Habervakti:  Bugünlerde,  konut, taşıt, tatil kredisi için teşvikler ve  kredi destek paketleri açıklandı. Bu destekleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Koronadan kurtulmaya çalıştığımız şu günlerde  teşvikler ve öncelikler bu mu olmalıydı?

Çakmak: Daha önceki uygulamalardan gördük: Bu kredi bu şekli ile üretimi değil, tüketimi teşvik ediyor. İnşaat sektörleri asgari ücretlerle mevsimlik geçici işçi istihdamı dışında bir fayda sağladığı söylenemez. Betona dayalı apartman tipi ev anlayışı hem bizim gelensel ev sistemini, hem de komşu anlayışını öldürüyor. Doğadan insanları izole hale getiriyor.

İnsanımızı tatile ve tembelliğe değil, üretmeye ve tasarrufa sevk edilmelidir. Mevcut kaynakları üretime sevk ederek gelişebiliriz. Anadolu coğrafyası tüm bereketi ile işleneceği günleri bekliyor. Anadoluya, Doğu Anadoluya gittiğinizde ne görüyorsunuz? Köyler, kasabalar, ilçeler, dağlar, ovalar boş bekliyor.

İnsanımızı büyük şehirlerde sürünmekten kurtaracak şey, Anadolu’da tarım hayvancılık merkezli üretimdir. Anadolu’da üretilecek ürünleri işleyecek entegre tesisler kuralım. Tarım hayvancılık üretimi ile kısa zamanda on milyonlarca insan üreterek, kendi işini kurup ülkemiz ekonomisini destekleyecektir.

Habervakti: Bu kredilerin yönü ne olmalıdır?

Çakmak: Koronavirüs salgını kendi ev yapımıza dönmek için  insanlarda büyük bir istek oluşturdu.  Koronalı günler mevcut konut yapımızın açık hava hapishanesinden pek farklı olmadığını gösterdi.

Çocuklarımız ip atladığı, topaç çevirebildiği ya da uçurtma uçurmanın mutluluğunu yaşadığı; kedi, köpek ve  kuş gibi hayvanların barındığı, toprakla ve bitki ile iç içe evlerin özlemini yaşıyor.  Çocuklarımız ruh sağlığı ve beden sağlığına uygun evlerde büyümeli. 

Ülkemizin kıt kaynakları,  konuta/betona, taşıta, seyahata değil, Anadolu'da üretim ekonomisine harcanmalı. Çıkış ve çözüm buradadır. Bize lazım olan insanımızı İstanbul gibi büyük şehirlerden Anadoluya sevk edecek üretim merkezli projelerdir. O projeleri görmek istiyoruz.

Ülkemizde 300 milyonu besleyecek tarım potansiyeli olduğu hesaplanıyor. Belki daha yüksek bir potansiyel.  Konya büyüklüğündeki Hollanda’yı düşünün…Tarım üretim ile Koca Avrupayı besliyor.

Habervakti: Hollanda İstatistik Bürosu'nun verilerine göre, Hollanda’nın  tarımsal ihracatı 100 milyar euroyu aşmış durumda. Hollanda, Konya büyüklüğünde tarımsal alana sahip. Hollanda neleri doğru yapıyor? Tarımsal hasıla bakımından dünyada 7’nci ve Avrupa'da 1’inci sırada yer alan Türkiye nerede yanlış yapıyor?

 Çakmak: Hollanda’nın Türkiye’den katbekat fazla tarımsal ihracat yapması doğru politikalardan kaynaklanıyor. Biyolojik çeşitliliğin Avrupa'da en az olduğu ülke konumunda Hollanda. Holland,  kıt kaynak ve zor şartlara rağmen güçlü bir tarım ekonomisine ve üretim kapasitesine  ulaştı.

