''Ortak bir Türkiye teorisinin inşası için önce bir Türkiye ittifakı kuramının tesis edilmesi gerekir.'' diyen Altaş; ''İslamcılar Medine Vesikası şuuruyla, ideolojik Kürtler Türkiye’nin demokratikleşmesi vizyonuyla, Solcular tam bağımsız Türkiye ideolojisiyle, Gayrı Müslimler Millet-i Sadıka ufkuyla, Atatürkçüler özgün ve vizyoner bir laikliğin daha yararlı olacağı görüsüyle, Milliyetçiler devlet, millet, vatanın ve bayrak sevgisinin yayılıp çoğalacağı realitesiyle, Aleviler gelin canlar bir olalım nefesiyle içselleştirebilir.'' sözleriyle ufuk açan ifadeler kullandı.
Yazar Ömer Altaş'ın ''Türkiye İttifakı'' başlıklı yazısı:
"Osmanlı devlet düzeni, Türkiye Cumhuriyeti’ne ağır yükler bıraktığını aklından hiç geçirmemiştir!
Osmanlı beyliği, beylik reflekslerini aşan siyasi bir bilince sahipti. Zaman içinde Doğu Roma İmparatorluğu mirasını da devraldı. Bu durumun dikkat çeken sonuçlarından biri de Osmanlının merkezileşme ihtiyacıydı.
Beyazıt’la başlayan merkezileşme icraatları Anadolu’nun özellikle aşiretler ve beyliklerle idare edilen Doğu bölgelerinde sosyal ve siyasal krizlere neden oldu. Osmanlı bürokratlarının suistimalleri ve yanlış pratikleriyle birlikte merkezileşme çabası ve buna karşı gelişen tepkiler bugün toplumu meşgul edip duran bazı sorunların çekirdeğini oluşturuyor.
Osmanlı’da merkez-taşra çelişkisi, başlangıçta Eşkıyalık ve Kızılbaşlık gibi iki temel kavram üretti. Uzun süreli “eşkıya” politikaları, merkezileşmeye direnen tüm yapılara yekten eşkıya denilmesi o coğrafyada yaşayan topluluklarda zaman içinde dışlanmışlık temelinde Kürtlük, Ermenilik ve Alevi duyarlılığının, devlet ideolojisi olduğu düşüncesiyle anti-Sünniliğin ve zaman içinde anti-İslamlığın artmasına zemin oldu.
Osmanlı-Safevi çatışmasında Safevi ajanlığı ve Safevicilik olarak kodlanan Anadolu Kızılbaşlığının ötekileştirilmesi, Safeviler yıkıldıktan sonra da bu ötekileştirmenin devam ettirilmesi, benzer batıni meşrebe sahip herkesin aynı karalamalara maruz kalması bugün Alevi çatısı altında biriken anti-merkez tutumun ilk evresini oluşturuyor.
Osmanlı’daki konjonktürel şartlar işte böyle toplumsal yapıda yavaş yavaş “tefrika” üretiyordu. Dönemin koşullarında anlaşılır sebeplerle ortaya çıkan sosyal ve siyasal tefrikalar sonraki dönemlerde toplumun ve devletin sırtında bir kambur olacaktı.
Cumhuriyet’e yumak olmuş bu sosyolojik mirasla girildi. 20. yüzyılda ise bütün dünya Ulusçuluk terminolojisine teslim oldu. Ulusçuluk bir giyotin gibi sosyal, siyasal, kültürel, tarihsel hatta psikolojik nice olguyu ortadan ikiye bölüp bir parçasını çöpe attı.
Kemalizm’in Fransız tipi ulusçuluk anlayışı eşkıyalık ve Kızılbaşlık gibi kök olguları dallandırıp budaklandırdı. Fransız tipi ulusçuluk, ötekiler kümesine türev ve nevzuhur yeni olgular ekledi: Osmanlılık, İttihat Terakki aidiyeti, Turancılık, Mürteciler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve Aleviler.
Ulusçuluk, yok saydığı Osmanlı devletinin ötekileştirme kültürünü ve tüm istihbarat kayıtlarını olduğu gibi devraldı. Bu konuda Osman devleti ile aynı dili, aynı usulleri ve aynı stratejileri kullanarak ve geliştirerek devamlılık sağladı.
