakın,  tarım ve hayvancılık demek ki bizim aslî mesleklerimizden.  Anadolu’yu Batıya büyük kentlere yerleştirmenin anlamsızlığı bir kere daha  ortaya çıktı.

Çalışmayan ve toplumun emeğinden geçinen 26 milyon gencin böyle bir krizde eve çekilmesi bir de şunu gösterdi:  Eğitimi pekala  krizden sonra da  on-line  sürdürebiliriz.  İnsanlar okullara sadece bilgi için okula gidiyorlarsa,  okullardan uygulama almayacaklarsa   “okulsuz toplum” kavramına geçebiliriz. Masraflar böylece azalacaktır.   Yada ev okulu kavramını güçlendirebiliriz. Daha doğrusu    “herkesin okumasının gerekmediği” daha iyi anlaşıldı.

Korana virüsü aynı zamanda konut sisteminin fetişleştirildiği apartman tipi binaların da yanlış bir yol olduğunu bize söylüyor.  Virüs nedeniyle dört duvar içinde kalan insanımız bahçeli evlerde yaşamanın önemini anlamaya başladı ve şu süreçte  geleneksel ev tarzına dönüş için yetkililerden politika değişimi  ve destek bekliyoruz. Online imkanlarının artması vesilesi ile Dünyayı evimize getirebiliyoruz. Okulumuzu ev haline getirebiliyoruz. Evlerimiz sığındığımız barınak ve otel odası/misafirhane değil,    kültürümüzü ve medeniyetimiz yaşayacağımız bir çevre  sunmalı. Bir salgın durumunda içeriye kapandığımızda bir “hapishane” halini almamalı.

  1. yatırımları kalkınmışlık göstergesi olmaktan çıkıyor artık değil. Okulları kapattık. 30 milyona yakın  genç nüfus üretimden uzak, evde hapis bekledi. Sadece meslek okulları üretime katıldı. Lise eğitimin gereksiz ve meslek lisesinin ise gerekliliği gün gibi ortaya çıktı. Gereğinden kat kat fazla üniversite öğrencisi bulunduğu açık açık görüldü.

Sonuç olarak Modernitenin iflas ettiğini ve çözümün doğal ve sade hayatta, tarım ve hayvancılıkta, doğaya dönüşte olduğunu söylüyoruz. Bir de küçük işletmelerin önü açılmalı işletmelerin kapitalleşmesinin önüne geçilmelidir. Evet, küçük işletmeleri ve sanat ve zenaati öne çıkarmalıyız. Meslek eğitimi ağırlıklı hale getirmeliyiz.

Haber Vakti: Liselere  geçişte LGS,    üniversiteye girişte YKS,    mezunlarımızın önünde KPSS,  ALES, ÜDS, TUS ve bir düzine diğer merkezi sınavlar var. Merkezi sınavlara  hemen her  işte “kilit” rol verilmesi      Korona günlerinde   kriz haline geldi.  Nihayet yoğun  günler geçti.    LGS yi atlattık. Önümüzde YKS var.

Sonra da kazandık veya kazanamadık olacak.  İstediğimiz yerdi veya değildi diyeceğiz.   Okullarımızı seçeceğiz. Sırada kayıtlar var.    Sonra da hayırlısı ile  okullarımıza başlayacağız.

Bir yoğun dönemi daha geride bırakmak üzereyiz.  Koronalı günlerin teşkil ettiği karmaşıklık içinde bir sonraki kritik dönemeçler bizi bekliyor…  Neler olacak bilmiyoruz. 

Büyük şehirlerin artık insanlık için tehlikeli olduğu son Korona salgını ile daha belirgin hale geldi. Belirgin hale gelen başka bir  “tehlike” ise,  bu  koskoca ülkede merkezi sınavları tek merkezli hale getirilmiş olması. Bu yanlışlık  Korona ile   iyice gün yüzüne çıktı.  Sınavlar yapılamasaydı, büyük bir  krizle karşı karşıya kalabilirdik. İyice gün yüzüne çıktı ki artık ülkemiz bu yükü  kaldıramıyor. Merkezi sınavlar, sadece eğitimi yozlaştıran ve içini boşaltan en büyük unsur olduğunu anlatıyorsunuz. O konuya geleceğiz. Ancak ondan önce  nasıl bir eğitime ihtiyacımız var sorusunu yönelteyim. Gördük ki bu mevcut sınav sistemi  kriz halinde her şeyi  karmakarışık hale getirebilir. Bir an önce doğru bir sisteme kavuşmalıyız. Siz ne düşünüyorsunuz?