Ülkemizde yanlış olan şeyin başında şu geliyor:  Tarıma destek veriliyor ama sonuçları takip edilmiyor. Bütçeye konulan para adeta dağıtılıyor, desteğin sonucuna bakılmıyor. Birisi bu. Türkiye’de ilerici planlar ve modern tarım politikaları oluşturulmadığı için rekolteler düşmüş vaziyette. Yanlış gübre ve pestisit kullanımı var. Doğal tarım ve doğal gübre (kompost ve solucan gübresi gibi) uygulamaları ile doğala geçiş projeleri yok denecek kadar az. Ülkenin tarım toprakları bu yüzden yavaş yavaş çorak topraklar haline geldi. Humus oranı % 6 olması gerekirken % 1 lerin altına düştü. Bunun en önemli nedeni suni gübre kullanımı.

Hollanda, dünyanın en başarılı tarım üniversitesi olan Wageningen var. Bizde   dağınık  ve zayıf Ziraat fakülteleri olacağına birkaç tane  kaliteli işini iyi yapan uzmanlaşmış Ziraat üniversiteleri   olsaydı daha olacaktı belki. Hollanda üretimin her aşamasında aklı, bilimi ve teknolojik gelişmeleri kullanıyor.

Türkiye’de tarımsal kooperatifleri yetersiz ve görevini yapamıyor. Bu yüzden   kazanç çoğunlukla aracıya gidiyor. Aracı kazanınca üretici tarımdan soğuyor.  

Bir de yüksek maliyetler var…

Habervakti: İnsanımıza konut kredisine teşvik ederek, borçlandırmanın bir anlamlı olmadığı açık. Kentleşme karşısında bürokrasi ve siyasetin çaresiz kalmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Çakmak: Türkiye’de konut kredisi borçlusu 20 milyon kadar olduğunu duydum. Borçlu sayısını 3 kişilik aile olarak düşündüğünüzde 60 milyonluk bir kitleden bahsediyoruz. Nüfusun kentlerde yoğunlaşması arsa fiyatlarını yükseltmektedir. Emlâk fiyatları da çekilen krediler nedeniyle ikiye/üçe katlanmaktadır. Yani 60-70 bin TL değerindeki daireler 300 - 400 bin TL’ye yükseliyor. Bu durumda hangi siyasetçi/aydın “kentleri boşaltalım” diyebilir.

Nüfusun coğrafyaya yayılması, konut fiyatlarında ve kira miktarlarında belirgin bir düşmeye yol açabilir.  Milletimiz nüfus yoğunluğu nedeniyle aşırı kıymetlenmiş kentlerden az yoğunluklu ve ucuz bölgelere geçmeye başlayacaktır.

Bu salgın, “borçlanmamış insan” için bir fırsata dönüşebilir. Bunun için alınan ucuz kredi ve kredi teşvikleri bir kere daha gözden geçirilmeli.  Yönü değişmeli. Destekler “konuta” değil “geleneksel evlere” verilmeli. Maliyeti düşük ev yapımını teşvik için destekler geliştirilmeli.

Habervakti: Konut ile ev farklı diyorsunuz. Peki nedir bu farklılık?

Çakmak: Çocukluğumuzu hatırlarsak, daha kırk elli sene öncesinde ev almaktan, değil ev yapmaktan bahsedilirdi. Birilerinin satmaya kalktığı ya da fiyatı artsın diye beklediği; birilerinin de alayım, dursun, değeri artınca elimden çıkarırım, bu arada kiraya veririm dediği bir durum yoktu ortada. Yani ev alınıp satılan bir şey değildi.

İnsanlar ülkenin farklı şehirlerine dengeli bir şekilde dağıldığı için ortada bir sıkışıklık görülmezdi. Etrafta da bolca boş arazi olduğundan uygun şartlarda bir arsayı bulmak zor değildi.

Ev yapmak için bir arsaya bakıldığında o arsanın manzarasından çok etrafındaki komşulara bakılır, tanıdık ve akrabalara olan yakınlığına dikkat edilirdi.

Ev yapma geleneği ve evi kolayca inşa etme şartları herkesin gözü önünde ortalıktaydı.

