Salgın sebebiyle ha yapıldı ha yapılacak diye MEB ve milyonlarca ailenin bir numaralı gündemi haline gelen LGS de,  YKS  de  nihayet yapıldı. Sonuçlar da açıklandı, yerleştirmeler yapılıyor. 
Sınav stresi ile  öğrenci intiharları  çabuk unutuldu. Bir ömrün planı    1-2 saate sığdırılabilir mi?  17 yaşında bir genç midesi bulandığı için sınavdan çıkmak zorunda kalıyor ve tekrar sınava alınmıyor.     YKS ye giren   milyonlarca gençten birisiydi Ömer Ateş.  Sessizce döndüğü evinde silahla yaşamına son verdi. Bu bir inthihar değil; cinayettir. Hangi sınav bir çocuğun hayatından daha kıymetlidir?*

Şimdi bu çocuklar intihar mı ettiler, yoksa bu çağdışı, köhnemiş eğitim/sınav düzenine kurbanı mı oldular? 

İntiharlar #intihar etiketi en çok konuşulan etiketler arasında ikinci sıraya yükseldi. Dünyanın hemen hiçbir yerinde emsalini görmediğimiz  “ya ol ya öl sınav sistemine” lanetler yağdı.   
Bu sistemin sürdürülemez olduğunu;  Ülkede eğitim yozlaştırmanın  en büyük kaynağı ve nedeninin merkezi sınavlar olduğunu önceki söyleşilerimizde ele aldık.

Merkezi sınavlarla  ülkede  Paralel Müfredatın hakimiyet kurmuş vaziyette.   MEB’in normal müfredatı ise    devre dışı kalıyor. Sohbetimizin konusu bu. Tabi Paralel Müfredat sorununun çözümsüz olmadığını; hatta  bir değil birkaç çıkış yolunun bulunduğunu sohbetimizin ilerleyen kısımlarında göreceğiz.    

İlk sorumuz:

-Paralel Müfredat nasıl doğuyor?

Sebebi açık.  Lise eğitimi üniversiteye giriş odaklı.  Liselerin başarılarının üniversiteye yerleştirebildiği öğrenci oranı ile ölçülüyor.  Üniversiteye giriş sınavının konu ve kriterleri ÖSYM tarafından belirleniyor. Liselerde müfredatı   Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) belirler. Ancak, uygulama ve fiiliyatta öyle değil.  Asıl müfredatı belirleyen kurum YÖK bünyesindeki Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezidir (ÖSYM) .  

-Bu iki başlılık farkedilmiyor mu? ÖSYM müfredatının hakim olması MEB yatırımlarının   “boşa gittiği anlamına gelmiyor mu?  Ancak isterseniz  öncelikle    MEB’i  MEB değil,  YÖK’e bağlı çalışan ÖSYM’in yönlendirdiği ve yönettiği   konusunu netleştirelim.   
Gayet kolay..  Yüksek öğretim Kurumları Sınavı  (YKS;  TYT, AYT, YDT)   sınavları    hazırlığı yapılmakta, ve ağırlıklı olarak hedefleri ÖSYM tarafından belirlenen program uygulanmaktadır. O kadar ki  YKS ye dahil olmayan dersler ciddiye alınmamaktadır. 
Önceki yıllarda yükseköğretime giriş sınavı soruları esas olarak Lise 1 müfredatına dayalıydı, ve dolayısıyla Lise 2 ve Lise 3 dersleri göstermelik olarak yapılıyordu. Lise 2 ve 3 dersleri de sınav kapsamına alınınca, birdenbire bu sınıflarda da dersler ciddiye alınmaya başladı. 
Yani MEB nasıl bir müfredat hazırlarsa hazırlasın, sonunda ortaöğretim kurumlarında ne yapılacağını ve hangi derslerin çalışmaya değer olduğunu belirleyen kurum, üniversiteye giriş anahtarını elinde tutan ÖSYM olmaktadır.  

-Paralel Müfredattan kastedilen  ÖSYM nin oluşturduğu bu  yapı  mı?  