Ne istediğimiz aslında gayet açık. Herşeyin yerli yerinde kullanılacağı, fıtrata müdahele edilmeyeceği doğru bir eğitim düzeni, gerçekçi bir ölçme değerlendirme sistemi istiyoruz.  Bütün  konforu ile ihtiyacımız için hazırlandığı belli olan şu  güzel dünyayı gençler için yaşanmaz haline getiren  “sınav stresine” son verelim. Dünyayı çocuklar ve gençler için  yaşanmaz hale getirmeye hakkımız yok.   Temel eğitim hakkımız   sınav hazırlığı ile suiistimal edilmemeli.

Merkezi sınavlar kanser gibi eğitim sistemini çürütmekte,  içini yiyip bitirmektedir.  Virüs gibi gençliğin dengesini bozmakta; perişan etmektedir..  LGS ve YKS’nin tarihin çöplüğüne atılma vakti geldi geçiyor.  Bu virüslü mevta mezara gömülünce hastalığının  etrafına bir daha sıçramaması ve yayılmaması için   üstüne kavi bir beton dökülmeli.  

Haber Vakti:  Sınavlar hayatımızın en kritik dönemeçleri haline geldi. Ülkemizde hayat eşittir sınavlar diyebiliyoruz. Gençlerin hayatını en çok etkileyen ise liselere geçiş sınavı (YGS) ve  Yükseköğretime Kurumları Sınavları (YKS).

Salgın sebebiyle şu günlerde milyonlarca öğrenci için sınavların nasıl yapılacağı ve ne zaman yapılacağı büyük bir problem olmuştu. Şükür tarihleri belirlendi. Bu hafta (21.06.2020)  LGS sınavları yapıldı. Haftaya da YKS sınavı. Sınavların bu kadar belirleyici olduğu dünya üzerinde başka bir ülke var mı? Sınavlar bu kadar güzel bir şey mi?   

İnsanımızın zihnen çoraklaşmasını ve fakirleşmesini netice veren abcde şıkları içine sıkışmış eğitime hangi aklı başında bir insan iyi diyebilir? Öğrenciye kendi başına düşünme, yorumlama imkânı sunmayan bu yapıda öğrenci sürekli bazı şeyleri kalıplar halinde ezberlemeye itilir. Özellikle kurslarda ve okullarda öne çıkarılan “örnek problem çözme” metodu; “tekrar yoluyla öğrenmeye”ye en tipik örneklerdendir. Hatta, esasında bu bir ‘öğrenme’ ve ‘bilim’ de değildir. Elinde tebeşir/kalem tahtada sürekli problem çözen öğretmen bir dolu benzer problemi de ödev olarak vermekte, artık yeni bir problemle karşılaşma ihtimali kalmayıncaya kadar problemler ezberletilir. Bu işi şimdi akıllı tahta ve tablet bilgisayarda yapılması sonucu değiştirmiyor.

Eğitimi yozlaştıran, içini boşaltan en büyük âmil, merkezi sınavlar. İlkokulda Bilsem sınavları var. 5. sınıfta bursluluk sınavı var. Öğrenci 8.sınıfta liselere giriş sınavlarına (YGS) hazırlanıyor. 12. sınıfta üniversite sınavları (YKS)  ile karşılaşıyor. Çocuklar ve gençler bir cenderenin içine sıkıştığını hissediyor.

Ülkemizde sınavlar hayata ve mesleğe hazırlama amacı yerine “eleme aracı” halini alınca da sınavlar neredeyse ülkemizde “milli bir spor” haline geliyor. Ailelerin en büyük heyecanı, sınavlardaki sonuca endekslenmiş durumda. Ailelerin gelirinin önemli bir bölümü bu sınav  giderlerine harcanıyor. Bu sınavlar olmasa insanımız % 20-30 daha varlıklı hale gelecek.

Diğer taraftan, bu kadar stres altında kalan ve gençliğini (ve hattâ çocukluğunu) yaşayamayan gençliğimizi kaybettiğimizin, geleceğe sorunlu ve kişiliksiz nesiller bıraktığımızın ise pek farkında değiliz.