Bir evi yapmak için lazım olan güvenilir ve tecrübeli ustaları bulmak çok kolaydı.

Ev yapmak için bu kadar çok evraka, işleme, resmi ödemelere gerek yoktu.

Ustalarla götürü ya da yevmiye anlaştıktan sonra evin fertleri de ustanın belli işlerine yardım eder, maliyeti aşağı çekilirdi.

Örneğin tuğlaları ya da fayansları ilgili kata çıkararak basit işçilik yapıyordunuz, böylece o malzemeleri taşıyacak amelenin maliyeti cebinizde kalıyordu.

Birisi bir ev yapacaksa tüm akrabaları, dostları ya da arkadaşları o kişiye borç para veriyor ve lazım olan maliyetin bir kısmı zamana yayılıyordu.

Hulasa, evi inşa etmek için    öyle yüksek teknoloji, büyük kazı makineleri, vinçler, yüksek mühendislik hesapları gerekmemeli.  Öyle büyük hafriyatlar, çok yüksek katlar, özel işlem gereken detaylar  olmamalı.

 

Habervakti: Peki evlerimiz nasıl olmalıdır? Bu konuya devam edersek…

Çakmak: Yeni evlerimiz aynı zamanda kültürümüzü ve medeniyetimiz yaşayacağımız bir çevre oluşturmalı ve özellikle çocuklarımız için bir “okul” halini almalı. 

Bu konuları ele alan aydınlarımız çoğalırsa, özellikle basının (sosyal medya dahil) ana konusu haline gelirse genel bakış açısı değişecek; bu değişim de karar vericilere, bürokrasiye ve yetkililere kadar ulaşacaktır. Bu konuları ele alan aydın ve yazarlarımız   çok sınırlı. Bu konuları ele alan iki dostum Yazar Mimar Serkan Akın ve hukukçu yazar Lütfü Bergen’e bu vesile ile selam olsun.

Atamız, ilk insan Hz. Âdem AS’dan itibaren var olan evlilik ve evin inşası geleneği vardır. Aslında bizim en iyi bildiğimiz ve hiç eskimeyen bir insanlık bilgisidir bu. Dolayısıyla evlerimizi en iyi bildiğimiz ve inşa sürecine hep birlikte dâhil olacağımız bir şekilde inşa etmeliyiz.

Yöresel malzeme ve teknikler, imece, geleneksel inşa yöntemleri, coğrafyaya ve iklime uygunluk, arazi ve geçim şartlarının el verdiği çözümler evimizi inşa etmenin vazgeçilmez temel şartları olmalıdır.

Bir yandan gönlün inşası ile diğer yandan mekânın inşası birlikte yürümelidir. Taşlarını bizim koyduğunuz, ahşabını bizim boyadığınız, helâl dairesinde geçinmememize yardımcı, bahçesinde bostan, yanı başında komşu, az ötesinde mescid, anahtarı sizin elinizde olan evleri tercih etmeliyiz.

Habervakti: Korana virüsü aynı zamanda konut sisteminin fetişleştirildiği apartman tipi binaların da yanlış bir yol olduğunu  bize söylüyor. Biz de basın olarak şunu gördük;   Virüs nedeniyle dört duvar içinde kalan insanımız bahçeli evlerde yaşamanın önemini anlamaya başladı ve şu süreçte yetkililerden  politika değişimi beklemeye başladı. Korona virüsü kentleşme süreçlerinin devam edemeyeceğini ve bir kriz halinde temel ihtiyaç maddelerini üretecek tarım kesimine ne kadar muhtaç olduğumuzu göstermektedir. Bu olumsuz gidişe karşı faizi düşük kredi vermek yerine hükümet ne yapmalıydı?

Çakmak: Türkiye'nin nüfusunun % 90’ını kentlerde biriktirmek doğru bir yol değildir. Bunu biliyoruz. Bunu kimse savunamaz. Kentleşmenin durdurulması lazım.

Habervakti: Peki  tarım- hayvancılığa dönüşün önünü açmak ve dönüşü hızlandırmak için ne yapabiliriz?