Evet. Ancak, Parelel Müfredatın birkaç boyutu olduğunu söyleyebiliriz. En önemlisi ÖSYM’nin oluşturduğu...  Yıllardır bu iki kurumun birbirinden kopuk halde kaldı. Bu  bir sorumsuzluk ve eğitimde misyonsuzluk örneğidir aslında.     Bu iki başlılığın sona erdirilmesi ve lise eğitimine   ciddiyet getirilmesi için ÖSYM’nin MEB bünyesine alınması gerekir.  Sınav muhtevasının MEB tarafından belirlenmesi bir zarurettir. Mevcut uygulama MEB’nın elini kolunu bağlamaktadır.
Lise müfredatı ve YKS konu başlıkları arasındaki uyumsuzluk bir boşluk hasıl etti.  Bu boşluğu ise   “üniversiteye giriş liseleri” diyebileceğimiz üniversiteye hazırlık kursları doldurdu. Bunlar  MEB liseleriyle adeta  yarış içindeler.     

-Durumun farkında olan liseler ne yapıyor peki?   

Lise öğrencileri de gündüzlerini MEB liselerinde geçirmek, ve akşam ve hafta sonları da malî külfetine katlanıp YKS  liselerine yani hazırlık kurslarına gitmek zorunda kalıyorlar. 
Kendi müfredatlarını bırakıp paralel müfredata tabi oluyorlar.   Öğrencilerine   hafta sonları üniversiteye giriş deneme sınavı veriyor mesela.  Daha garibi ise  bu sınav sonuçları (yani paralel müfredat)  öğrencilerin neredeyse yegane başarı göstergesi   olmasıdır. 
Durum böyle olunca, Paralel müfredat,  liseleri,   üniversiteye girişte bir basamak taşı haline getiriyor. Fen Liseleri gibi iddialı liseler ikinci sınıf bir üniversiteye hazırlık dershanesi gibi çalışıyor.  Üniversite iddiası olmayan liselerde ise dersler genellikle ilgisizlik ortamı içinde heyecansız bir şekilde sürüyor.  Ciddi öğrenciler liseden kurtarabildikleri zamanlarını kurslarda geçirmektedirler.
-Bu yapı, geleceğe  problemli nesiller  bırakıyor. Bakışlar karanlıklı, ümitler sönük.     Eğitim sisteminde,  özellikle sınavlardaki   adaletsiz yapı ve mesleki eğitime yönlendirme olmayışı ile eğitimdeki bu akıl almaz başıboşluk ve niteliksizlik ortaya çıkıyor. Ve bunun en önemli bir  kaynağı ise  ÖSYM nin oluşturduğu paralel müfredat olduğunun altını çiziyorsunuz. 

- “Paralel Müfredat” bu kadar tehlikeli mi?

Paralel müfredat yüzünden Milli Eğitimin büyük projeleri (mesela bedava ders kitabı,  FATiH projesi, akıllı tahta, tablet bilgisayar..) çöp oldu.  Gençlerin dünyasında varsa yoksa üniversite sınavları.   
Gençler eğitim adına bu anlamsız işkenceye isyan ediyorlar tabi. Ancak onların sorunlarını gören kim!?  Göz göre göre çözüm üretilmeyince  çözüm üretme konumundaki yetkililer,  gençlerin dünyasında, güvenilmez ve çözüm üretemez olarak görülüyor.
Gençler arasında mevcut iktidara karşı büyük bir memnuniyetsizlik anketlere yansıyor. En büyük sebebi “paralel müfredat”’dan kaynaklandığını düşünüyorum.  İktidar, ülkenin geleceğini de,  kendi geleceğini de düşünüyor. Çaba içinde. Bunda şüphe yok.  Ancak çözüm yanlış mecralarda aranıyor. Gerçek problemler yerine gölge ve kök problemlerle uğraşılıyor. 

-Şimdi biz bu sohbetimizde bu vesile ile kök ve asıl problemlerin izini sürerek çözümlere ulaşmak istiyoruz.  MEB yetkilileri ve  İktidar ne yapmalı? 

Öncelikle şu eğitim ve sınav sistemlerine el atmalı. Eğitim problemleri ülkenin bir numaralı meselesi haline gelmeli.   Gençliğimizi ve geleceğimizi kaybetmemek için bu  acil bir  görevdir.  Üstü örtülü bir şekilde hakimiyetini devam ettiren     Paralel Yapılanma gerçeği görülmeli. 