Teste dayalı eğitim,   Hindistan’da  bir zamanlar uygulandığı gibi logaritma cetveli ezberletmenin günümüzdeki versiyonudur. Buna göre beyin göçünün sonucunda mucitlerimizin çoğu yurt dışına gittiğinden, dünya değil ulusal ölçekte bile fikir, edebiyat, düşünce,   sanat ve siyaset adamı yetişmesi hayal olmaktadır.

Haber Vakti:   Neden test türü sınavda  bu kadar ısrarcıyız?

Mevcut sınav sistemi yeteneği mi ölçüyor? Yazma, düşünme, okuma ve ifade becerilerini mi ölçüyor? Analitik becerilerini mi veya düşünme becerilerini mi ölçüyor? Hayır. Yorumlama gücünü yahut üretkenliği değerlendirebiliyor mu? Hayır. Bu sınavda düşük not alanlar yeteneksiz mi? Hiç te değil? Bakınız çok önemli bir gerçek var, Türkiye’de YKS sınavlarında  başarısız olmuş veya düşük puanlar alan öğrencilerimiz yurtdışında iyi üniversitelerde okuyabiliyorlar.

İş hayatına bakalım, büyük başarılara imza atmış   çok sayıda iş adamı lise veya ilkokul mezunu var.

Hangi iş veren test becerisinden dolayı  kişiye iş verir? Bu merkez sınavlarda başarılı olamayan bir çok öğrencimiz yurt dışına yöneliyor. Oralarda okuyup geliyor.  Demekki  öğrencinin başarı ve yeteneğini ölçmede bu sınavlar yalancı bir kriter oluyor. Yada bir sıra numarası vermekten ibaret kalıyor.  

Teste yönelmenin faydaları olmadığı gibi olağanüstü derecede yan etkileri var. 

Bakınız, uygulama dersleri, laboratuarlar Anadolu liselerinde, fen liselerimizde dahi yapılamaz hale gelmiş bulunuyor. Hatta, YKSye yardımcı olmayan müzik, resim,   beden eğitimi, yabancı dil gibi öğrenciye güven ve farkındalık kazandıran asıl önemli dersler ihmal ediliyor. O derslerde “dersanecilik” yapılıyor. Öğrencinin hayatında bu sınavlardan daha önemli bir şey yok. Hafta sonları ve tatillerini bile sınavlara hazırlıklar dolduruyor öğrencinin. Her şey sınav sonrasına erteleniyor. Bu şekliyle geleceğe problemli nesiller bırakmış oluyoruz.

Haber Vakti:  En yüksek işsizlik oranının üniversite mezunları arasında olmasına bakarsak plansız yükseköğretim SOS veriyor. Üniversite mezunu işsizlik oranları tavan yapmaya başladı ülkemizde. Artan üniversite talebinden dolayı   üniversitelerin sayısı   artıyor. Üniversite mezunlarına ülkenin ihtiyacı yok. Çocuklarınızı üniversitelere gönderip hayatlarını karartmayın çağrısında bulunuyorlar işverenler. Sanayici esnaftan sürekli duyduğumuz söz: “Çırak bulamıyoruz“. Hangi işverenle karşılaşsanız nitelikli ara işgücü bulamamaktan şikayet etmektedir.  “Üniversite bitirdim” diye eline diploma alan, “Ben ne zaman müdür olacağım?” demeye başlıyor. Buradaki yanlışlık nereden kaynaklanıyor?

Diploma fabrikaları haline gelen üniversiteler nedeniyle, buradan mezun olan gençlerin ve ailelerin beklentileri yükseliyor. Bu mezunlar ara iş gücüne talip olmuyor. Hâlbuki bir üniversite mezununa karşılık, piyasada en az beş on kat insan gücüne ihtiyaç var. Mesleki eğitimin değil, lisenin zorunlu olduğu şu ortamda meslekler yavaş yavaş ölüme mahkûm oluyor. Çırak olacakları, hattâ çoban olacakları bile, devlet toplayıp zorla “LİSE eğitimi” diyor. Böyle öğrenciler dersi boykot ediyor. Öğretmen zaten bunlarla başedemiyor… Sınıfta ders yapılamaz hale geliyor. Eğitim bu “amaçsız” hali ile terlemeden kazanma peşinde insanlar yetiştiriyor. 