Kentleşme bir “gelişmişlik” kriteri sayılmayacağından Büyükşehir Yasaları iptal edilmelidir. Böylece, mahalleye döndürülmüş beldelerin tekrar “köy” olarak statülendirilmesi mümkün olabilecek; bir kısım insanımız geçimini tarım ve hayvancılıktan karşılayabilecektir.

Bu kapsamda çiftçiliği ve çobanlığı destekleyici kararlar alınmalıdır.

Kararların yönü şöyle olmalıdır:

Belli bir yıl toprağını işleyen, köyünde ikamet eden (çocuklarını köy meslek okullarına gönderen “Çiftçi” ve “Çoban” ailelere karı-koca olmak üzere tek prim ödemesiyle 2 kişilik sigortalılılık ve emeklilik hakkı verilebilir.

Bu karar, köylüyü “Aile” modeliyle yeniden yapılandıracaktır. Her şehirde “yerel çiftçi” kotası olmalı. Küresel zincir marketlerin yerel pazarda zayıf sermayeli işletmeleri ve üreticileri piyasadan silmesi ve ezmesinin önüne geçilmelidir. Kentlerde oturmanın anlamı kalmayacaktır (kalmamalıdır). Kentten şehir geçilmelidir.

Habervakti: Kent ile şehir arasında ne fark vardır?

Lütfü Bergen’in Kenti Durduran Şehir kitabında bu ayrıntılar ele alınmaktadır. Modernite ile karşılaşan insanımız sokaklardan oluşan apartman yığınlarını “mahalle” zannediyor. Mahalle, belli haneden oluşur. Komşular birbirine kefil olur. Bir şehir, mahallelerden oluşur. Şehir inşa edemezsek medeniyet de inşa edemeyiz. Şehri inşa etmek için mahalleyi inşa etmeliyiz önce. Mahalleyi inşa etmek için ise ev-haneyi yeniden tesis etmek zorundayız.

İnsanların geçim kavgası verdiği bir kentte sadece ‘Allah rızası’ gözetilerek bir hayır/vakıf müessesesi tesis edilmesi zordur. Mevcut kent anlayışı, insanların ağır şartlar altında düşük/asgari ücretlerle çalışmaya; bir fabrikada yada ofiste düşük ücrette çalışmaya (bir tür köleliğe) mahkum olmaktadır.

 Beledîye hizmetleri ve çalışmaları   Batı'dan kopya, tornistan projelerle devam ediyor. Bu  körü körüne taklit ve kopyacılık   şehrin gelişimi durdurulmaktadır. Örnek olarak, AVM’lerin yaygınlaşması, TOKİ gibi betona dayalı mesken inşaatı, çiftçiliğin tasfiyesi, doğal üretim yerine çevreyi kirleten endüstriyelleşmenin yaygınlaşması…

Atamız Âdem AS’ın yeryüzüne indirildikten sonra yaptığı ilk üç sünnet vardır: Nikâh (sözleşme), evin yani mabedin inşası, mesleki bilgi ile üretilen ürünlerin satışı için Pazarın kurulması. 

Dolayısıyla şehir; nikâhla kurulan ev ve evlilikler ile çoğalan insanların, kefalet ile kurdukları mahallelerde, birbirinin derdiyle dertlendiği, kimsenin evinin diğerinin evinin yolunu, güneşini ve manzarasını kesmediği evlerden oluşur.

Bunların da etrafında yan yana mahalleler vardır. Hepsi de yürüme mesafesindedir.

Yani şehrin büyüklüğü bellidir. İnsan sayısı belli bir büyüklükten fazla olamaz. Aksi halde ortaya çıkan şeye şehir denmez. 

Şehirde adalet vardır, aç yoktur. Pazar adil ve fiyatlar dengelidir. Etrafı koruluk ve bostanlar ile çevrilidir. Siyasi birliktelik bulunur, fitne yoktur, emanlık vardır.

