Mevlevilik tarikatının kuruluşu ve tarikatın esasları

Anadolu'da yine XIII. asırda kurulan tarikatler içinde,daha çok, bir yüksek zümre tarikati olarak büyük ve müsbet vazife görenen mühim teşekkül Mevleviliktir. Bu tarikat, adını,Mevlana Celaleddin Rumi'nin Mevlana ünvanından almış fakat Mevlana tarafından kurulmamıştır. Çünkü Celaleddin, bir tarikat kuracak ve onu yürütecek ölçüde maddi teşkilat işleriyle uğraşacak ruhda değildi. O, çok büyük bir panteistti ve bütün bir tarikati, her türlü tefekkürü, heyecanı ve coşkunluğu ile kendi hayatında, kültüründe ve tefekküründe yaşıyordu.

Bu arada Mevlevi tarikatinin şiir gibi, mûsikî gibi, sema' gibi güzel sanatlarla birleşen ve onlarla ifade edilen duyuş ve düşünüş sistemi, Mevlana zamanında başlamıştı. Mevlevi mûsikîsinin Mevlevi sema'ının başlangıcı ondaydı. Onun zamanında mûsikî ; ney, rebab ve def gibi sazlarla terennüm ediliyor; şiir, Farisi ile
söyleniyor ve Mevlana'nın, coştuğu zaman, yüksek sesle şiir okuyup sokakta yürürken bile sema' ettiği haber veriliyordu.
Mevlevilik yüksek ve hür bir İslam tefekkürü içinde başlamıştı.


Büyük yaratıcıya şiirle, mûsikî ile ; semaya kanatlanır gibi hareketlerle coşkun, bir dini raksla kendini veriş mahiyetindeki bir tarikat ibadeti, bizzat Mevlana'nın başladığı hareketti. Mevlana hayatta iken bu coşkunluk meclislerinde kadınlar da bulunuyordu. Mevlana onların da meclislerinde sema'a kalkıyor. Bu sema ile coşan kadınların da aynı harekete katıldıkları söyleniyordu. Nitekim mevleviliğin Mevlana'dan sonraki hayatında, Sultan Veled'in kızı Şeref Hatun gibi kadın mürşidler ve kadın halifeler de görülmüştü. Fakat mevleviliğin belirli adab ve erkanı ile ve birtakım değişmez prensiplerle büyük teşkilat halinde kuruluşu, Mevlana'nın oğlu Sultan Veled'le başlamıştır. İyi bir teşkilatçı olan Sultan Veled ve onun oğlu Ulu Arif Çelebi, tarikati kurup teşkilatı genişletmişlerdir. Başlangıçta Selçuk sultanlarıyla, sonra Moğol kumandanlarıyle iyi geçinerek Mevlana'nın büyük adını ve hatırasını vakur hareketlerle yaşatmışlardır. Önce Konya çevresinde, sonra daha başka şehirlerde teşkilatlanan Mevlevilik, bilhassa Osmanlı sultanlarının bu ağırbaşlı ve yüksek kültürlü tarikate gösterdikleri ihtiram dolayısıyle imparatorluk zamanında Mısır'dan Macaristan içlerine kadar yayılmıştır. Buralarda Mevlevi dergahları kurulmuş, Mevlevi ayinleri yapılmış, Mevlevi sema'ı ve Mevlevi mûsikîsi, üç kıt'ada, yaygın bir alaka görmüştür.

  Kur'an-ı Kerim'in yüksek tefekkür seviyesinde, manzum bir tefsiri mahiyetindeki Mesnevi, Mevlana'nın ölümsüz eseri olarak bütün bu yerlerde asırlarca bir mukaddes kitap saygısıyla okunmuş, şerh edilmiş, dergahlarda kadınlı erkekli dinleyicilere mesnevi
dersleri verilmiştir. Mesnevi'de Hz. Muhammed'e ve onun kitabına karşı duyulan derin aşk ve bağlılık, Mevleviliğin bütün bu ülkelerde birinci
derecede müsbet tesir uyandıran bir tarikat bilinmesini sağlamıştır. Kurulan dergahların hepsinde büyük semahaneler yapılmış, buralarda bir tarafta mutribler, ney üfler, kudüm çalar, na't'ler, ilâhiler söylerken bir tarafta sema'a kalkılmış, mukaabele denilen mevlevi törenleri bu adab, bu erkan ve bu hareketler dahilinde yapılmıştır.


Mevlevi tarikati Mevlana'nın büyük yolunda hep aynı vakarla(sabırla) yürümüş, umumiyetle, siyasi hareketlere katılmamış, dini münakaşalara iştirak etmemiş
ve Türk topluluk hayatında daima bir kültür, bir sanat, bir yüksek duyuş ve düşünüş müessesesi haysiyetiyle yaşamıştır. Bu tarikatin Konya'da Mevlana Türbesi çevresindeki merkezi, Çelebi'ler denilen ve Mevlana neslinden gelen mevlevi büyükleri tarafından idare edilmiştir. İşte, tarikat hayatı bu çizgilerle hulasa edilebilecek Mevlevilik, XIll. asırda önce Mevlana'nın büyük şahsıyeti sayesinde Anadolu'nun bu asırdaki
buhranlı hayatı içinde manevi bir huzur kaynağı olmuştur. Mevlana, Konya ve çevresinde geniş bir manevi hayat uyandırmış ve onun maneviyatı, ilk halifesi Hüsameddin Çelebi ile Mevlana'nın oğlu Sultan Veled ve torunu Ulu Arif Çelebi gibi Mevleviliğin ilk çelebileri tarafından büyük bir onurla yaşatılmıştır. Bu maneviyat XIII. asır Anadolu'sunun çeşitli buhranları içinde bunalan ; halktan olsun, büyüklerden
olsun nice insana derin bir dini kültür ve tefekkür yanında, o ölçüde büyük bir huzur ve teselli vermiş ve birçoklarını da umutsuz olmaktan kurtarmıştır.