Asıl adı Muhammed olan Celaleddin'in daha yaygın unvanı Mevlana Celaleddin Rûmî'dir. Bu unvandaki Mevlâ, efendi; Mevlana, efendimiz demektir. Ona Rumi denilişi, sanat, iman ve düşünüş hayatının, o asırlarda Diyar-ı Rum diye anılan Anadolu'da geçmiş ve bu yurtta ebedileşmiş olmasındandır.

Çoğu yerde, kısaca, Mevlana diye tebcil edilen bu büyük ve vecdli şair, önce Yakın Doğu'da; sonraları, Doğu'da Batı'da derin akisler uyandıran büyük bir sanat, bir duyuş, düşünüş ve inanış cereyanının coşkun kaynağıdır.

Hayatı

Mevlana, 30 Eylül 1207’de Horasan'ın Belh şehrinde doğmuştur. Vefatı, Konya'da 17 Aralık 1273’tedir. Mevlana'nın babası Harzemşahlar ülkesinin büyük âlim ve sôfilerinden Sultanü'l- ulemâ Bahaeddin Veled'tir. Annesi, Harzemşahlar ailesine mensup olduğu bildirilen Mümine Hatun'dur.

Harzem'de, âlimlerin sultanı rütbesini kazanan Bahaeddin Veled, Harzem'de, ilim adamları yetiştirmekle tanınmış bir aileye mensuptu. Kendisi de büyük bir İslam âlimi, sünni inanışlara kuvvetle bağlı bir İslami ilimler müderrisiydi. İlmi kadar irfanı da üstün olan Bahaeddin, aynı zamanda sôfiliğin de yücelerine varmış bir panteist'ti. Onun Maarif adlı eserinde tek ve mutlak varlık olan Allah'a varma yolundaki duyuş, düşünüş ve heyecanları vardır.

Ancak, Mehmed Harzemşah'ın hocası Fahreddin Razi'nin; aralarındaki ilim ve mezhep rekabeti yüzünden; devrin hükümdarını Bahaeddin Veled aleyhine döndürmesi veya daha kuvvetli bir ihtimalle Harzemşahlar ülkesine bir kan ve ateş seli halinde yaklaşan Moğol istilası dolayısıyladır ki Mevlana'nın babası, Moğollar'ın Harem’e girmelerinden bir müddet evvel, karısı ve iki oğluyla birlikte Belh'ten ayrılmıştır.

Aile, önce Hicaz'a gitmiş, oradan Şam'a gelmiş, oradan da Larende'ye gelerek burada yedi sene kalmıştır. Nihayet Rum Selçuk Hükümdarı, Sultan Alaeddin'in daveti üzerine Konya'ya gelen Sultanü'l-ulema, burada yerleşmiş, burada verdiği dersler ve vaazlarla gerek saray çevresinde gerek halk üzerinde büyük saygı ve sevgi uyandırmıştır.

Mevlana Celaleddin, İslam'ın büyüklüğünü, İslam ilimlerini ve diğer ilim dallarını önce babasından öğrendi. 12 Ocak 1231’de vefat eden babasının yerine vaaz ve fetva verecek kadar sağlam ve yüksek bir bilgi seviyesine ulaştı. Bununla beraber, babasının ölümünden sonra, daha dokuz yıl, Bahaeddin'in eski bir talebesi olan Seyyid Burhaneddin Tirmizi'nin yanında bilgisini artırmaya çalıştı. Bu ikinci hocası, Mevlana'ya akli ve nakli bilgilerden başka, duygu ve sezgi temeline dayanan bir "irfan, sahibi olduğunu haber vererek ona sôfilik telkinlerinde bulundu; onu kendi müritleri arasına aldı.

Celaleddin, esasen babasının Maarif adlı eserini okuyarak tasavvufun sırlarını hissetmeğe başlamıştı. Fakat bu gençlik devresinde Mevlana, daha çok ilimde adında bambaşka bir insanla; cezbe ve vecd dolu bir dervişle tanıştı. Bu Şems-i Tebrizi, rind, babacan ve coşkun bir sôfi; üstün telkin kudretine sahip müstesna bir insandı. O kadar ki Mevlana, bu serbest duygulu, hür düşünceli, göz ve gönül alan dervişe karşı ancak sôfiyane bir aşkla izah edilebilir bir çekiliş ve bağlanış duydu.