İnsanlar mahalle dayanışmasından dolayı birbirilerini şeytana ve nefse karşı rahatlıkla koruyup gözetebilirler.

Habervakti: Kent için ise bu saydıklarınızın tam tersi olan şeyleri söyleyeceksiniz sanırım.

Çakmak: Evet maalesef.    Özellikle İstanbul’da kentin tüm olumsuzluklarını sonuna kadar görüyoruz.

Bir kere kentte ev yoktur konut vardır. Konut alınıp satılan metadır.

Kimse kimseyi pek tanımaz. Selamsız sabahsız insan çoktur. Her şey para ile değerlendirilir.

Kimse kimsenin derdiyle dertlenmez. Her şeye rant dürtüsüyle bakılır. Hırs ve haset, rekabet çoktur. Ahlaksızlık yaşanabilir ve kimse buna engel olamaz.

Tüm ihtiyaçlar büyük marketlerden ve AVM’lerden alınabilir. Mahalle bakkalı kavramı neredeyse sona ermiştir. Doğal ve helal gıda bulma imkanı azalmıştır.

Konutlar çoğu kere topraksızdır. Müstakil bahçe yoktur. Çünkü her taraf apartmanlardan ve etrafı çevrili sitelerden oluşur. Buralarda nikâhsız yaşanabilir ve Mahalle kültürü ve dayanışması bulunmadığından kimse kimsenin derdi ile ilgilenmez. 

Evler gayrimenkul olarak işlem görür. Satılık bir meta halini almıştır. Dikkat ederseniz ülkemizde en önemli rant kaynaklarından birisi gayri menkûldür. Türkiyedeki mütaahhit sayısının toplam Avrupa ülkelerinkinden daha fazla olduğunu okumuş; bunların bir çoğunun inşaatla alakası olmayan insanlar olduğunu öğrenmiştim.

Birileri bu gayrimenkullerin fiyatı yükseldiği için semirmeye devam eder. Diğerleri bu mülklere ulaşamadığı için kira ödemek zorunda kalır. Hayatın en temel gereği olan evlilikler bu yüzden geciktikçe gecikir, zorlaşır.

Aile kurmak zorlaştığı için cinsler arası çatışma artmaktadır. Son zamanlarda cinsiyetsiz yaşama doğru evrilme artmıştır. Bunun en önemli bir nedeni kentleşmedir. LGBT kentte kolayca yaygınlaşmaktadır. Kimse buna bir şey diyememektedir.

Kent işte böyle bir oluşumdur.

Sözün özeti Şeytanın önemli buluşlarından birisi kent yaşam biçimi diyebiliriz.

İşte mevcut kredi sistemi kent anlayışını körüklemekte ve bu menfilikler kendiliğinden gelişmektedir. Köydeki yaşayanlar bile kente göçmekte, en önemli üretim kaynağı olan hayvancılık ve tarım gerilemektedir.  

Kentten şehire ve köye, küçük yaşam yerlerine dönüşü sağlayacak projeler üzerinde duralım.

Kredi ile konut yapımını teşvik etmekle, aynı zamanda doğal hayatı tahrip ediyoruz.   Üreten nüfusu tüketici konuma çekiyoruz aynı zamanda.   İstanbuldaki nüfus artışı niçin durdurulamıyor? İstanbulda nüfus artışı aslında ülkenin milli bir problemi halini almıştır.

Habervakti:   Gelişmeler ve özellikle salgın sürecinde yaşadıklarımız modernitenin ve kapitalist sistemin de çıkmaza girdiğini göstermiyor mu?

Çakmak: Bir sağlık krizinde kent yatırımlarının işe yaramadığı da ortaya çıkmaktadır. Modern kent modeli iflas bayrağını çoktan çekti. Modernite sönüyor. Metrobüsler, tramvaylar, havayolları, metro yatırımları kriz halinde işe yaramamaktadır.

Habervakti: Kentleştiğimizi artık sorgulamalıyız diyorsunuz. Ancak bu iş kolay olmayacak.   Bu yönde bir ümit ışığı görebiliyor musunuz?