 Her ferde aynı eğitimi vermek, fıtrata ters bir hareket. Adil değil. Ülkemiz insanı üzerinde yapılan öğrenci profil ve stil değerlendirmeleri, insanımızın yaparak ve yaşayarak, deney yaparak öğrenmeye yetenekli ve yatkın olduğunu gösteriyor. Bunlara usta-çırak ilişkisi ile eğitim yapacaksınız. “Otur beni dinle” tarzındaki eğitim bunlar için bir işkenceden farksız. Bu öğrencileri liselerde “Sınıfta yaramaz, ders çalışmaz, öğretmenleri dinlemez, dikkati dağınık olarak” yaftalarız.

Haber Vakti: Bir evde patlayan ampulü değiştirmek veya yerinden oynayan prizin vidasını sıkıştırmak için elektrikçi çağırılıyor. Sökülen bir elbise düğmesi dikilemediği için terziye götürülüyor. Damlatan musluğun contası değiştirilemediği için tesisatçı çağırılıyor. Alınan demonte eşyalar monte edilemediği için mobilyacı isteniyor. Daha neler neler… Beceri gerektirecek en küçük işleri bile yapamayan, beceriksiz insanlardan oluşan bir toplum haline doğru yol alıyoruz. İşsizliğin önlenmesi için, üreten bir Türkiye için mesleki eğitim şart. Ancak anlaşılıyor ki yönlendirme de şart. Eğitimin olmazsa olması yönlendirme. Okullarımızda yönlendirme için nasıl bir yol izlemeliyiz?

İnsanların lise ve üniversite çağından sonra bir meslek sahibi olmaları zor. Lise mezunu bile çırak vb. olarak çalışmayı gururuna yediremiyor. Daha konforlu işler bekliyor. Halbuki herkesi “konforlu” işlerde istihdam etmeye imkan yok. Öğrencilerin çoğunluğunun daha lise çağında en az bir mesleği öğreneceği şartları hazırlamak lazım.

Bu da mesleki eğitimi işlevli kılmakla mümkün olacaktır. Meslek lisesini okuyan kişilerin üniversite düşüncesinden ziyade, iş kollarında başarılı bir kariyer yapmasını sağlayacak ortamı oluşturmalıyız ki öğrenci daha başlangıçta üretkenlik duygusu içine girsin ve hazıra konma zihniyetinden kurtulsun.

Haber Vakti:  Yönlendirme konusuna gelirsek, yönlendirme için kullanacağımız kriterler….

O konuya gelmek için bu ön bilgileri veriyorum.

İlköğretimden sonra meslek okulu ve liselere öğrencileri yönlendirirken, uygulayacağımız kriterlerin bulunmaması, eğitimde boşvermişliğin hangi boyutlarda olduğunun bir göstergesi.

Eğitim ve insan, çok boyutlu ve birbirine bağlı olaylar. Asıl yönlendirme ve öğrencileri değerlendirme, ilköğretimde başlayacağına göre, öğrencileri ilköğretimden sonra ilgi duydukları meslekî alana yönlendirmek için çok yönlü değerlendirme kriterleri kullanmalıyız.

Öğrencinin merak konuları, başarılı olduğu dersler (diğer derslerle kıyas edilerek), öğretmenlerinin intibaları, bilgi yerine muhakemeye dayalı soruların ağırlıklı olacağı merkezi yetenek sınavı notu, anadile hakimiyet ile düşünce gücünü ortaya koyacak bir dil sınavı ile Matematik sınavı bu tür kriterlerdir.

Sonuçta üniversiteye yönlendirilmeyen öğrencilerin, bir meslek öğrenmesi zorunlu hale getirilmelidir. Bu konu, eğitim probleminin halledilmesinde ana çıkış noktası olarak görünüyor.

Böyle bir sistem kurulduğu takdirde ve aynı zamanda meslek liseleri kendisini güncelleyen uygulamalı eğitimi ile cazip konuma yükseltilmeli. Bunun sonucunda pek çok ana-babalar, çocukları için meslek öğrenimini tercih etmeye başlayacaktır.

Diğer taraftan, meslek liselerini cazip hale getirmek için yapılması gerekenlerden birisi de liseler arasında geçişlerin olabildiğince esnek hale getirilmesidir.

Meslek lisesi öğrencileri, fark derslerini vererek aynı zamanda lise mezunu haline gelebilmelidir. Meslek Lisesine kayıtlı öğrenciye mezuniyet sonrası olduğu kadar, öğretim döneminde de lise fark derslerini verebilme yolu açılmalıdır. Böylelikle 2. Öğretim türünden programlarla süresini uzatmadan lise mezunu da olabilmelidir.