Mevlana'yı, daha çocuk denecek bir yaşta iken, bir defa Şam'da gördüğü söylenen Şems, bu ikinci buluşmada onun rühunu, zahiri bilgilerin çerçevelediği ilim ve dış ibadet dünyasından uzaklaştırarak duygu ve düşünce âlemlerinin geniş ve esrarlı ufuklarına doğru alabildiğine coşturmak kudretini gösterdi. O kadar ki görenler ve fark edenler, onların Konya sokaklarında buluştukları anı, iki deryanın kavuşmasındaki hallere benzettiler. Zamanının dini ilimlerini bilmekle beraber bu ilimlere değer vermeyen Şems-i Tebrizi, Mevlana'yı kitapların dışındaki sırlara ermek yolunda, ileri bir iman ve heyecan âlemine götürdü; ona sema'ın zevkini tattırdı; ona neyin, rebabın, bir kelime ile musikinin lezzetini duyurdu. O zamana kadar gerek derslerinde gerek ibadetinde mazbut ve ağırbaşlı olan Mevlana, Şems'te tecelli eden ilahî hâlleri gördükten sonra, talebesine verdiği dersleri bırakarak bütün zamanını Şems-i Tebrizi'nin sohbetine ayırdı. Bu iki insan arasındaki ruh anlaşması ve gönül buluşması o dereceyi buldu ki Mevlana bütün hayatını, heyecanını Şems'in varlığında topladı, bu heyecanla şiir söylemeğe başladı ve bu hadise dünya tasavvuf edebiyatına Mevlana ölçüsünde büyük bir şair kazandırdı.

Mevlana'nın talebeleri, üstatlarını kendilerinden böylesine uzaklaştıran Şems'deki bu hali anlamadılar. Konya'da Şems'e karşı, gittikçe artan bir düşmanlık belirdi. Mevlana'dan uzak kalan talebe, duydukları ıstırabın Şems-i Tebrizi'ye açıkça söylediler. Rind derviş, bir gün ve ansızın Konya'yı terk etti. Şam'a çekilmek suretiyle bu müşkül durumu düzeltmeye çalıştı.

Fakat Şems-i Tebrizi'den ayrılmanın elemi Mevlana'yı öyle perişan bir hale koydu ki az sonra talebeleri yaptıklarına pişman oldular. Neticede şairin büyük oğlu Sultan Veled, bizzat Şam'a giderek Şems'ten geri dönmesini istedi. Mevlana'nın elemli mektupları ve Sultan Veled'in ricaları karşısında fazla direnemeyen Şems, yeniden Konya'ya dündü. Ancak bu dönüş beklenen huzuru sağlamadı ve bu buluşmanın saadeti uzun sürmedi. Bir taraftan Konya halkının bu macerayı hazmedemez hale gelmesi; öte yandan, Mevlana'nın, medreseyi tasavvufa tercih eden küçük oğlu Alaeddin'in Şems-i Tebrizi ile şiddetli çatışmaları; nihayet Şems'in aleyhinde harekete geçmek isteyenlerin çoğalması neticesinde bütün huzurunu ve Konya'da yaşama imkânını kaybeden Şems-i Tebrizi, bu sefer, bir daha geri dönmemek üzere ortalıktan kayboldu.

Bir rivayete göre, Şems-i Tebrizi'yi içlerinde Alaeddin'in de bulunduğu yedi kişilik bir hınçlılar zümresi öldürmüştü. (İçlerinde Alaeddin'in de bulunduğu bu yedi kişinin, 5 Aralık 1247 tarihinde Şems-i Tebrizi'yi öldürerek cesedini kör bir kuyuya attıkları söylenir. Aynı rivayete göre: Şems'in cesedini ise, Mevlana'nın büyük oğlu Sultan Veled bir gece, adamlarıyla gelip bu kuyudan almış, eski Mevlana medresesi haziresine gömdürmüştür.)

Mevlana bu sır oluştan sonra büyük bir ye'se düştü. İki defa Şam'a giderek bahtsız ruhunun başıboş maşukunu aynı elemle aradı. Şam sokaklarında dikkati çekecek derecede üzgün ve perişan dolaştı. Fakat Mevlana büyük bir rindliğin gerektirdiği üstün irfan seviyesine ermiş bulunuyordu. Kader böyle tecelli edince buna engin bir vakar ile bakmayı bildi.Kendini şiire verdi.

Bu arada büyük Divanı'nın belki en dokunaklı elem ve hicran gazellerini söyledi. Sonra, yavaş yavaş durulmağa başladı ve bir gün, Şems-i Tebrizi'de gördüğü ilahî hallerin bu sefer eski müritleri arasında bulunan ve bizzat Şems-i Tebrizi tarafından da sevilen Salihaddin Zerkub'da tecelli ettiğine inandı. Onu kendine mürit ve musahip seçti. Salahaddin'ın mesleği kuyumculuktu. Kendisi olgun ve yaşlı bir dindar ve mutasavvıftı. Ağırbaşlı hareketleriyle, bu sefer Mevlana ile Salahaddin arasındaki yakınlığı çekemeyenleri, ikinci bir kötülük yapmaktan alıkoydu. Fakat bir müddet sonra, 29 Aralık 1258 de Salahaddin de öldü.