Çakmak: Modernitenin bize dayattığı tüm “ilerlemişlik” parametreleri yok olduğu görülürse   paradigma değişimi başlayacaktır. Bu salgın çoğu insanda büyük bir ufuk açılması sağladı. Eğitim yatırımları kalkınmışlık göstergesi olmaktan çıkıyor artık değil. Okulları kapattık. 30 milyon genç nüfus üretimden uzak, evde hapis bekledi. Sadece meslek okulları üretime katıldı. Lise eğitimin gereksiz ve meslek lisesinin ise  gerekliliği gün gibi ortaya çıktı. Gereğinden kat kat fazla üniversite öğrencisi bulunduğu daha açık görüldü.   

Yol-ulaşım kalkınmışlık göstergesi olmadığı da görülüyor. İnsanlar evde. Yollar, caddeler bomboştu.

 Sonuç olarak Modernitenin iflas ettiğini ve çözümün doğal ve sade hayatta, tarım ve hayvancılıkta, doğaya dönüşte olduğunu söylüyoruz. Bir de küçük işletmelerin önü açılmalı işletmelerin kapitalleşmesinin önüne geçilmelidir.  Evet, küçük işletmeleri ve sanat ve zenaati öne çıkarmalıyız. Meslek eğitimi ağırlıklı hale getirmeliyiz.

Habervakti: Okullar uzaktan eğitimle tanıştı. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Çakmak: Artık uzaktan iş takip ve online toplantı ve görüşmeler hayatımıza yerleşecek. Kendi evini iş yeri gibi kullanacak insanlar.

Diyorum ki uygulama olmayacaksa bir kısım eğitimi de pek ala uzaktan   yapabiliriz. Mesela eğitimdeki yanlışlıklardan dolayı, ülkemizde  lise eğitimi üniversiteye hazırlık sürecine dönüşüyor ve  eğitim  kurs tarzı eğitim öne çıkıyor .   O zaman bu gibi uygulamadan uzak okulların   eğitimini daha çok  uzaktan eğitim haline dönüştürebiliriz.    Eğitim masrafları böylece  azalacaktır.  Boş yere masraf yapmayalım diyorum. Zaten insanlar uzaktan eğitimin, uzaktan iş yapmanın kolaylığını ve önemini kavradı.

  Son günlerde gördük ki evimiz aynı zamanda iş yeri görevi yapabiliyor.  Öğrenci okulunu evinden takip edebiliyor. Evimizin okul ve iş yeri haline geleceği şartları hazırlamalıyız. Covid-19 tedbirleri ile sığındığımız meskenlerin çoğunun ev” değil de “konut” olduğunu gördük.

Şu halde ülkemiz için en önemli bir öncelik Konuttan EVE, Kentten ŞEHİRE geçiş projeleridir.

Sonuç olarak ‘ucuz ve kolay’ KONUT kredisi vererek      kokuşmuş  apartman ve konut sistemini ayakta tutmaya hakkımız yoktur.

Habervakti: Osmanlı deyince bizim aklımıza ahşap evler gelir.  Ancak taş ve kerpiç evler de bizim kültürümüzün bir parçasıdır. Betonormanın bu kadar hakim ve yaygın inşaat uygulama halini almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çakmak: Doğru olan şey şudur: Geleneksel ve yöresel malzeme kullanımı, iklime uygun plan şeması, örfi bilgiyle inşa etmek . Ahşap, aynen taş gibi,   gelenekseldir ve örfi bilgiyle inşa edilir. Bu yüzden kolay ve basit bir şekilde inşa edilebilir, kolayca bakımı yapılabilir.    Dedemizden kalan ahşap evler; Safranbolu, Kütahya,  Mudurnu, Beypazarı, Göynük ve Taraklı evleri hâlâ yaşamaktadır. Ama bunlar, geleneksel bilgi, örfi bilgi, iyi niyet, helâl kazanç ve helal dairesinde yapılan yapılar olduğu için yaşamaktadırlar.

