Hz. Hüseyin’in (r.a.) şehid olduğu senede (Miladi 680, Hicri 61) Emevi hanedanından Mervan bin Hakem’in oğlu Abdülaziz’in Medine’de bir evladı dünyaya geldi. Annesi Leyla binti Asım, dedesini çok sevdiği için oğlunun adını Ömer koydu. Hz. Ömer bin Hattab’ın (r.a.) torunu olan Ümmü Asım, dayısı Abdullah hayatta olduğu için, oğlunun Medine’de onun terbiyesinde büyümesini istedi. Bazı sahabeler ve çok sayıda tabiinin sohbetleriyle nebevi nuru, temiz ruhuna nakşeden küçük Ömer, her zaman kendisine büyük dedesi Halife Hz. Ömer’i örnek alıyordu.

Küçük yaşta hıfzını tamamlayan Ömer, temel eğitimini tanınmış alimlerden Salih bin Keysan’dan aldı. Hz. Peygamber’in (a.s.m.) şehri Medine’de geçen çocukluğu ve burada aldığı terbiye, ileride onun İslam’ın özüne dönmesini, bid’alardan uzak durmasını temin eden en önemli sebep oldu. İleri gelen sahabelerden bilhassa Enes bin Malik ile Abdullah bin Ömer’den dinledikleri ve aldığı derslerin hayatında çok önemli bir yeri vardı.

Babası ona Eşecc (alnı yarık) ismiyle hitap ederdi. Bu isim ona bir çocukluk hatırası sebebiyle verilmişti. Ömer daha küçük bir çocukken bir binek hayvanı ona çifte atmış ve alnı yarılmıştı. Bu olay üzerine babası ona el-Eşecc ismini vermiş ve ona bu şekilde hitap etmişti. Çocukluk ve ergenlik döneminde Medine’de bulunan Ömer’in gençliği ise, Mısır Valisi olan babası Abdülaziz’in yanında geçmişti.

Ömer bin Abdülaziz’e:

-Seni Allah yoluna dönmeye sevk eden sebep nedir, diye sorulduğunda şöyle cevap vermişti:

-Bir gün yaptığı bir kabahatten dolayı kölemi dövmek istedim. O da bana şöyle dedi: “Sabahı kıyamet olacak geceyi hatırla” Bu ikaz üzerine kendi nefsimi sorgulamaya başladım.

 26 YAŞINDA HİCAZ VALİSİ OLDU

Ömer bin Abdülaziz, 706 yılında henüz 26 yaşındayken Hicaz bölgesinin valisi olarak Medine’ye gitti. Yedi sene devam eden valiliği esnasında edindiği tecrübeler, ileride yapacağı icraatlara temel teşkil etti. Sahabe ve tabiinin terbiyesinde yetişen Ömer bin Abdülaziz, önce istişarenin ne kadar önemli olduğunu anlatmak için alimlerden meydana gelen bir meclis kurdu. Mühim meselelerde, Medine’nin ileri gelen on aliminin yer aldığı bu mecliste müzakere edilmeden hiçbir karar vermiyordu. Hak ve adaletin tesisi, zulmün önlenmesi için her türlü tedbiri alıyor, akraba, kabile veya yakın çevresindeki kişilerin haksız menfaat elde etmelerine asla müsaade etmiyordu.

Ömer bin Abdülaziz valilik yıllarında hac emirliği vazifesini de yerine getirdi. Halifenin talimatıyla Mescidi Nebevi’yi genişletti. Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) namaz kıldığı diğer mescitleri tamir ettirdi. Halkın dertlerini dinleyerek sıkıntılarını gidermeye çalıştı. Kendisi adaletle hükmederken başkalarının haksızlıklarını ve zulümlerini de sert bir şekilde tenkit etmekten kaçınmıyordu. Bunların başında da Irak Valisi Haccac geliyordu. Yüz bin adam öldüren Haccac’ın zulmünü ve kan dökücü yönetimini çok sert bir şekilde tenkit eden Ömer bin Abdülaziz, Halife Velid tarafından valilikten azledildi ve daha sonra Dımaşk’a çağırıldı.

Halife’nin huzurunda bile zalim valileri tenkit etmekten çekinmeyen Ömer bin Abdülaziz, Velid’in kendi kardeşi Süleyman’ı veliahtlıktan azlederek yerine oğullarını tayin etmesine karşı çıktı. Halife Velid, bu arzusunu cebren yerine getirmek istediyse de ecel ona bu fırsatı vermedi. 715 yılında vefat edince yerine kardeşi Süleyman halife oldu.