-Paralal Müfredat hakimiyetini  anlamak zor mu? Neden bu tehlikeyi kimse dile getirmiyor?         

Görülmemesi üstü örtülü  şekilde sürmesi ile ilgili.   Bir daha altını çizersek, bizim tehlikesine işaret ettiğimiz şey  öncelikle  ÖSYM nin yönettiği merkezi sınavların paralel müfredat oluşturması. Okul ders ve notlarını ikinci plana atması.  Okullardaki duruma azıcık bakalım. Sosyal-kültürel ve sanat faaliyetler yapılamıyorsa,    okullarda  laboratuvar ve atölye uygulamaları, kitap okuma ve kulüp faaliyetleri, resim, müzik, beden eğitimi ve sanatsal dersler unutuluyorsa sebebi paralel müfredattır. Hatta Milli Eğitim ve okul yetkilileri de Paralel Müfredatını  teşvik ediyorlar çoğu kere. Kanıksanmış durumda. 
Okulların kütüphanelerini/kitaplıklarını test kitapları dolduruyor. Okul yerine kurslar öne çıkıyor. Özel okulların birçoğun da kurs tarzı eğitim ağırlık kazanıyor. 
Bu süreçte, öğrencinin dakikası bile önemli olduğundan sanat, spor ve okumaya dair her şey erteleniyor. Daha çok test çözmek ve sınavda çıkması muhtemel daha çok soru ezberlemek  en önemli eğitim metodu halini alıyor. 
Diğer taraftan, bu kadar stres altında kalan ve gençliğini (ve hatta çocukluğunu) yaşayamayan gençliğimizi kaybettiğimizin; geleceğe sorunlu ve kişiliksiz nesiller bıraktığımızın ise pek farkında değiliz.  

-Merkezi sınavların “belirleyici, yani  paralel müfredatın hakim olduğunun başka göstergeleri var mı?  

Şu ortamda MEB hangi reformları yaparsa  yapsın hayata geçiremiyor.   Sebebi Paralel Müfredat..
Ülkemizde eğitim hayatının  neredeyse  sınavlardan ibaret hale gelmesi bir anormalliğin ifadesi değil mi?   Adı alfabe çorbası bir sürü sınav var.   Üniversiteyi bitirmek bile sınavların bitmesi anlamına gelmiyor ülkemizde. Sırada KPSS ve başka sınavlar var. 
Sınavlarla oturup, sınavlarla yaşıyoruz. Medya haberlerine bakıyoruz. Çoğunluğu merkezi sınavlarla ilgili. Her başımız sıkıştığında yeni bir sınavla çözümler üretiyoruz. Sınavlar hayatımızın en kritik dönemeçleri haline geliyor. Hayat eşittir sınav haline gelmişse bir yanlışlık var demektir.  

-Paralel Müfredattan kurtuluş yollarına geçelim müsaadenizle.  İşe Nereden Başlamalı?

Amaç öncelikle eğitimi merkezi sınavların altında ezilmesinden kurtarmak olduğuna göre, yetkililer ve uzmanlar geniş istişareleri ile en iyi ölçme ve değerlendirme sistemini oluşturacaklardır. Amaç, ölçme ve değerlendirme sisteminin, becerileri ve meziyetleri, analitik düşünceyi, yorumlama gücünü ve üretkenliği değerlendiren konuma yükseltilmesidir.
İlk iş olarak, geniş katılımlı istişarelerle lise mezununda olması gereken bilgi ve beceriler ortaya konulacaktır. Yani lise eğitimini misyonsuzluktan/amaçsızlıktan kurtaracağız.    
Çözümün birkaç boyutu ve yolu olduğuna göre öncelikle ÖSYM sistemi gibi kökleşmiş kurumların da işin içinde yer aldığı daha basit modeller üzerinde durabiliriz.  Mevcut sistemi, becerileri de değerlendiren konuma çıkararak ıslah etmenin yolları var.  

-Orta okul ve liseler için, hatta ilkokullar için eskiden  bitirme/olgunluk sınavları vardı.  