Bu sayede, meslek lisesi mezunu bir öğrenci, isterse, kapasitesi yeterliyse üniversiteye de geçebilir.

Haber Vakti:  Konuyu merkezi sınavlara getirelim isterseniz.

Şöyle düşünelim, görünüşte 500-700 bin öğrenci, bir şekilde bir üniversite bölümüne kayıt yaptırabilecek belki. Ama herkesin gönlünde 100 binlik dilimde yer alan bölümlere girebilmek var. Diğerleri işsiz kalıyor. Yüksek öğretimi bitirse de öğrencinin işsiz kalması muhtemel. Öğrenciyi liselere değil, meslek liselerine yönlendirirsek,  işsiz kalmayacaktır. Tabii meslek liselerinin yapılandırılması planlama ile öğrenci kabulü en önemli sorun. O konuyu ayrı bir başlıkta ele almak lazım. Şimdi daha kolay bir yapılanmadan söz edelim. Liseleri aynı zamanda nasıl meslek liseleri konumuna çıkarabiliriz? Dünyada yaygınlaşan bir uygulamadan söz edelim.

Haber Vakti: Yapısı ve niteliğini değiştirerek, merkezi sınavları ıslah etmede kısa vadede çözüm olarak  bunu sunuyorsunuz sanırım.

Yani 100 bin kişi iyi yerlere girecek diye,  milyonlarca öğrenciyi yıllar yılı sıkıntıya sokmak ve hayat eşittir sınav haline getirmenin bir anlamı var mı? Aslında bu sınav, bir tür sıra numarası vermekten ibaret. Bu gerçeği görebilsek merkezi sınavların anlamsızlığını daha yakından görebiliriz.

Çok pratik çözüm yolları var aslında. Tek boyutlu çözümlere takılıp kalmasak... Eğitim problemini büyük ölçüde halletmiş, merkezi sınav derdi olmayan birçok ülkede bir uygulamaya dikkat çekeyim.  Her yıl yapılan bir tür genel kültür, bilgi ve düzeyini ölçen sınavlar yanında, düşünme ve anlatma becerisini ölçen “bakalorya” türü sınavlar da yapılmaktadır. Bu, geçmişte bir ölçüde “bitirme sınavı” olarak bizde de vardı.

Belki de bu sınavların ihtiyaçlara uygun şekilde düzenlenerek tekrar getirilmesi lazım.
Bitirme sınavlarının tekrar ihdası, merkezi sınavları da yegâne alternatif olmaktan çıkarabilir. Bu uygulama liseleri kendi konumunda değerli hale getirecektir. Liselere bitirme sınavlarının getirilmesi, sınavlarda açık uçlu soruların yer alması, bilginin kendisine değil bilginin kullanımının öncelenmesi ve bilgi üretmeye yönelik sorular hazırlanması durumunda, mevcut ÖSYM sınav sisteminin olumsuzlukları azalabilir. Böyle bir model, bu sınavları tek boyutlu yapıdan çok boyutlu hale getirmede bir çıkış noktası olabilir.

Haber Vakti:  Lise öğrencilerinin aynı zamanda mesleki becerilere sahip olabilmelerini sağlayacak bir yapılanmaya gidebilir miyiz?    

Uygulamaya baktığımızda, ülkemizde lise eğitiminde tek bir gaye görmekteyiz: Öğrencileri üniversiteye hazırlamak.

Evet sorun burada düğümleniyor esasen. İlk-orta ve lise öğretiminde öğrencilere gerçek hayatta kendilerini yararlı kılacak hangi becerileri veriyoruz? Evet lise mezunlarının çoğunluğu üniversiteye girebiliyor olsaydı ve mezunlar iş bulabilselerdi, bunu yine anlayışla karşılamak mümkün olabilirdi. Ama her yıl üniversite sınavlarında ezici çoğunluk en değerli yıllarını ve kendine güvenini kaybetmiş olarak üniversite önüne geliyor. Orada ise üniversite kazanamayan büyük çoğunluk hüsrana uğratılmaktadır. Öğrencilerin çoğunluğu, pazarlanabilir bir becerisi olmadan, pratik hayata adapte olamadan, mesleki anlamda donanım kazanmadan, hayat mücadelesini terk ediyorlar.