Süleyman, kendisinin halife olmasına destek veren Ömer bin Abdülaziz’i hususi müşaviri yaptı. Veliahtlıktan azledilmesi için aleyhinde çalışanları ise cezalandırdı. Zalim vali ve kumandanların azledilmesinin yanında tecrübeli devlet adamlarının vazifeden alınması ve küstürülmesi idarede önemli zafiyetlerin meydana gelmesine sebep oldu. Üç sene halifelik yapan Süleyman’ın hasta yatağındayken kimi veliaht ilan edeceği çok büyük merak konusuydu.

Halife Süleyman son günlerinde Reca bin Hayve'nin de tavsiyesiyle seçtiği veliahtın ismini bir zarfa yazarak kapatmış, kardeşleri ve akrabalarını çağırarak bu kişiye biat edeceklerine dair onlardan söz almıştı. 717 yılında vefat edince, bütün akrabalarını toplayan Reca bin Hayve onlardan tekrar söz alarak zarfı açmıştı. Veliaht olarak Ömer'in ismini duyanlar, hiç de memnun olmamış fakat biat ettikleri için sözlerinden dönememişlerdi.

İKİ BUÇUK SENELİK KISA HALİFELİK

Ömer bin Abdülaziz, kısa hilafetinde çok önemli ve cesur icraatlar yaptı. Halife olduğu 22 Eylül 717’den vefat ettiği 10 Şubat 720 tarihine kadar geçen yaklaşık iki buçuk senelik hilafetinde, belki bir asırda yapılabilecek dini, sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri icraatlara imza atmıştı. Zaten onun İslam Tarihi’ndeki müstesna yeri ve Müslümanlar arasında dört halifenin beşincisi kabul edilmesi bu yüzdendi.

Emevi halifelerinin hak ve adaletten ayrılarak kurdukları saltanat düzeninin devlet ve toplumda yol açtığı yıkıcı tesir, Müslümanların bölünmesine, İslam’ın asli hüviyetinden uzaklaşmasına sebep oldu. Hayatlarında ve icraatlarında daima kitap ve sünneti esas alan dört halifenin unutulmuş olması, Müslümanların dünyevileşmesine, menfaati gaye edinen siyasetin hizmetin yerini almasına yol açtı. İslam dünyasının karşılaştığı böyle bir fitne döneminde bid’aları temizleyip, İslam’ı özüne döndürerek, asr-ı saadeti ve Hulafa-yı Raşidin dönemini yeniden yaşatan Halife Ömer bin Abdülaziz çok önemli icraatlara imza attı.

Bir idarecinin veya alimin büyüklüğü sadece kendi kabiliyeti ve icraatı ile değil, yaşadığı devirdeki şartların zorluğu ve onun bu problemlere getirdiği çözümler ile ölçülmelidir. Ömer bin Abdülaziz şayet Emevilerin sekizinci değil de birinci halifesi olsaydı, aynı icraatlar onun normal vazifesi olarak kabul edilecekti. Halbuki aradan geçen 60 yılda toplum ve devlet düzeninde o kadar büyük yozlaşmalar oldu ki, bu gidişatı durdurmak ve tekrar İslam’ın özüne, kitap ve sünnetin emrine geri dönmek için yaptığı icraatlar ona İslam Tarihi’ndeki  müstesna yerini kazandırdı.

Ömer bin Abdülaziz, hutbelerde Hz. Ali'ye yapılan lanetlemeyi kaldırdı. Onun yerine "Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder. Hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor." (Nahl Sûresi, 90) mealindeki ayeti okumayı adet haline getirdi.

İsrafa karşı yapacağı mücadeleye önce kendi çevresinden başladı. Halifeliğe ait lüks binek, elbise ve kullanılmayan eşyaları sattırarak gelirlerini beytülmale aktardı. Hizmetçi ve köleleri azat etti. Hilafet sarayında değil, kendi mütevazi evinde oturdu. Yakın akrabalarının hazineden aldıkları yüksek maaşları kestirdi.

Halka zulüm yapan ve adı yolsuzluğa karışmış olan valileri görevden aldı. Yerlerine bilgili, dirayetli ve dürüst idareciler tayin etti. Adil ve takva sahibi kadılar görevlendirerek, sarsılan adalet sistemini yeniden güvenilir kıldı. Cuma günleri yapılan  haksızlıkların giderilmesiyle ilgili duruşmalara (mezalim mahkemeleri) katıldı. Şikâyeti olanların bizzat veya mektupla kendisine başvurabileceklerini ilan etti. Âlim ve fazıl insanlardan meydana getirdiği istişare heyetine danışmadan hiç bir önemli karar vermedi.

Lüks yaşamaya alışmış, devletin her türlü imkânını kullanmayı kendisi için bir hak sayan zengin ve soylular bu idare şekline karşı çıktılar. Başta akrabaları olmak üzere menfaati zedelenenler aleyhinde konuşmaya başladılar. Ama o halkın büyük çoğunluğunun gönlünde taht kurdu. İnsanlar sanki Hz. Ömer geri gelmiş gibi ona sevgi ve saygı gösteriyordu.