Eğitim problemini büyük ölçüde halletmiş, merkezi sınav derdi olmayan birçok ülkede bir uygulama var. Her yıl yapılan bir tür genel kültür, bilgi düzeyini ölçen sınavlar yanında düşünme ve anlatma becerisini ölçen “bakalorya” türü sınavlar yapılmaktadır. Bu geçmişte bir ölçüde “bitirme sınavı” olarak bizde de vardı. Bu sınavlar, ihtiyaçlara uygun şekilde düzenlenerek tekrar hayata geçirilmelidir.

-Sınavlar (ucu açık sorularla) tüm ülke düzeyinde aynı kalite ve seviyede (yazılı ve sözlü türde) sürdürülebilir mi?  Böyle bir imkandan söz edebilir miyiz? Sorular yine merkezi sistemle hazırlanabilir mi?

Dünyanın çoğu ülkesinde uygulanan bu metodu, “biz yapamayız efendim, şöyle olur böyle olur” diyenlerin ya dünyadan haberleri yoktur ya da ölçme ve değerlendirmegerçeklerinden… 
ÖSYM ve il ve ilçelerde Milli Eğitim yetkililerimiz ve okullarımız, üniversitelerimiz bu sınavları yapacak tecrübeye sahip. Bu uygulama liselerin eğitim profili ve kalitesini de ortaya çıkaracaktır.  Bölgeler arası farklılıklar görülünce kalite yarışması için rekabet ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak, “Bitirme sınavları” şimdi içi boşalan liselerin de meslek liselerinin de kendi misyonuna dönmesine yardımcı olacaktır.
Fen ve Sosyal dersler için üniversiteye girişte “bitirme sınavı” notları esas (baraj) halini almalıdır. Örneğin bu derslerden bitirme derecesi “pekiyi” derece göstermeyenler belli bölüm ve fakültelere girememelidir. 
Teklif ettiğimiz yapılanmada Merkezi sınavların fen ve sosyal alanlardan çekilmelerini söylüyoruz. Merkezi sınavlar sadece entelektüel yetenek ve kültür alanlarından, mesleki alanlardan ibaret kalmalı. Mesela genel sağlık bilgileri yanında güncel dünya ve ülke olayları ile ilgili sorular da yer alabilir. Bunların yanında bilgisayar okur yazarlığı, yabancı dil seviyesi ölçülebilir. Liseleri aynı zamanda mesleki becerileri kazandıracak düzeye çıkarmanın yolu açılacaktır böylece.  
Amaç   beceri, yetenek ve tecrübeleri ölçmek ve değerlendirmek olunca ölçme ve değerlendirme yetkilileri ve uzmanları geniş istişareleri ile en iyi sistemi oluşturacaklardır. 

-Üniversitelerde ilk yıl öğrencinin kaydolduğu bölümü ve üniversite hayatını tanıma yılıdır. Üniversitelerimiz  İlk yıl öğrenciye istediği başka bölümlere geçebilme imkânı  ve  hakkı  veremez mi?

Üniversiteler (fakülte ve bölümler) kendilerinin koyacağı ek standart ve ölçütler içinde [ya da başka sınav(lar)] öğrencilerini kendileri seçebilmelidir. Bu durum öğrencinin aynı zamanda lise döneminde kendi yeteneklerine uygun bölümlere ve branşlara yönelmelerini (o alanda güçlenmelerini) sağlayacaktır.   
Dünyadaki  üniversitelerde eğitim başlarken,       her üniversite kendi öğrencisini seçme hakkı var. Biz bu hakkı vermiyoruz. Hatta özel üniversiteye bile vermiyoruz bu hakkı.   
Dışarıda bazı ülkelerde Üniversiteler öğrenciyi kabul ederken "bir sınav" sonucuna bakmaları gerektiğinde YKS gibi bir sınav sonucunu isterler. Ama bizdeki gibi , "senede bir kere","ya başar, ya öl" türünden aptalca  bir  sınav türü  değildir elbette. Modeli Amerika’dan aldığımızı söyleriz.   ABD ye bakalım.  Orada SAT denen sınav senede 7 defadır.  İstersen birini, istersen ötekini alırsın.  SAT sınavından sonra sınav yapan şirkete sonucu hangi üniversiteye gönderilmesini istediğini de kendiniz seçiyorsunuz.   
Böyle bir  sınav sonucu  sizi kabul için  parametrelerden "sadece biri" dir.  Bizdeki gibi tek seçme ölçütü değildir.  Lisenizin hangisi olduğuna, lise mezuniyet notunuzun ne olduğu da önemlidir.  Bu değerlendirmeyi yapan, üniversitenin kabul işleriyle uğraşan bölümündeki kişilerdir. Merkezi bir sistem  tarafindan uygulanan bir ağırlık hesabı değildir. "Seçim", onu yapması gereken en uygun kişiye, ve sorumluluğu hissetmesi gerekene (üniversiteye) bırakılmıştır.