Haber Vakti:  Lise öğrencilerinin aynı zamanda mesleki becerilere sahip olabilmelerini sağlayacak bir yapılanmanın esaslarına gelirsek…

Mesleki kazanım ve tecrübelerin sistemde puan artıran bir unsur haline getirilmesiyle bu gerçekleşebilir. Kurs vb. yollarla sertifikalandırılacak beceriler, öğrenciye iki türlü katkı sağlayacaktır:
a. Sertifikalar, ÖSS puanına eklenecek, belirli bir değer taşıyacaktır. Böylece öğrencinin her türlü mesleki beceriye sahip olması teşvik edilecektir.
b. Bir üniversiteye giremese bile, söz konusu pazarlanabilir becerileri sayesinde işsiz ve mesleksiz kalmaktan kurtulabilecektir.
Bu sayede öğrenci yalnızca lise ve hazırlık kurslarında teorik bilgi peşinde koşmak yerine, çeşitli mesleki becerileri kazanmaya da yönelmiş olacaktır.

Haber Vakti: Bunun için neler yapılmalıdır?

Öncelikle bu merkezi sınavların yapısının ve niteliğinin değiştirilmesi gerekiyor. Bunun kabul edilmesi lazım. Bunun anlaşılması lazım. Ardından değişikliklerin neler olması gerektiğine sıra gelecektir.
Sınavlardan amaç, temelde öğrencinin kavramlar arasındaki ilişkileri anlama ve problem çözebilmeye yarayan düşünme gücünün ve dili kullanma becerisinin ölçülmesi olmalıdır.
Sınavlardan amaç, temelde öğrencinin dil yeteneği ve matematik bilgisi yanında, muhakeme ve düşünme gücünün belirlenmesi ve temel kavramlar arasındaki ilişkileri anlama ve problem çözebilme yeteneğinin ölçülmesidir.

Ayrıca, sınavlarda öğrencinin anlamlı cümle kurmak yeteneğinin de ölçülmesi önem taşımaktadır. Merkezi sınavlarda ucu açık soruların yer alması, bu açıdan büyük önem taşır. Ancak birkaç milyon öğrencinin gireceği ucu açık soruların cevap anahtarlarının nasıl değerlendirileceği önemli bir mesele olduğundan, problemleri tek düzlemde ve tek boyutta düz mantıkla çözmeye alışmış ÖSYM’nin buna adapte olması, uyum sağlaması, hazırlanması lazım. Bunun çözümü, tek merkezi sınav sistemine endekslemekten kurtarmak, bölgelere ayırmak gerekiyor. Bölgelere ayırarak kendi şehir ve bölgesinde okumasının yolunu açmak, büyük şehirlere yığılmanın önüne geçmek.

Haber Vakti:  Gelelim bu konudaki ilk adıma. Mevcut soru müfredatının çeşitli mesleki alanlar ve hayat becerilerini içerecek şekilde yeniden düzenlenmesine.

Bu bağlamda;
a. Sözlü ve yazılı anlatım becerisi,
b. Pratik hayat bilgi ve becerileri,
c. Sosyal muhtevalı genel kültür,
d. Bilişim ve iletişim becerileri,
e. Yaygın mesleki bilgi ve becerileri,
f. Sanat bilgi ve becerileri,
g. Spor, sağlık bilgi ve becerileri düşünülmelidir.

Haber Vakti: Bu modeli anlayacağımız şekilde tekrar anlatır mısınız?

Liselerde tek tip eğitim yerine, esnek bir eğitim esas olacak… Tüm genel liselerde müfredatın yüzde altmış - yetmiş kadarı ortak standart derslerden meydana gelecek. Amaç, temel becerileri kazandırmak.

Geri kalan kısmı ise lisenin eğitim kadrosuna ve imkânlarına bağlı olarak, birçok seçmeli ders paketleri teşkil edecek.

Bu paketler neler olabilir? Fen ağırlıklı, sosyal ağırlıklı, spor ağırlıklı, yabancı dil ağırlıklı, müzik veya tiyatro/medya ağırlıklı, eşit ağırlıklı ve hattâ meslek ağırlıklı gibi. 

İmkânları kısıtlı olan liseler, sadece eşit ağırlıklı standart eğitim verebilir. İmkânları geniş olan liseler talebe göre farklı ağırlık alanları da açabilirler ve liseler birbirlerinden öğrenir. ‘Meslek ağırlıklı’ kapsamında da genel lise öğrencilerine, yakındaki bir meslek lisesi ile işbirliği içinde, bir meslek öğrenme şansı da verilebilir – web tasarım, muhasebe, turizm rehberliği, ofis idaresi, hattâ mekanik/elektrik/mobilya.

