Barış kelimesine kirlenmiş sloganlarda, işlevsiz antlaşmalarda yer verilen ve güç dengelerinin savaşı ortasında kalan çocukların kanatsız kuş gibi öldüğü bir dünya burası.. Yazarken harfleri bir araya getirmekte zorlanmalıyım insan olarak. Düşünebiliyor muyuz, çocukların koskoca bir hiç uğruna öldürüldüğü dünyada neyi yazabiliriz ki..?

Gecenin ilerleyen saatleri. Gündemin hızına yetişmek ne mümkün. Her gün dramatik haberler okumaktan, savaş muhabiri gibi satrancın hamlelerini izlemekten bir kalbimizin olduğunu, onca acının bizi neden değiştirmediğini düşünmeye vakit bulamıyoruz. Musul’dan görüntüler izliyorum. Alev toplarının ortasında kalmış bir şehir düşünün. Ne olup bittiğinden habersiz çocuklar başlarını yastığa huzurla koyabilmenin hayallerinde yürürken, ansızın yıkılıyor evleriyle birlikte düşleri de. Tatminsiz ve tamahkârlık duygusunu kaybeden çocuklarımız istediği alınmayınca, en küçük bir uyarı karşısında ağlayabiliyorken onların gözyaşlarını nereye koyalım..? Hangi vicdanla teselli olalım acının gizli öznesi olan milyonlarca çocuğa..? Lüks arabalara binmeyi, yüksek binalarda oturmayı hayal ederken çocuklarımız, o çocukların çalınan hayallerinin hesabını kimden soralım dersiniz..? Halepli Ümran da Rabbine yürüdü, rahmet olsun. Tozlu gözlerinde ne umutlar büyümüştü oysa. Sessizliği o kadar çok şey anlatıyordu ki mühürlenmiş kalplere.. Onun gibi niceleri var görmediğimiz, tanımadığımız. Bazılarını hiç ilgilendirmiyor belki ama dünyada yaşanan kavgaların en büyük bedelini suçsuz ve sessizce ölen çocuklar ödüyor..

Karmaşanın, kalabalığın ya da savaşın ortasında bir ses yükseliyor yeryüzüne teselli olan. Hüzün makamında okunuyor ezanlar.. Kendi iç dünyamda yaşadığım umutsuzluklar karşısında hep ezanla teselli eder Allah beni. Bir şehirde ezanlar hâlâ okunuyorsa orada umut tükenmemiş demektir. 15 Temmuz gecesi meydanları gelincik çiçekleriyle dolu Türkiye’de bize umut veren ve darbeleri susturan bir nidâydı ezanlar.. “En büyük olan Allah’tır ey insan. Her şeye sahip olamazsın. En büyüğe ulaşma derdiyle yaşadıkça sahip oldukların sana sahip olmaya başlar..” gibi cümleleri çok söylerim kendi kendime. “Ezan okundu mu o memlekette esenlik var demektir, bağımsızlık yaşıyordur.” diyen Sezai Karakoç ‘ilâhi bir istiklal marşı’ olarak görüyor ezanları..

Sam Amcalar yine ‘barış’ getirme vaatleriyle Ortadoğu’ya gelerek demokrasiden bahsediyorlar. Yeni bir başkanlık seçimi ve dolayısıyla yeni bir terör örgütü oluşturmak, yetmezmiş gibi mezhep kavgalarını ateşlemenin peşindeler. Üçüncü dünya savaşından bahsediliyor. Kaçıncı olduğu önemli değil ama hali hazırda yıllardır devam eden bir savaş var Suriye topraklarında. Farklı güçlerin petrol uğruna birbiriyle savaşmasının yanı sıra ateş çemberinin ortasında istikrar ve istikbal mücadelesi veren Türkiye’nin mevcut kapitalist, emperyal güce bağımlı hale getirilmesidir asıl hedef.. Yeni bir mülteci dalgası beraberinde yeni bir imtihanı da getirecek. Irkçı bir bakışla ötekileştirecek miyiz, yurtsuz kalan ellerinden tutup kardeş olduğumuzu mu hatırlayacağız..?

Kendimizi sadece Müslüman olarak tanımlıyoruz. (41/33) Mezhepli olabiliriz fakat mezhepçi olamayız. Bu İlâhi formata ve fıtrat sözleşmemize aykırıdır. Cemaatçiliğin, kendi yorumunu mutlak doğru görmenin, tekfirci din dilinin bu ümmeti ne hale getirdiğinin yakın şahitlerindeniz. Cemaatini din haline getirenler, Allah adına aldatanlar, çoğaltma hırsıyla her şeye sahip olmaya, her şeyi yönetmeye kalkışanlar, hayatlarında eleştirinin sorgulamanın olmadığı, hizmet ettikleri güç uğruna feda etmedikleri hiçbir değer kalmayan sözde muhabbet fedâileri (!) tanklarla katliam yaptı bu ülkede. İdeolojik saplantının bizi nerelere götürdüğüne, paralel din algısının nasıl Ortadoğu’da DEAŞ, Türkiye’de FETÖ’ler ortaya çıkardığına şahit oluyoruz şimdilerde. Öyleyse bu algıya karşı neler yapabiliriz? Şirke karşı tevhitten, zulme karşı adaletten yana olmayacaksak neyi savunuyoruz yıllardır?

Mezhepleri Müslümanca yaşamak adına hazırlanmış birer paket program görmek yerine mümeyyiz bir akılla değerlendirmeli, mutlak otoritenin, haram-helal koyma yetkisinin Allah’a ait olduğunu idrak etmeliyiz..(16/116) Fıkhî konularda da meseleleri bağımsız olarak değerlendirmeli kalben mutmain olduğumuz Allah ile kul arasındaki fıtrat sözleşmesine aykırı olmayan eylemleri helal, Allah’ın ayetler ve sahih sünnetiyle koyduğu yasakları da haram kabul edebiliriz. Fakat bugün öyle bir zamandayız ki insanlar birbirini etiketlemek için ümmetin ihtilafa düştüğü konularda kendi görüşünden farklı düşünen kardeşini ‘sapık’ görüyor ve iletişimi kesiyor. Allah Musa’ya Firavun’la dahi yumuşak konuşmasını emrediyorken bize ne oluyor da birbirimizi tekfir ediyoruz..? Ortadoğu’daki mezhepçiliğin, DAEŞ gibi ısmarlama örgütlerin ve bu toplumu değiştirmeyen, sorunlarına çözüm üretemeyen paralel din algısının temelinde ‘tekeline aldığı din yorumunu mutlak görme’ hastalığı vardır. İşte bu yüzden Rabbimiz, akletmeye, düşünmeye, tedebbür ve tezekkür etmeye çağırır insanı..

İstanbul’un ezanlarını, şehrin kalabalığında hakikati haykıran o eşsiz mûsikîyi bize hediye eden Rabbe hamd olsun. Her Cuma huzurunda cem eden ve eşsiz toparlayıcı olan el-Câmî’dir parçalanmış ümmeti, kirlenmiş ruhları ve dağılan zihinleri de toparlayacak olan. “İnsan olmadan Müslüman olunmaz” gerçeğini hatırlayarak kardeşlik için, ömrünün baharında ölen çocuklar hatrına sevelim birbirimizi. Sonlu dünya uğruna sonsuz ukbayı kurban etmeyelim..