-Efendim, o seçim okullara bırakılırsa torpiller olur.  Öyle değil mi?

Her okul torpile izin vermesi durumunda kalitesinin düşeceğini bilecektir. Buna izin verenlerin durumunun ne olacağı belli.  Eğer ülkede kalite-akreditasyon sisteminiz varsa kalitesiz okullar ortaya çıkacak ve oraya iyi öğrenci müraacaat etmeyecek, mezunları iş bulamayacaktır.
 Ama bir kısım insanlar   torpille girecek diye bu endişe  ile okullara seçme hakkı vermezseniz  sistemin verimliliğini azaltmış olursunuz.     Sonra  hazırlık kursları,  liselerin yerini alır.  Yani Paralel Müfredat hakim hale gelir.     Laboratuvar ve uygulamaya yönelik dersler işlenmez hale gelir.    Öğrenci için YKS’den önemli hiç bir şey  kalmaz.  Sanat, yetenek, düşünme, kendine zaman ayırma hep yok olur. 

-Anlattığınız şeyleri şöyle özetleyebilir miyiz?   Merkezi sınavları etkisini azaltmakla yola çıkıyoruz. Bu amaçla merkezi sınavları  tek değerlendirme kriteri olmaktan kurtarıyoruz.  Öyle değil mi?   

YKS nin üniversiteye yerleştirmede tek kriter olmaktan nasıl kurtarabiliriz?  Bunu nasıl yapacaksınız?  Elbetteki kafası dört işlemden  öte çözüm üretemeyenlerle masaya oturup dar çerçevede çözüm ararsanız çözüm bulamazsınız. Baba bilim adamları ve işin ehli çözüm üretenler bir araya gelecek. Dört işlem mantığı ile çok dereceli bir matematik probleminin çözüldüğü görülmüş mü? 

Lise notları elbette önemli hale gelecektir. Öğrencinin düşünme becerisi yanında yazma becerisini de ortaya koyan sınavlar ölçüt haline gelecek.  Öğrencinin entellektüel becerileri, mesleki becerileri de  ölçülecek. Artı değerleri olacak.
 Zaten  mesleki eğitime yönlendiriyorsunuz çoğu öğrenciyi. Meslekleri cazip hale getiriyorsunuz ve üniversitede eğitimi ciddi ve ağır hale getiriyorsunuz. Mesleki eğitimi  ciddi ve kazandırıcı hale geliyor. Öyle bir sistem kuruyorsunuz ki üniversiteye sadece orada okuma gücünü görenler hevesleniyor. 

-Böyle bir yapılanmada Merkezi sınavların rolü ne olacak?  Bazı ülkelerde de   merkezi sınavların bulunduğunu biliyoruz.

Merkezi  sınavların olduğu ülkelerde merkezi sınavlar dört beş parametreden sadece birisi. Tek bir  kriterden ibaret kalmıyor.  Üniversitelerin kendi kriterleri ve kendi imtihanları var. Şu ülkelerde de böyle merkezi sınav var diyerek örnek gösterenler bu noktalara bakmıyorlar. Mesela Dünyanın  kötü olmayan  orta öğretimlerinden birisi ABD’dedir.  Amerika’da bu sınav yılda 7 defadır.    
Meslekleri itibarlı hale getirdiğimizde, mezunlara iş garantisi verdiğimizde zaten üniversite önünde yığılma kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Tabi ki bu arada üniversitelerimiz itibarlı ve kaliteli eğitimi ile her geçenin mezun olduğu yapı ve anlayıştan kurtarılacak yapıya dönüştürmeler yapılmalı. Lise eğitimi yapılandırırken üniversite reformu birlikte yapılmalı. Kontenjenlar ülkenin ihtiyaçlarına göre belirlenmeli.     