İmam hatip liseleri genel lise özelliği taşıdığına göre, bir meslek becerisi kazdırma uygulaması, imam hatip liseleri için de uygulanmalıdır.

Son yıllarda Türkiye’de güzel bir gelişme liselerdeki eğitim sisteminin, seçmeli derslere yer verecek şekilde esnetilmesi olmuştur. Öğrencilerin tercihleri doğrultusunda farklı dersler almasını mümkün kılan esnek bir sistem hayata geçirilmiştir.

Bahsettiğimiz ve teklif ettiğimiz sistem, bunun bir kademe ilerisidir. Mevcut sistemin modern dünya uygulamalarıyla daha uyumlu hale getirilmesini mümkün kılan bir yapılanma… Kısacası teklif edilen yapılanmayla lise eğitimini, olabildiğince esnek ve hattâ kısmen meslek lisesi statüsünde veriyorsunuz. Amaç, belki de üniversiteye gitmeyen ve üniversite tutturamayan lise mezunu, öğrendiği meslek sayesinde boşta kalmayacaktır.

Ayrıca meslek öğrenmenin kişinin kendine güven kazanması için de kendisine büyük katkısı vardır.

Haber Vakti: İşsizliği- mesleksizliği önlemenin yolu, kalkınmanın, dışa bağımlı olmamanın, kendi ürünlerimizi, sanatı geliştirmenin yolu da buradan geçiyor. Bunu iyi biliyoruz. Bu anlattıklarınızı  tekrar özetleyebilir miyiz?  Bir kere daha atılması gereken adımları tekrarlayabilir misiniz?

Ülkemizin üniversite mezununa değil, meslek erbabına ihtiyacı var. Bir de mesleklerin planlanmasına. Planlama olmalı. Taki bir tarafta yığılma olup, mezunlar açıkta kalmamalı. Mesela polis okullarını İç İşleri Bakanlığı;  subay ve astsubay yetiştirme görevini ise Milli Savunma Bakanlığı üstlenmiş durumda.  İlgili Bakanlık birimleri doğru bir planlama ile ihtiyaç kadar öğrenci aldıklarından boşta kalma durumu söz konusu değil.  Bu durum aslında her kurum/bakanlık kendi mesleki okullarını açmalı düşüncesine götürüyor.  Hatta ülkemizde güzel bir uygulama var. Bazı sanayi kurumları kendi ihtiyaç duyduğu meslek okullarını açmış durumdalar. Bu örnek ve model alınacak bir uygulama aslında. Teşvik edilmeli ve yaygınlaştırılmalı.  Öğrenci lisede uygulama ile iç içe eğitim görüyor. Mezun olunca da işsiz kalmıyor. Bu sonuca göre Mesleki eğitimin ayağa kalkmasının bir yolu şu:      Mesleki okulların Milli Eğitim Bakanlığından ve YÖK’ten ayrılması ve ilgili Bakanlıklara bağlanmasıdır.

Mesleki eğitimin ayağa kaldırılması ve gereken itibara kavuşması için  yapılması gerekenler  aslında çok da karmaşık şeyler değil.  