Mevali denilen Arap olmayan Müslümanlardan alınan cizyeyi kaldırdı. Çeşitli bahanelerle malları elinden alınan mağdurların araştırılması ve mallarının iadesini emretti. Fakir ve muhtaçlara hazineden maaş bağladı. Halife'den çok memnun olan Müslümanlar zekat ve sadakalarını hakkıyla verdikleri için, kısa zamanda halkın refah seviyesi yükseldi. Öyle ki zekat verecek fakir insan bulunamadığı için, bu para esirleri kurtarmaya ve borçlulara yardım etmeye sarfedildi.

Halife Ömer bin Abdülaziz, devlet malını yetim malına benzeterek şahsi harcamalarına çok dikkat ederdi. Devlete ait bir mumu dahi kendi işlerinde kullanmayacak kadar hassasiyet gösterirdi.

Ziraata çok önem vererek, arazilerde sulama kanalları yaptırdı. Fetihler sonunda kazanılan toprakların bütün Müslümanlara ait olduğunu söyleyerek satışını yasakladı. Böylece halkın tamamını içine alan büyük bir ekonomik kalkınma ve refah dönemi meydana geldi.

ON ÜÇ ASIR ÖTEDEN GÜNÜMÜZE MESAJLAR

Hak, adalet, dürüstlük, takva, dindarlık, ilim, istişare gibi güzel vasıflara sahip olan Halife Ömer bin Abdülaziz, acaba on üç asır öteden bize ne gibi mesajlar veriyor? Bu mesajları iki başlık altında toplayabiliriz. Birisi şahsi hayatıyla bütün Müslümanlara verdiği mesajlar. Diğeri devlet yönetiminde aldığı kararlarla özel ve kamu yönetiminde çalışan idarecilere verdiği mesajlar.

Şahsi hayatından çıkaracağımız dersler:

1. Yetiştiği ortamdaki olumsuz şartlara rağmen dini emirleri yerine getirme ve takvadaki hassasiyeti ve üstün meziyetleri, her devirdeki Müslümanlara önemli bir mesaj vermektedir. İçinde bulunduğu durumdan ötürü Allah’ın emirlerine uymakta ve yasaklarından kaçınmakta gevşeklik gösterenler onun hayatını örnek almalıdır.

2. Halife torunu, halife yeğeni, halife damadı olmasına rağmen kendini siyasetin girdabına kaptırmamış, ilim yolunda çok gayret sarfetmiştir. Demek ki, ilim öğrenmeye hiçbir şey mani değildir. Sebep olarak gösterilen şeyler sadece bahanelerden ibarettir.

3. Emevilerin hilafeti saltanata dönüştürerek lüks ve israfa dayalı yaşantıları, onu hiç etkilememiştir. Çocukluğu ve gençliğini bir tarafa bırakırsak yönetici olarak geçirdiği on yılını israftan uzak, iktisat ve kanaat içinde yaşadığını biliyoruz. Özellikle halife olduktan sonra hilafet sarayında kalmayıp mütevazi evinde oturması; makam ve servet sahibi olunca hayatında sınıf atlama ve daha lüks yaşama hevesine kapılanlara önemli bir ders veriyor.

4. Kabilesi ve akrabaları siyasi sebeplerden dolayı Al-i Beyt’e düşman olduğu halde kendisi hiçbir zaman böyle bir yanlışa düşmemiştir. Halife olmadan önce de halife olduktan sonra da Ehli sünnet görüşlerine aykırı fikir ve davranışı olmamıştır. Akraba veya çevresinin etkisinde kalarak yanlış görüşlere sapanların, İslam’ın temel esasları olan kitap ve sünnete dayanmaları gerektiğini anlıyoruz.

5. Kendisi ve ailesi daima halkın içinde ve onların hizmetinde, kibirden uzak, mütevazi ve insanların yardımına koşan biri olarak hepimize örnek olmuştur. Maalesef günümüzde Müslümanlar birbirine yardım etmekten kaçınmakta hatta çoğu zaman dostunun ve arkadaşının sıkıntısından haberi bile olmamaktadır.

Yönetimle ilgili verdiği mesajlar:

Hak ve adaleti devlet düzeninde yeniden hakim kılan Ömer bin Abdülaziz, bu konuda bütün yöneticilere önemli mesajlar vermektedir. Bunlardan bazılarını onun uygulamalarından ilham alarak açıklamaya çalışalım:

1. Adalet sadece mahkemelerde hüküm veren hukukçuların değil, bütün yöneticilerin uyması gereken bir sistemin adıdır. Yani adaleti yalnız hakimlerden beklemek yerine devletin bütün uygulamaları adil prensiplere göre yapılmalıdır. Bu şekilde hareket edilince haksızlıklar azalacak, kavgalar ortadan kalkacak, mahkemelere de çok az iş düşecektir.