Aynı şekilde liseler de tutarlı eğitimi ile  her önüne gelenin mezun olduğu konumdan kurtarılmalıdır.  

-“Efendim, o seçim okullara bırakılırsa torpiller olur” denmektedir. Güvensizliği esas alan bu yapıda ortaya vahim sonuçlar çıkmaktadır.   Yani sivrisineğin ısırmasından kaçarken yılana ısırılıyoruz.  Toparlarsak  

Anlattıklarımızı şöyle toparlayabiliriz:  Problem için çok basit çözüm yolları olduğunu gösteriyoruz.  Akreditasyon sistemini uygulamaya koyuyorsunuz. Liseleri eğitim kalitesine göre kredilendirmeye tabi tuttuğunuzda, yani bağımsız bir “öz değerlendirme sistemi” teşkil ettiğinizde öğrencinin ortaöğretim başarısını ve notlarını üniversiteye girişte esas haline getirebilirsiniz.  Böylece halihazırda hiçbir kredilendirme ve öz değerlendirme sistemine dayandırılmadan kaliteli (!) olduğu varsayılan nitelikli-niteliksiz lise ayrımı son  vermiş olursunuz. Liseler tek tip olacak, ancak eğitim kalitesi ile kredisini artıran liselerin öğrencileri üniversitede istediği bölüme kaydolmada önemli avantajlar elde edecektir.
Şu hâlde dönüşümün temelinde eski yıllarda tecrübesini yaşadığımız (dışarıda adı Bakolarya olan) “Bitirme Sınavlarının” hayata geçirilmesi bulunuyor.  
Bitirme sınavlarının notları diploma notu olarak her sahada etkili ve baraj konumunu alırsa, okullar büyük ölçüde kendi düzleminde doğru bir eğitimin içine çekilmiş olacaktır. Bitirme sınavlarının yazılı ve mülakatlarının soruları şimdi olduğu gibi yine “merkezi” olarak hazırlanabilir. Merkezi sınavlarda ilgili kurumlarımızın kazanımları ve yüksek tecrübesi malum. ÖSYM gibi kurumlar bu tür sınavların organizesinde yine rol alabilirler.   
Bitirme sınavlarını son sınıflarda eğitim döneminin sonunda bir ay içinde her il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri, üniversitelerle birlikte organize edebilir. 

-Amaç, liselere işlevlik kazandırmak. Bu amaçla üniversiteye giriş sisteminde hangi dönüşümleri yapabiliriz? 

Lise mezunlarını beceri sahibi yapacak şekilde yeniden düzenlemek… Hatta her genel lise mezununun bir meslek sahibi olması lazım. Bu mesleki becerinin sertifikalandırılması sağlanmalıdır. Bu, çok programlı bölgesel meslek okulları açarak da  sağlanabilir. Meslek sertifikasına üniversiteye girişte bir puan karşılığı verip lise başarı notu gibi YKS puanına etki etmesi düşünülebilir. Lise mezunları bir meslek sahibi olunca öğrenci üniversiteyi kazanmasa da boşlukta kalmayacaktır. Üniversite önündeki yığılma da böylece azalacak. Piyasanın üniversite mezunundan çok  ara eleman talebi  olduğunu unutmayalım. 

-Konunun daha iyi anlaşılması için Paralel Müfredat konusunu bir kez daha özetleyelim isterseniz.   

