MUHAFAZAKARLAR NEDEN EZİK

Osman Yüksel Serdengeçti'nin Bir Nesli Nasıl Mahvettiler isimli kitabını okuduğunuzda anlıyorsunuz nedenini? Önce millî manevî değerlerimizden kopardılar bizi... Bu gelenekten kopan nesillerin yetiştirdiği çocuklarda kendi çocuklarına nasıl davranacağının bilemedi.

Çünkü onlar da yokluk ve sıkıntı içinde karın doyurma derdinde zavallı halktı.

Paralı kesim de denilen burjuva takımının bu milletin geleneğinden kültüründen, örf ve adetinden zerre ilgisi alâkası yoktu.

Onlar “bir eli yağda, bir eli balda” misali rahat bir dünya hayatı sürerken emrinde işçi, ırgat, hamal, temizlikçi, şoför gibi çalıştırdıkları bu milletin öz evlâtlarını da üçüncü sınıf insan olarak görüyordu.

Onların yanında el pençe divan duran bu milletin bu zavallı ahalisi ister istemez yetiştirdiği çocuğunu da kendisinin önünde el bağladığı insanların huzurunda çocuklarının da el bağlayan olmasını istiyordu.

Bunun adına da terbiyeli olmak deniliyordu. Çünkü o zaman kendilerine öyle öğretilmişti.

Ne oldu sonunda...

Bizi önce ailemiz yasaklarla korkuttu... Dur yapma... Kırarsın... Dökersin... Düşersin...

Hatırlayın şimdi bu bilgiler ışığında çocukluklarınızı...

Misafirliklere gittiğimizde gözümüz anne babamızın gözünde olmuştur. Onlar da bizi göz hapsine alıp âdeta olduğumuz yere çivilemişlerdir.

Israrcı olduğumuz zaman güya cezalandırma anlamında şaplağı ensemize yemişizdir.

Okula gittiğimizde ise aynı kültürün devamı içinde yetişen öğretmenimizin önünde de el pençe divan durmak durumunda kalmışızdır...

Öğretmenden korkan çocuk mu öğrenecektir? Öğretmen demek korkutan veya kendine saygı duyduran demek midir? Yoksa öğretmen eğriyi doğruyu, iyiyi kötüyü öğreten demek midir?

Bir mesleğe çırak olarak girdiğimizde yine aynı felsefe... “Eti senin, kemiği benim” diye bizi ustaya teslim etmek...

Okuduğumuz ders kitaplarında kendimiz için değil de sanki çevremiz için yaşamaya yönelik eğitim almak...

Dini eğitimlerde verilen edep ve terbiye mantığında da hep kendini suçlu görmek, hep tövbe etmeye muhtaç insan tipi çizmek... Haklı iken bile susturmayı öğreten bir tasavvuf felsefesi..

Sonra bunları sorgulayanı Allah’ın azabıyla, cehennemin narıyla korkutmak...

Bizi kendisinden korkan, her attığı adımın yanlış olması kaçınılmaz olan, kimsenin sevmediği, hatta Allah’ın bile öte dünyada cayır cayır yakacağı bir insan olup çıkartırdı bu mantalite, bu zihniyet, bu anlayış...

Bütün bu yaklaşımlar bugünün gencini "yeter be!" dedirtecek noktaya gelmiştir.

Yeter evet...

Çocuk kırarak öğrenecektir kırmamayı. "Kırma!" diye vurarak değil.

Çocuk ailesinin misafirliğini onlar gibi yaşamak zorunda değildir. Çünkü ister misafir olsun, ister ev sahibi, o aileyi çocuğuyla birlikte kabul etmiştir. Çocuk adı üstünde büyük değildir.

Büyükler gibi hareket etmek çocukluğun ruhuna terstir. Nasıl ki büyükler geri dönüp çocuklaşamazlarsa çocuklar da dur otur sus diyerek büyüklendirilemez.

"Eti senin, kemiği benim" diyerek çocuğu ustanın merhametine teslim ederken, ümidi kessin de meslek öğrensin mantığı güdülse de diğer yandan orada hem de kendi öz ailesi tarafından sahipsiz bırakılan bir çocuğun yüreğindeki yıkıntı ve garipsemenin bir ömür kalacak olduğunu bilinmez.