İlk yapılması gerekenler:
a. "Meslek Sözlüğü"nün hazırlanması ve mesleklerin sertifikalanması, mezunların statü ve haklarının kanunlarda açık ve belirli hale getirilmesi, mesleklerin gerçek ihtiyaçlara göre çeşitlenmesi.
b. Meslek ne kadar basit görünürse görünsün, eğitimi olmayanlara ilgili mesleklerde iş yapma yetkisi verilmemesi.
c. Mesleklerin piyasa ile uyumunun sağlanması.
d. Okul, atölye ve öğretmenlerin hazırlanması.
Kendi aklının sahibi, yani başka ülkelerin güdümünde kalmayan ülkeler, mesleki eğitimde bunları yapıyorlar. Ülkelerde okulların öğrenci kontenjanları, piyasanın gerçek ihtiyacına göre belirlenir.
Almanya’da eğitimden sorumlu bakanlık, o sene için her mesleğe ait gerçek ihtiyacı iş ve işçi bulma kurumu ile ortaklaşa çalışarak güncelliyor. Bizde meslek  kodlanmış meslek çeşidi  ne kdar bilmiyorum ama Almanya’da 500’ü aşkın mesleğe kod verilmiş.
ABD’de ise meslek çeşidi çok daha fazla. 2000 üzerinde kodlanmış meslek türü var. Üstelik bu mesleklerin piyasa ve iş dünyası ile intibakı sağlanmış. Yasal zemin oluşturulmuş, uygulama alanları ve öğretmenleri hazırlanmıştır.
Bir çocuk- öğrenci sanayide staj amacı ya da sınırlı saatler dışında çalıştırılmamalı. Meslek ne kadar basit olursa olsun, elinde meslek diploması olmayan kişilerin o işe girme ya da işyeri açma gibi bir teşebbüste bulunmasına izni verilmemeli.
Sonuç olarak tüm öğrencilerin bir meslek öğrenmesinin zorunlu hâle getirilmesi, eğitim probleminin halledilmesinde temel çıkış noktasını teşkil etmektedir. Bu arada, 4+4+4 reformunda yapılması gereken, lise eğitiminin değil, mesleki eğitimin zorunlu hale getirilmesiydi.

Çünkü bir meslek öğrenme yerine, herkesin bir üniversite bitirme peşinde olması (yönlendirme bulunmayışı) diplomalı işsizliğin boyutunun giderek artmasına yol açmaktadır.
Her yıl üniversite önünde hayalleri suya düşen yüzbinlerin dramına, işsizliği önleyici bir meslekî eğitim çare olabilir ancak.

Haber Vakti: Konuyu toparlarsak son olarak neler söyleyeceksiniz?

Öğrencilerin çoğunluğu liselere değil, meslek okullarına yönlendirilmeli. Ancak meslek lisesi mezunlarına fark derslerini vermeleri kaydı ile lise diploması imkânı verilmelidir.

Öğrencilerin çoğunluğu, yeteneklerinin ve danışmanların yardımı ile mesleklere yönlendirilmeli ve Türkiye’de okulu olmayan hiçbir meslek kalmamalıdır. Değişen dünya şartlarında, çobanlıktan kaportacı ve sigortacılığa kadar… Kaportacı, sekreter, boyacı, sıvacı vesaire tüm meslekler, meslekî eğitim ve öğretim neticesinde elde edilmeli ve iş dünyamızda okullu meslek erbabı çalışmalıdır. Öğrenim çağındaki çok küçük yaşta çocukların çırak olarak iş kollarında ezilmesine, insani değerleri ve insan hakları adına dur denmelidir. Sonuç olarak, tüm öğrencilerin bir meslek öğrenmesinin zorunlu hâle getirilmesi, eğitim probleminin halledilmesinde temel çıkış noktasını teşkil etmektedir. Böyle bir sistem kurulduğu takdirde pek çok ana baba kendiliğinden çocukları için meslek öğrenimini tercih etmeye başlayacak; berberlikten boyacılığa, ayakkabı tamirciliğinden çobanlığa, bilgisayar uzmanlığından gen ve çip teknolojilerine kadar her sahada meslek okulları yaygınlaşmaya başlayacaktır.

Meslek okulları eğitimi ve uygulamaları ile çağdaş hâle getirilir, mesleğin gerektirdiği her türlü alet edevat ve atölye imkânları ile donatılırsa… Okulunu bitiren, mesleğini gerçekten öğrenebilecek, sadece “diplomaya” değil aynı zamanda mesleğin gerektirdiği “yeterliliğe” de sahip olacaktır.  

Böyle bir sistemi ülkemizde kurabilir miyiz? Bu iş tek bir bakanlığın (MEB) başaracağı ve yürüteceği iş olmadığından, Millî Eğitim Bakanlığı, İş ve İşçi Bulma Kurumu ile iş dünyası ve meslek odalarını da yanına almalıdır. Hattâ kontenjanların doğru belirlenmesi için, ülke planlama uzmanlarına gereken doğru araştırma verileri için, Yüksek Öğretim Kurumlarını da içine alacak mekanizmaların kurulması gerekir. Gerekli kanunî düzenlemeler yapılarak, mesleğinde uzmanlık belge ve diplomasına sahip olmayan hiçbir kimseye (meslek ne kadar basit görülürse görülsün) ilgili meslekte işe girme ve işyeri açma izni verilmezse, o zaman ister istemez herkes bir meslek sahibi olmak zorunluluğu hissedecektir.