Tehlikesine işaret ettiğimiz şey,  merkezi sınavların tek kriter haline gelmesi  ile paralel müfredat oluşturmasıdır   Bu yüzden okulların müfredatı, okul plan ve dersleri, hatta öğretmenler ikinci konumda kalıyor.    Bu yüzden de üniversite hazırlık kursları öne çıkıyor. Özel okullar büyük oranda üniversite hazırlık kursu gibi eğitim vermek zorunda kalıyor.  Hazırlık kursları yüzünden  veliler  büyük bir mali külfetle karşı karşıya kalıyorlar. 
Paralel Müfredattan dolayı,  öğrenci ve aileler, hatta okullar   kimlik oluşturan, onu geliştiren sosyal-kültürel ve sanat faaliyetleri askıya alıyor. Beceri kazandıran laboratuvar ve atölye uygulamaları, kitap okuma ve kulüp faaliyetleri, resim, müzik, beden eğitimi ve sanatsal dersler geri plana atılıyor.  Hatta liselerin 4. Sınıfında paralel müfredatın hakimiyeti zirveye çıkıyor.    Milli Eğitim yetkilileri de bir çok kere Paralel Müfredatın uygulamasını teşvik ediyorlar. Paralel yapılanmanın   öne çıktığı yerlerden birisi fen liseleridir. Bu yüzden bu okullar “gözde” hale geliyor.  Daha önceki sohbetlerimizde bu hususları ayrıntılı anlatmıştık. 
Paralel müfredat kanıksanmış durumda.   Varsa yoksa sınavlar…   Eğitim merkezi sınavların ağırlığı altında eziliyor, dümdüz hale geliyor. 
15 Temmuz darbe ve işgal girişimine göğsünü siper ederek karşı durmakla   toplum paralel devlet girişimini  önlendi. Hem paralel devlet  hem de   paralel din girişimini  engelledi. Şimdi yapacağımız  “kurtuluş hareketi”, eğitimi  merkezi sınavların “belirleyici” yapısından kurtarmak. Bilim ve teknolojinin gücünü arkamıza almamız ve   eğitimle bünyemizi  ve nitelik seviyemizi güçlendirmemiz.

-Mekanik test sınavları ile   beceri ve liyakat değerlerini ölçemediğimiz belli.  Sadece  bilgi ölçmeye dayalı hale getirdiğimizden  eğitimin içi  boşalmış durumda. Düşünme -yorumlama -bilgiyi üretme  -konuşma- yazma iletişim gibi eğitimden maksat olan  temel becerileri teste dayalı yöntemlerle ölçmeyiz.   Bilginin bu şekilde mekanik boyuta indirgenmesinin kaynağı nedir sizce?
  
Geriye dönüp nerede yanlış yaptığımıza bakmalıyız. Sınavlardan önce kendi idrak ve gönül dünyamıza hitap eden bir eğitim modeli geliştirebiliyor muyuz? O takdirde  ilimden  irfana geçişi sağlayan köprülerin kurmaya başlayabiliriz. Kendi modelimizle işleyen  okullarımızda   öğrencilerimizi   hakikat sarayının yapı taşlarını döşeyen  muallimlerimize ve hocalarımıza gönül rahatlığı ile  teslim edebiliriz. 

-İnsanımızın değerlerinden ve kültüründen beslenen bir anlayışla müfredatın  yeniden ele alınması  meselesi var. Yani içinin doldurulması.. O konuda ne söylemek isterseniz?

Kendi eğitim modelimizi oluşturmadan  yola çıktığımızdan yolda kaldık.    Hem kimliğimizi inşa edemedik, hem de memnun ve mutlu olacağımız bir mesleki hayatla geleceğimizi inşa edemedik. En büyük işsizlik oranı yüksek öğretim mezunları teşkil ediyor.  Bu tablo iyi tahlil edilmelidir.
Önce eğitim programlarındaki paralel yapılanmalar ortadan kaldırarak işe başlamalıyız.   Sonra da yapısal düzeltmelerin arkasından muhteva sorunu gündeme gelecektir. Eğitim bir medeniyet-kültür ve meslek meselesi olarak ele alınınca görünecektir ki;   her medeniyet, kendi insan ve alem tasavvuru doğrultusunda kendine has bir eğitim idraki geliştirir ve geliştirdiği bu eğitim idraki üzerinde kendi insan tipini, hayatı ve hayat tarzını, mesleki ihtiyaçlarını  inşa eder. 
Eğitimi medeniyet meselesi olarak ele aldığımızda önceki hatalarımızın kaynağı da kendini gösterecektir.    Türkiye’de uygulanan müfredatla 20.  yüzyılı demokratik ve pedagojik olmayan, baskıcı ve ideolojik bir dönem olarak heba ettiğimiz anlaşılacaktır.