Oysa o çocuk mesleği öğrenirken çocuklukta aradığı özgüveni bulamamanın verdiği bunalımı da yanı başında büyütür.

Öğretmenine fikrini söyleyemeyen bir çocuğun öğretmenine gösterdiği saygı korkudan oluşan bir saygıdır. İçten gelmediği için de öğretmenle alâkası kalmadığında biter. Oysa kafa yapısına uyan ve öğrencisi üzerinde hayranlık bıraktıran bir öğretmen ömür boyu unutulmaz.

Nefretle anılanların da ömür boyu unutulmadığı gibi...

Ve son madde dini açıdan kendi bedenine hapsedilen insan... Kendini sevmeyi değil kendinden nefret etmeyi öğütlenen insan...

Hayır, hayır... İnsan kendini sevmeyi bilmezse başkasını da sevemez. Eğer kendini severse başkasını da sever.

Allah öyle korkutulan değildir. Allah öyle onunla korkutanlar kadar zalim ve gaddar değildir.

Allah’ın bir de merhamet yönü vardır.

Kulunu niçin hep cehennemde yaksın ki... Niçin cennetine almasın ki... Kimseye kötülük etmeyen, kimsenin hakkını çalmayan, kimseye zararı dokunmayan kimseyi niçin Allah cezalandırsın... Niçin?

İşte bütün bu psikolojik yönlendirmeler sonunda özellikle muhazakar insan ezik bir kimse olup çıkmaktadır. Siyaseten iktidara gelse bile, ezikliği yüzünden iktidar olmayı hissedemez.

Bazılarında da ters tepki yapar zamanla. Cebinde parası varsa parasına güvenen... Yanında dayısı varsa dayısına güvenen ve gücü yettiğini hissettiği bir anda da bütün ezikliğinin hıncını o gücü yettiği ana yükleyen bir sadist mantık gelip oturur omuzlarına...

Oysa insan ne hınç almaya, ne de ezilmeye mahkûm bir varlıktır.

Hiçbir insan yoktur ki, diğer insan gibi olmasın...

Çok para, çok makam, rütbe vb gibi özelliklerin hiçbiri bir insanın diğerine üstün olmasını gerektirmez.

Eğer öyle olunca tuvalete gidip o pis kokuyu koklamak zorunda olmuyorsa, acıkınca yemek için kıvranmıyorsa, başı ağrıdığında ilaç almaya, kaza yaşadığında canı yanmamaya veya ölmemeye gücü yetiyorsa eyvallah... Herkese hava atabilsin...

Yok bu insana ait özelliklerden hiçbirinden bu saydığımız unvanlarla kurtulamıyorsa, bu unvanlarıyla diğer insanlara hava atmanın mantığı da yoktur.

Diğer insanların da bu insanlara karşı ezik olmasının bir mantığı yoktur.

İnsanın ne kadar malı mülkü olursa olsun yiyeceği bellidir, içeceği bellidir. Ne kadar malı mülkü olursa olsun alacağı bellidir. Denizde, havada, karada birer aracı olsa ne yazar?

Hepsini bırakıp gidecek bir geçici bedene sahiptir. O zaman bana neyiyle hava atacaktır?

Eğer hava atmayıp da bana değer verirse ben o zaman onun kendisine de, kazanana da, malına da saygı duyarım.

Makam mevkii de aynısıdır. Eline makam geçirince onunla hava atan veya altındakilere emir yağdırmaya başlayan kimsenin durumu da aynıdır.

Dolayısıyla insana ezik olmak değil, olduğu gibi "insan" duruşu gerekir.

İnsan ne başkasını ezer, ne de başkasına kendini ezdirir.

Böyle olan insan kendine güveni olan insandır.

Kendine güveni olan insan utanıp çekinmez. Dolayısıyla karşısındakini iyi dinler. Yanlış gördüğü konuyu dile getirmesini bilir. Evet dediği gibi rahatlıkla hayır da diyebilir.

Başkasının korkusuyla ya da hatırıyla değil, kendi isteği ve inisiyatifi ile karar verir.

Kendine güvenen insan gururlanmaz, kibirlenmez.

Kemalettin İSAOĞLU