2. Haksızlığa uğramış mağdur insanların hakkını arayabilmesi, hukukun ötesinde bir insanlık gereğidir. Bu insanların endişe etmeden şikayetini yapabilmesi ve bu soruşturmanın kişilerin makamına, servetine, sosyal durumuna bakılmaksızın tamamlanması çok önemlidir. Sonuçta haksızlık yapılan kişinin mağduriyetinin giderilmesi ve buna sebep olanların gereken cezayı almaları, bu tür haksızlıkların yapılmasını en aza indirecektir.

3. Kişilerin haklarını aramada sadece mahkemeleri kullanmaları yetersiz kalabilir. Bu durumda kolayca şahsi şikayet ve başvuru yapabileceği mercilerin olması gerekir. Ömer bin Abdülaziz, Cuma günleri kurulan Mezalim mahkemelerine bizzat katılarak bu konuda ne kadar hassas olduğunu herkese göstermiştir. Ayrıca şikayeti olanların her zaman kendisine doğrudan ulaşabilmeleri için, aradaki protokol duvarlarını kaldırmıştır.

4. Bütün yöneticilerin devlet malının koruyucusu olması gerekir. Elinin altında bulunan maddi ve manevi imkanları, yakınlarına dağıtarak gerçek hak sahiplerini mahrum etmenin, hem amme hukuku (kamu hakkı) hem de kul hakkı olduğunun bilincinde olmalıdır. Ömer bin Abdülaziz, büyük dedesi Hz. Ömer gibi devletin bir mumunu dahi kendi özel işlerini yaparken kullanmamıştır.

5. Başta valiler olmak üzere, yöneticiler ve bütün devlet memurlarının liyakat ve ehliyet esasına göre tayin edilmesi gerekir. Liyakat daha ziyade şahsi meziyetleri kapsamaktadır. Yani kişinin huy ve ahlak güzelliği, dindarlık ve takvası, insanlara karşı davranışı, edep ve terbiyesi bir makama tayin için öncelikli vasıflar olmalıdır. Ehliyet ise mesleki eğitim ve tecrübelere sahip kişilerin uygun makamlara getirilmesidir. Ehliyet ve liyakat birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. Eğer ayrılırsa, ya bilgili tecrübeli fakat merhametsiz, kibirli yöneticiler makamları doldurur. Veya iyi ahlak sahibi fakat beceriksiz, iş yapamayan kimseler bulundukları mevkilerin hakkını veremez. Ömer bin Abdülaziz, tayin ettiği valilerin yöneticilik tecrübesi yanında dindarlığına da çok önem veriyordu.

6. Bazı menfaat gruplarının aleyhine de olsa, devletin ve hazinenin lehine her türlü kararı almak ve cesaretle uygulamasını yapmak gerekir. Sonuçta adaletli bir düzen içinde devletin zenginliği halka yansıyacak ve refah geniş kitlelere yayılacaktır. Ömer bin Abdülaziz, kamu malı sayılan fethedilen toprakların özel mülk olarak satışını yasakladı. Daha önce satılmış olanlardan ise şer’i hükümlere göre iki vergi birden alarak, devlet hazinesini zarara uğramaktan kurtardı.

7. Bir makam sahibi kendisinden önce yapılan yanlış uygulamaları, yolsuzlukları örtbas etmemeli, kanunlara uygun olarak soruşturma yaptırıp haksızlıkları ortadan kaldırmalıdır. Makamını ve elindeki imkanları kaçırmamak için haksızlık ve yolsuzluklara göz yummanın, onları işlemekten farklı olmadığını bilmesi gerekir. Ömer bin Abdülaziz halife olduğunda, çoğunluğu Emevi ailesinden olmak üzere yöneticilerin isimleri yolsuzluklara karışmıştı. Bu kişileri görmezden gelmek ve aynı düzeni devam ettirmek yerine çok radikal kararlar aldı. Ailesinin hatta bütün Ümeyye oğullarının tepkisini göze alarak, soruşturma başlattı. Sonunda yolsuzluk yaptığı tesbit edilenleri gözünün yaşına bakmadan görevden aldığı gibi, haksızca edinmiş olduğu mallarına da el koydurdu.

8. İnsanların hiçbir şekilde sınıflara ayrılmaması ve kanun önünde herkesin eşit olması gerekir. Ömer bin Abdülaziz, Arap milliyetçiliği ve kabilecilik asabiyetine dayanan Emevi saltanatının, Müslümanları sınıflara ayırmasına asla müsamaha göstermedi. Mevali denilen bu Arap olmayan Müslümanlardan haksız olarak alınan cizye vergisini kaldırdı.