Bir yazar kitabına, “...Düşüncenin asıl dostu Platon değil, hakikattir” cümlesiyle başlayıp, “...insanın sanat yapabilmesinin olmazsa olmaz koşulu olan yaratıcılık, insanın doğasında mevcut olan yarı içgüdüsel, yarı sezgisel bir ‘beceri ya da yetenek’ olarak kabul edilip, ifadesini bulduğu psikolojik ve sosyolojik tezahürlere indirgenmeye çalışılmıştır” tespitini yaptıktan sonra,

a)Sanatla ilgili bu vb. yaklaşımların “...varacakları sonuçları önceden varsaydıkları için, sadece kendi varsayımlarıyla mutabık kalmış olmak yönünden, aslında döngüsellik” içerdiklerini, bu döngüselliğin son tahlilde “ideolojik anlamda kendisini” onaylamaktan ibaret bulunduğunu,

b)Bunun somut bir sonucunun “insanın sanatla ilişkisinin yaratıcı esasta değil, bu eylemin sonucu olan ve yapanın yapıttan ayrıldığı ‘bitmiş yapıt üzerinden’ anlamaya” çalışmak olduğunu, böylece sanatın her iki durumda, nesnel gayret olarak “ya yetilerin öznelliğine indirgendiğini ya da bundan kaçınmak için onun” insansızlaştırıldığını söyleyerek başlıyorsa, bu kitap değerli bir kitaptır.

Ehli olan anlamıştır, Oğuz Haşlakoğlu’nun Platon Düşüncesinde Teknê – Sanat ve Felsefenin Ortak Kökeni Üzerine Bir inceleme (Sentaz Yayınları, İstanbul 2016) adlı kitabından söz ediyorum.

Kitabın aslı, yazarın 1999 yılında Boğaziçi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Anabilim Dalı’nda İngilizce verdiği yüksek lisans tezidir. Söz konusu tezin, önceden yazılmış olan Türkçe ana metninin yeniden gözden geçirilmesiyle, kimi bölümlerinde aradan geçen süre içerisinde gereken değişikliklerin de yapılmasıyla elimizdeki kitap ortaya çıkmış.

Yukarıda zikrettiğim şekliyle, Haşlakoğlu’nun, günümüzde tekrarlana duran, sanat yaklaşımlarındaki ideolojik tutum ile ulvileştirilerek spekülatif ve romantik bir düzeyde insansızlaştırmaya karşı duruşu, kitabını değerli olarak nitelememde tek başına yeterli olsa da, onu daha iyi temellendirmek bakımından şu hususları da eklemek ihtiyacındayım:

Haşlakoğlu, kitabında “...Bir Aritoteles metni doğrudan yazarının fikriyatının temsili iken, her bir Platon metni birer diyalog olarak kendi nazariyatının takliden temsilidir. Bu nedenledir ki, Platon philosophia’yı diyaloglar yoluyla kurmaca bir oyun metni içinde ifade etmiştir, çünkü amacı philosophia’yı sözle dile getirmek değil, bir oyun olarak muhatabına sahnelemektir” diyerek, yepyeni ve cesurca bir tez ortaya koymaktadır.

Yepyeniliğe ve cesurluğa, sanat ve felsefe esaslı yerli çalışmalarda nadiren rastladığımızı düşünürsek, Haşlakoğlu’nun kitabının değeri daha anlaşılır olacaktır.

Bundan hareketle Haşlakoğlu, Platon metinlerini, şu şekilde yeni bir okuma ve anlaşılır kılma vaadinde bulunmaktadır:

“...Burada ortaya koymaya çalışacağımız yaklaşımın esasını, Platon düşüncesinde philosophia’nın tümüyle ‘metinden bağımsız’ bir faaliyet olarak anlaşıldığı gerçeğinin doğru bir tasnif yöntemi ile yine metin üzerinden anlaşılmaya çalışılması oluşturacaktır. Bu da bizim diyaloglarda ‘sahne’ unsuru ile ilgilenmemizin neden bir drama eleştirisi veya edebi bir yaklaşım olarak alınmayacağını göstermektedir. Diyaloglara yönelen bakışımızı, metin içinde geçen karşılıklı konuşmalardan, o konuşmaların geçtiği diyalogların sahnesine çevirmek istememizin nedeni, (...) asıl içeriğinde anlama çabasıdır. Bu esastan alındığında sahnedeki karşılıklı konuşmalar elbette ancak oyunlarla mümkündür. Oyuncu, bu anlamda, seyirciye, söylediği söz ve sergilediği tutum ve davranışlarla kendi rolü üzerinden hitap eder ve onu böylece yaptığına şahit ve oyuna muhatap kılar.”

Öte yandan Haşlakoğlu, ilgili diğer değerli kitaplara açtığı kapılarla da, kendi kitabının değerini pekiştirmektedir. Haşlakoğlu’nun kitabını okuyanların en azından Planton’un tüm diyaloglarını, sahne bilgisine dair eserleri, katharsis’e dair çalışmaları... masalarına indirmek zorunda kalacakları aşikardır.

Yerlilik demiştim. Bununla ilgili şu bilgiyle tamamlayalım yazımızı:

Haşlakoğlu’nun hocası Yalçın Koç, tezi ondan Türkçe istemiştir. Buna şaşırdığını belirten Haşlakoğlu diyor ki: “...Tezi Türkçe olarak yazmaya başlar başlamaz nedenini anladım. (...) Ana dilimizle düşünmediğimiz sürece aslında düşünmediğimizi anlamak zorundayız. Aksi takdirde, tüm çabalarımız, zaten başka bir dilde önceden ‘gereği düşünülmüş’ kavramlara Türkçe karşılıklar bulmaktan ibaret bir nakil, takip ve en nihayet taklit faaliyeti olmaktan öteye gidemeyecektir.”

O halde “Haşlakoğlu’unun kitabı değerlidir” demekten başka ne diyebilirdim ki.