Dersim katliamı bu tarihsel derinliğin içine düşüp kurtulamamaktan kaynaklandı. Bu konudaki en yaratıcı değerlendirmeyi Alparslan Türkeş’in talimatıyla Kürtlere ve Alevi topluluklara müzahir çıkarılan KON dergisi yaptı.
Organik ülkücülük 1970’lerde bir gerçeği daha teslim etmişti. Burada bir noktanın altını çizelim: Osmanlı devletinin eylemleri iradi eylemlerdi. Cumhuriyet dönemi pratikleri ise gayrı iradiydi ve metazoriydi.
Çünkü Cumhuriyet’e askeri bürokratik vesayet rejimi egemen olmuştu. Vesayet rejimi batıcıydı. Batı mutlak anlamda yok edemediğini en küçük parçalara bölerek yönetme yolunu seçmek mecburiyetinde kaldı. Bunun için Vesayet Rejimi, ihtiyacı olan Kemalizm ideolojisini bizzat üretti.
Vesayet düzeni, Türkiye toplumuna ağır yükler bırakacağını aklından hiç geçirmedi, hatta bu durum umurunda dahi olmadı! Ed-devlet o dönemlerde zayıftı. Zehirli sarmaşık gibi kendine musallat olan vesayet rejimi ile baş edemiyordu.
Ama hiçbir dönemde organik devlet mücadeleden geri durmadı. Bugün devlet “tarihi çağrı süreci” ile Kemalizm’e ikinci büyük darbe indirdi. Kemalizm teorisi aşama aşama yerini ortak bir Türkiye teorisine bırakıyor.
Türkiye Teorisi, eş zamanlı, toplumun devletle devletin toplumla, rıza ve izzetinefis esasına dayalı olarak buluşması anlamına gelir. Türkiye teorisinin oluşması için önce kamplaşmaların, ayrışmaların ve tefrikanın telafisi esastır.
Bu durum bizi iç cephede bir Türkiye ittifakı kuramına götürür. İttifak, yine rızaya dayalı olur. İttifak, temel hak ve hürriyetlerin hukuk temelinde eşit olarak sağlanması ve milli demokratik bilinç ile mümkün olur.
İttifak, tüm toplulukların ve inanışların izzetinefislerinin, onurlarının aynı ölçüde korunması ve saygınlığıyla inşa edilebilir.
Bu bilinci;
-
İslamcılar Medine Vesikası şuuruyla,
-
İdeolojik Kürtler Türkiye’nin demokratikleşmesi vizyonuyla,
-
Solcular tam bağımsız Türkiye ideolojisiyle,
-
Gayrı Müslimler Millet-i Sadıka ufkuyla,
-
Atatürkçüler özgün ve vizyoner bir laikliğin daha yararlı olacağı görüsüyle,
-
Milliyetçiler devlet, millet, vatanın ve bayrak sevgisinin yayılıp çoğalacağı realitesiyle,
-
Aleviler “gelin canlar bir olalım” nefesiyle
içselleştirebilir.
Siyaset üstü şartların ülkeyi bu vizyona soktuğu, güncel politik kaosun altından dip bir dalganın suhuletle bu iradeyi inşa ettiği bilinmeli.
Ortak bir Türkiye teorisinin inşası için önce bir Türkiye ittifakı kuramının tesis edilmesi gerekir. Bunun için ulusal ve uluslararası şartlar beklenenden daha hızlı şekilde daha iyinin oluşmasına alan açıyor.
Ortak bir Türkiye teorisinin akademik düzeyde de çalışılması ve tartışılması; milli, bölgesel ve küresel etkisi olan bir Türkiye modelinin ana rahmi olacaktır.
Bu olgusallığı bir mottoyla ifade edebiliriz:
Türkiye İttifakı’ndan Türkiye Teorisi’ne, Türkiye Teorisi’nden Türkiye Modeli’ne!
Son olarak:
Türkiye Teorisi arayışı, sonraki nesillere hiçbir yük bırakmamayı aklından çıkarmamalı ve daima bu sorumluluk içinde olmalıdır!"