Şu an ise, yatırımcı, müteahhit, kat karşılığı inşaat, kentsel dönüşüm, imar barışı, rant, daha çok gelir, daha çok kira, birden fazla daireye sahip olma, biriktirme ve yığma niyeti ve düşüncesi hakim. Dolayısıyla bu binalar, içlerinde zulüm, haset, faiz, kul hakkı, haram ve merhametsizlik barındırıyor ve de ömürleri uzun sürmüyor.

Ev ve mesken için betonarme tamamıyla karşı çıkmamız gereken bir inşaat teknolojisidir. Fabrika, iş yeri ve başka alanlarda  kullanılabilir. Ev inşaatı söz konusu olduğunda niçin betonarmeye karşı çıkmalıyız? Çünkü, betonarme kötü bir malzeme ve ev için yanlış bir inşaat teknolojisidir. Çok ağır bir sistemdir. Bir de sağlam olsun diye kesitleri de artırıyoruz. Gidin Amerika’ya, Avrupa’ya bakın. Halkının yüzde 88’i, Avrupa halklarının yüzde 80’i ahşap, bahçeli evlerde yaşıyor.

 Ama Türkiye’de şu an halkımızın yüzde 93’ü kentlerde ve betonarme apartmanlarda yaşıyor. Betonarmede yaşamak aslında  medeni yaşamdan uzaklaşmak demektir.    Biz farkında değiliz.

Bu binalar zaten ağır. Yüzlerce, hatta binlerce tondan bahsediyoruz. 100 metrekare betonarme bir binanın sadece kendisi 65 ton kadardır. Yani 10 katlı bir binayı düşünün Çift daire olursa ikiye katlanıyor.  İçindeki eşyaları da dahil edin.

Allah göstermesin, depremde yıkıldığında, zemin katta oturuyorsanız, 1500 ton kadar ağırlığın altında eziliyorsunuz. Dolayısıyla, bizim bir an önce bu binaları boşaltıp, Anadolu’ya yayılmalıyız. İstanbul’daki kalabalığı seyrekleştirmenin yollarını araştırmalıyız.

İstanbul’un  bir deprem halinde ne hale geleceğini düşünün. İzmir ve Bursa illeri de aynı seyrelme olmalı.  Müstakil ve bahçeli evlere, doğa ile iç içe özlediğimiz hayata dönmeliyiz.

Deprem, yerin sallanması Allah’ın kanunu. Yerkürenin hareketini durduramazsınız. Deprem değil, insanların hırsı ve hasedi insanları öldürüyor. Bu şekilde betonarme binalar birer  katile dönüyor. En son Kartal’da yıkılan binayı hatırlayalım.

Habervakti: Son söz olarak ne söyleyeceksiniz?

Çakmak:   Bizim kurtuluşumuz, tekniğe, mesleki bilgiye, peygamber sünnetine, geleneğe, örfi tavra dayalı, tabiatla iç içe aynı zamanda üretimle iç içe hayata geri dönmektedir.. Evlerimiz salgın günlerinde bir hapishaneye dönüşmemeli. Bahçesi ve alanı ile yeri geldiğinde içinde spor ve jimnastiğimizi  yapabilmeliyiz. Dostlarımızla bahçesinde kahvemizi yudumlayabilmeliyiz.   Çocuklarımız bahçesinde, suya, yeşile ve toprağa; kuş, kedi köpek gibi hayvanlara dokunabilmeli. Kendi bahçemizde bir takım sebze ve meyveleri  yetiştirebilmeliyiz.   Yeri geldiğinde atölye görevi yapabilmeli; yeri geldiğinde ofis, yeri geldiğinde okul ve mescid fonksiyonuna sahip olabilmeli. Deprem olduğunda altında ezilmeyelim.

Çok şey mi istiyoruz? Geleceğe problemli nesiller bırakmamak için bunlar yapmamız gereken şeyler. Koronalı günlerin gelmeyeceğini garanti edebilir misiniz?