Eğitimci yazar Mustafa Süs 'Müfredata ırkçılık karşıtı ders koymalıyız' başlığıyla yayınladığı yazısında,

''Kendimiz piri pak imişiz gibi birkaç kendini bilmez, hadsiz, şuursuz göçmenin yaptığı kötülüğü tüm göçmenlere mal edip ırkçılık yapıyoruz'' ifadelerini kullandı.

 İşte o yazı:

Müfredata ırkçılık karşıtı ders koymalıyız
Bir gemi içinde 99 suçlu bir tane de masum varsa o gemi batırılmaz.

Bizim inancımız böyle sağlam temellere dayanır.

Biz, mazlumun hakkını her yerde ve her daim koruruz, korumak mecburiyetindeyiz.

Dünyada gelişmiş ya da az geliş ya da hiç gelişmemiş ülkelerin hepsinde her gün yığınlarca suç işleniyor.

İnsanlar cinayetlere kurban gidiyor, kimi çoluk çocuğa kıyıyor, kimi kadınlara, kimi mazlum suçsuz insanlara.

Ülkemizde de maalesef birçok cinayet haberiyle irkiliyoruz.

Uyuşturucu müptelası insanların cinayetleri, sarhoşların trafik terörü, sarhoşların evde çocuklarına, eşlerine şiddet uygulamaları gibi nice kötü haberleri duyuyor, hepsine hayıflanıyoruz.

Yaz geldiğinde sahil beldelerinde, kışın yılbaşı etkinliklerinde sarhoşların, magandaların, sapıkların yaptıkları birçok iğrenç olaylarla karşılaşıyoruz.

Kendimiz piri pak imişiz gibi birkaç kendini bilmez, hadsiz, şuursuz göçmenin yaptığı kötülüğü tüm göçmenlere mal edip ırkçılık yapıyoruz…

Irkçılığın temelinde Kabil vardı. Kabil kardeşi Habil’den kendisinin üstün olduğunu zannediyor, her türlü iyi şeylere kendisini layık görüyordu.

Sonra ne yaptı? İlk kanı döktü ve il cinayet ırkçılık yüzünden işlendi.

Oysa aynı ana babanın evladıydı ikisi de.

Birisinin kendisini özel ve önemli görmesi her şeyi mahvetti.

Kime ait olduğunu hatırlamadığım bir cümle okudum geçenlerde:

“Çok da mağrurlanmamamız gerek, hepimiz neticede Kabil’in çocuklarıyız.”

Evet, ırkçılığın temeline baktığımızda Kabil’e kadar giden süreç bizleri yoldan çıkarıyor, yoldan çıkarmakla kalmıyor, cinayetlere, aşağılık söylemlere, insanları hakir görmeye kapı aralıyoruz.

Bu kadar kötü olmayı nasıl başarıyoruz?

Diplomalı olmakla övünen, kendilerinden başkasını köylülükle, cahillikle suçlayan insanlarda görüyoruz en fazla bu ırkçılığı.

Kendi halinde, paylaşmayı bilen, yoksulluktan haberi olan, belki de okul bile okumamış insanlara bakıyoruz… Paylaştıkça artar ekmeğimiz, diyor bunlar.

Ama ötekilere baktığımızda ötekileştirmenin kralını yapıyorlar.

Kabil öfkesi ve Kabil gururuyla dolaşıyorlar sokaklarda.

Çok yakından tanıdığım bir Balkan göçmeni arkadaş, göçmenlere bu ülkeyi dar etmemiz gerektiğini söylüyor.

Geçenlerde yazdığım bir yazıda Hitlerin mühendislerine gönderme yapmak için, “Hitlerin Başarılı Mühendisleri” başlıklı bir yazı yazmıştım da, sosyal medyada yazım ırkçılık gerekçesiyle yayından kaldırılmıştı.

Hitler’i övemezsin ama Suriyelilere, Afganlılara dilediğince saldırabilirsin…

Sosyal medya denilen illetin bile ikiyüzlülüğü aşikâr değil mi?

Okullara acilen ırkçılık karşıtı ders koymamız gerekiyor.

Rusya bombardımanından kaçan Ukraynalılara kucak açıp, kendi devletinin bombasından kaçan Suriyelileri yerin dibine sokmaya çalışanların beynine insanlığı zerk edebilecek, iki yüzlülüğün ne denli kötü bir haslet olduğunu anlatabilecek bir ders koymalı müfredata…

İşin özüne dönecek olursak;

Anadolu’ya hepimiz dışarıdan gelmedik mi? Hepimiz göçmen değil miyiz?