İnsan evladının nefsini temize çıkarma sevdasını hepimiz bilerek ya da bilmeyerek yaşıyoruz. Daha ufacık bir çocukken başlayan “ama o da yaptı”, “ama onlar da şöyle yapıyor” gibi savunma mekanizmalarımız hep nefsimizi temize çıkarmak için birilerini kullanmanın ve harcamanın herhalde ilk ve son masum şeklidir. Çünkü orada konu en fazla, fazladan yenilen bir kurabiye ya da yarım bardak meyve suyudur veya iş kavgaya varmışsa, bir tekme ya da yumruk olur.

Zaman geçip, hayat insanı büyüttükçe, konular ve savunma metotları da değişir ve artık masum bir savunma ya da sadece nefsini/kendini temize çıkarmak gibi bir şekilde hoş görülebilecek sebepler yerini, menfaat elde etmek için rakiplerini yok etme amacına dönüşebilir, dönüşüyor da…

Ve fakat konu; din ve dini hayat, İslam ve İslami cemaat veya yapılar olduğunda artık kişisel savunma ya da menfaat temini gibi ferdi amaçları bile gölgede bırakacak kadar büyük bir toplumsal saldırının, kendini makbul ve temiz göstermek için başkalarını kirli ve suçlu ya da en azından zan altında gösterme gayretinin adı, nefsini temize çıkarma sevdasını çok aşar ve bir fitneye dönüşür.

Allah(cc), alim bilinen birini Müslümanların ıslah ve irşadıyla değil iftira ve ifsadıyla meşgul ediyorsa, ona başka bir bela gerekmez. Bu onun “muhabbetullahı” kaybettiğinin ve yakında Müslümanların gönlünden de silineceğinin işaretidir.

Kendince İslam’a hizmet etme çalışmalarının temelini ya da duvarlarını, başka Müslümanların “güya” kabahat ya da kusurları oluşturuyorsa, tebliğ ve irşat faaliyetlerini birilerini kötülemeden yapamaz hale gelmişse, tuttuğu yolun doğruluğunu ispat için sair Müslümanları o yola dolgu malzemesi olarak kullanmaktan çekinmiyorsa, gittiği yol peygamberliğin mirasçılığı değil, şeytanın yeni şubesinin açılış konuşmasıdır.

Allah(cc) hidayetten ayırmasın! O, kalpleri kayanların ayaklarını da kaydırır ve daha “ne oluyoruz” demeye kalmadan, insan kendini bir kenefin dibinde debelenirken ve diğer Müslümanlara saldırırken bulabilir.

Bu vesileyle gündemde yer alan ve çok önceleri Avrupa Milli Görüş Teşkilatları olan ismini İslam Toplumu Milli Görüş olarak değiştiren ve Avrupa’da yaşayan çoğunlukla Türkiyeli ancak kapıları her ırka ve dile açık bir teşkilat olan IGMG hakkında şahitliğimi yapayım.

IGMG yani Milli Görüş; uzun yıllar imam veya yönetici olarak içinde bulunduğum, Avrupa’da ve dünyanın başka beldelerinde Müslümanların infak ve teberruları ile ayakta tuttuğu ve ihtiyaç olan her yere koşturan, yardım alan değil yardım eden bir kurumdur.

Afganistan’dan Çeçenistan’a, Bosna’dan Moro’ya kadar hemen her yerde, uzattığı yardım eli ile, hürriyet ateşine odun taşıyan, bir çok konuda öncülük eden ve çığır açan faaliyetleriyle rüştünü defaatle ispat etmiş bir camiadır.

Bir çoklarımızın adını bilmediği ve haritada yerin bulamayacağı coğrafyalarda, mazlum ve garip insanlar için, her bakımdan elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan bu kurumun, son yüzyılda Avrupa’da kurulmuş en büyük sivil toplum kuruluşu olduğu gerçeğini hatırlamakta fayda var.

Avrupa’da yaşayan herkes bilir ki; kim ve ne olduğuna bakılmadan, dili ya da ırkı sorgulanmadan ya da aşağılanmadan, sadece ve yalnızca Müslüman olan herkes, elini kolunu sallayarak o teşkilatlara girer ve çıkar, hizmetlerden faydalanır ve destek olabilir. Yeter ki, samimiyetle Müslümanlarla birlikte olmak istesin.

Kapıları her zaman herkese açık olan ve halen herhangi bir siyasi yapı ile organik bağı olmayan, mensupları arasında farklı politik görüşlerin yer bulabildiği, temelleri İslami bir kurum olmak üzere atılan, kendi fetva komisyonu ve imam yetiştirme çalışmalarının yanında, zekat ve hac organizasyonları, hanımlara ve gençlere yönelik özel çalışmaları, ana okullarından üniversitelere kadar uzanan geniş bir yelpazede sundukları eğitim desteği ile, neredeyse bir devlet kalite ve sürekliliğinde hayırlı ve güzel işler yapan bu teşkilatın karalanmaya ve zan ile suçlanarak, insanların gözünden düşürmeye çalışmanın ne insani, ne dini, ne de vicdani bir izahı yoktur.

Böylesine devasa ve kurumsal yapıların içinde, elbette kusurlar bulunur, elbette kusurlu insanlara rastlanır. Bunca yıllık bir teşkilatın içinde bunlar olmasaydı şaşırmak gerekirdi. Ancak geneli aile gibi birbirini tanıyan ve bulundukları ülkelerde İslami yaşantıyı kolaylaştırmak dışında bir amacı olmayan bir yapıyı, tehlike göstermeye çalışmak; bir tür muhbirlik, bir nevi fitnecilik, bir açıdan İslam’a düşmanlık ve bir diğer açıdan şahsi menfaat temini için Müslümanlara iftara atmaktır.

Karalamaya çalışanların yüzü kara olsun!