Mevlana, son olarak Çelebi Husameddin adlı, bir başka müridini kendine halife seçti. Temiz, mert ve fedakâr bir mürit olan Husameddin,  büyük hizmette bulunmuş, ona meşhur Mesnevi'sini yazma fikrini vermiş ve bunda ısrar ederek Mesnevi'nin yaratılmasında mühim vazife görmüştür. O kadar ki Mesnevi'yi Mevlana söylüyor, Husameddin yazıyor. Bu yazış ve yazdırış bazen sabahlara kadar sürüyor; talebesini böylesine yorduğunu fark eden Mevlana bunun mükâfatını Allah’tan dilemek duygusunda kalıyordu.

Çelebi Husameddin, Mevlana'dan 11 yıl sonra öldü. O ölünce tarikat şeyhliği, bu zamana kadar, büyük bir sadakat ve sabırla tekkeyi beklemiş olan Sultan Veled'e geçti. Sultan Veled, Mevlevi tarikatının hakiki kurucusu oldu. İyi bir teşkilatçı olduğu anlaşılan Sultan Veled, gerek babasının yaygın şöhretinden faydalanmak, gerek bu şöhret etrafında yapılan dedikoduları unutturmak; gerek bu çok ileri şiir, sema', musiki, düşünüş ve inanış tarikatını daha geniş ülkelere yayarak ebedileştirmek gibi emellerle çalışarak bu temiz idealde ilk başarılı adımı attı.

Mevlana, daha 18 yaşında iken Larende’de, babası tarafından Semerkandlı Hoca Şerefedain'in kızı Gevher Hatun'la evlendirilmiş ve bu izdivaçtan iki erkek evladı olmuştu. Sultan Veled, bunların birincisiydi. Gevher Hatun'dan doğan ikinci oğlu Alaeddin 1262’de henüz Mevlana hayatta iken ölmüştü. Celaleddin, birinci karısının vefatından sonra,

Konya'da Kerrâ Hatun'la evlendi. Bu izdivaçtan da en küçük oğlu Muzafferüddin Âlim Çelebi ile tek kızı Melike Hatun doğdular.

Eserleri

Divan-ı Kebir

Halis bir Türk olduğu halde Mevlana, zamanındaki edebiyat dilinin Farisi olması yüzünden, Şarkın belki en güzel tasavvuf şiirlerini İran edebiyatına kazandırmıştır. Onun şiir kıymeti bakımından üstün eseri Divan'ıdır.

Bu Divan, aruzun 24 bahrindeki vezinlerle söylenmiş ve her bahirdeki şiirler alfabe sırasıyla bir araya getirilmiş olduğundan eser 24 ayrı Divan gibidir. Mevlana bu bahirlerin her birinde çok sayıda şiir söylediği için Divan 'ı hacim bakımından da muazzam bir eser heybeti almıştır. Bu büyük esere, aynı sebeple, Divan-ı Kebir denilmiştir. Bu isim aynı zamanda Mevlana Divanı'nın manevi büyüklüğünü belirtir.

Kasideler, gazeller, terci'ler, müstezadlar, rubailer ve daha başka şekillerle tertiplenen bu Divan'daki birçok şiir Şems-i Tebrizi tarafından söylenmiş gibi onun adını taşır. Şems'in adı, bu şiirlerde mahlas yerine kullanılmıştır. Bunun içindir ki Mevlana Divanı'nı Divan-ı Şems-i Tebriz diye isimlendirenler olmuştur.

Mesnevi

Mevlana'nın İslam dünyasında bir mukaddes kitap saygısıyla tanınmış ve çok sevilmiş eseri Mesnevi'sidir.

Aruzun “fâ'ilâtün/ fâ'ilâtün/ fâ'ilün” vezniyle ve mesnevi şekliyle tertiplenen bu eser, 6 ciltte 25618 beyit halinde söylenmiştir.

Varlıkta birlik anlayışını birtakım hayali veya realist hikâyelerle; insanlar arasında olduğu kadar, hayvanlar arasında geçen vakalarla; teşhis ve intak sanatlarıyla tanıtmaya çalışmıştır.

Fîhi Mâfîh

Mevlana’nın meclislerinde, onun sohbetlerini, oğlu, Sultan Veled’in, halifesi Husameddin Çelebi'nin ve daha başka müritlerinin not etmeleriyle meydana gelmiş, Farisi ve mensur bir eserdir. Eserin bazı parçalarının da bizzat Mevlana tarafından yazılmış olması muhtemeldir.

Fihi Mafih'te 70’ten fazla sohbet vardır. Bu sohbetlerin esas mevzuu tasavvuftur. Bununla beraber Mevlana Celaleddin, bu sohbetlerinde dini, felsefi, ahlaki görüşlerini, inanışlarını, şiir anlayışını, dünya ve ahiret hakkındaki düşüncelerini, insan anlayışını, kadın telakkisini ve devrinin çeşitli sosyal ve tarihi problemlerini bahis konusu etmiş, kendisine sorulan çeşitli sorulara kuvvetli ve inandırıcı cevaplar vermiştir.

Mektubat

Mevlana'nın sonradan bir araya getirilen mektuplarıdır.

Mecilis-i Seb'a

Mevlana'nın yedi vaazını bir araya toplayan kitaptır.