"Arap Baharı'ndan Aksa Tufanı'na: Ortadoğu’da Değişen Dengeler"
Ortadoğu, tarih boyunca jeopolitik, dini ve kültürel nedenlerle dünya politikasının en çalkantılı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgeyi şekillendiren birçok önemli kırılma anı bulunmaktadır. Ancak yakın dönemde, bu kırılmalar arasında en önemli iki gelişme dikkat çekmektedir: İlki Arap Baharı, ikincisi ise Aksa Tufanı Operasyonu'dur.
Arap Baharı, 2010 yılında Tunus'ta başlayarak hızla bölgedeki birçok ülkeye yayılan halk ayaklanmalarıyla tarih sahnesine çıkmıştır. Bu halk hareketlerinin temel amacı, otoriter rejimlerin son bulması ve daha özgürlükçü yönetimlerin kurulmasıydı.
Libya ve Mısır’da esen arap baharı rüzgarı bu iki ülkede iktidarların çok hızlı değişimini beraberinde getirdi. Mısır’da senelerce süren diktatör Mübarek yönetiminin devrilmesi ve akabinde yapılan seçimlerde İhvan adayı Muhammed Mursi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesi, özellikle Gazze direnişi ve Gazze halkı için tarif edilemez bir nimete dönüştü. Mursi, Filistin davasına olan yakın ilgisi ve Gazze’ye verdiği destekle biliniyordu. Mursi'nin bu duruşu, İsrail’in 2012 yılında Gazze'ye yönelik başlattığı savaşa karşı aldığı tutumla da net bir şekilde ortaya çıktı.
İşgalci İsrail, Kasım 2012'de, Gazze'ye karşı geniş çaplı bir askeri operasyon başlattı. "Bulut Sütunu Operasyonu" adı verilen bu saldırı, İsrail’in Gazze Şeridi'ni kontrol eden Hamas’a karşı başlattığı bir dizi hava saldırısını ve topçu ateşini içeriyordu.
Operasyonun hedefi, Hamas’ın askeri gücünü zayıflatmak ve Gazze'deki direnişi kırmaktı. İsrail, Gazze’ye yönelik kara harekatı başlatmaya hazırlanırken, bölgesel ve uluslararası aktörler devreye girdi. Bu aktörlerin başında ise Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi yer alıyordu.
Mursi’nin yönettiği Mısır’ın, İsrail’in Gazzeye yönelik gerçekleştirdiği saldırılar karşısındaki tavrı ve duruşunu şu şekilde özetleyebiliriz.
1. Mursi, İsrail’in Gazze’ye yönelik başlattığı saldırıları güçlü bir şekilde kınadı. Mısır, İsrail’in operasyonlarını "barbarca" olarak nitelendirdi ve İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına derhal son vermesi gerektiğini vurguladı
2. Mursi, Gazze ile dayanışma göstermek için hızlı bir şekilde diplomatik girişimlere başladı.
3. Mursi, Gazze'ye yönelik insani yardımların ulaşmasını sağlamak amacıyla Rafah sınır kapısını açtı. Mısır’ın bu hamlesi, Gazze’ye yönelik uygulanan ablukayı kısmen hafifletmiş ve bölgedeki sivil halkın ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olmuştur. Bu dönemde Mısır, Gazze’ye insani yardımların yanı sıra ilaç, gıda ve diğer temel ihtiyaç malzemelerinin girişine izin verdi.
4. Mursi, İsrail saldırılarının devam ettiği sırada Gazze'yi destekleyen önemli bir adım atarak, dönemin Mısır Başbakanı Hişam Kandil’i Gazze’ye gönderdi. Kandil, saldırıların devam ettiği sırada Gazze’yi ziyaret eden ilk liderlerden biri oldu ve bu ziyaret, Mısır’ın Gazze'ye olan desteğini somut bir şekilde gösterdi.
Mursi’nin, Gazze’ye yönelik desteği, sadece insani yardım ve diplomatik girişimlerle sınırlı kalmadı. Aynı zamanda Mısır, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmak için uluslararası alanda daha aktif bir rol oynadı. Bu dönemde Mursi, Arap ve İslam dünyasını Gazze’ye destek vermeye çağırarak Filistin davasını bölgesel bir öncelik haline getirmeye çalıştı. Mursi'nin bu aktif tutumu, Gazze direnişine moral ve siyasi destek sağladı.
Mursi’nin Gazze’ye yönelik bu desteği, İsrail’in bölgedeki politikalarını sınırlandıran önemli bir faktör oldu. İsrail, Mursi’nin bu kararlı duruşu ve diplomatik çabaları sonucunda geniş çaplı bir kara harekatı başlatmaktan kaçınmak zorunda kaldı. Ayrıca Mısır’ın arabuluculuğuyla sağlanan ateşkes, bölgedeki tansiyonun düşmesine katkı sağladı ve Gazze’deki sivil kayıpların artmasını engelledi.
İşte bu gelişmeler, küresel güçler tarafından Ortadoğu’da İsrail’in güvenliğini ve batının küresel çıkarlarını tehlikeye atacak bir geleceğin ilk işaretleri olarak algılandı. Bu iktidar değişiklikleri sonrasında yeni oluşan yönetimlerin onurlu duruşundan rahatsız olan ve bölgesel statükonun devam etmesini isteyen, küresel güçler ve bu güçlerin taşeronu statükocu yerel işbirlikçiler bu iktidar değişiklikleri sonrasında, halk devrimlerine karşı bir cephe oluşturdular.
2013 yılında Sisi tarafından Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı gerçekleştirilen darbe, Arap Baharı sürecinde çok önemli bir kırılma noktası olmuştur. Bu darbe sadece Arap Baharına karşı değil, aynı zamanda Gazze Direnişine karşı yapılmış bir darbeydi. İlerleyen yıllarda bu darbenin arkasında İsrail’in olduğu açığa çıktı.
Darbeden yıllar sonra, İşgalci İsrail Ordusu’nda general olan Prof. Aryeh Eldad, İsrail’in Mısır’ın seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’ye darbe yapılması için gösterdiği çabaları itiraf etti. Maariv gazetesinde bir makale kaleme alan Aryeh Eldad, Mursi’nin İsrail ile Mısır arasında imzalanan Camp David anlaşmasını sonlandırmaya niyetli olduğunu ve Sina Yarımadasına daha çok asker göndermek istediğini söyledi. İsrail’in Mursi’yi engellemek için harekete geçtiğini kaydeden Aryeh Eldad, Abdulfettah Sisi’nin yönetime gelmesi ve ABD yönetiminin bu duruma ses çıkarmaması için çaba sarf edildiğini belirtti.
Arap Baharına karşı oluşturulan cepheler, Daeş’in Hilafet ilanıyla ortaya çıkartılıp Suriye Devrimini sırtından hançerlemesi ve Suriye direnişini pasifize etmek için taşeron bir örgüt olarak kullanılması, Küresel güçlerin, Daeş’i kullanarak oluşturdukları terörizm algısı ve terörizmle mücadele adı altında Suriye’ye müdahalesi, Ortadoğuda esen devrim rüzgarlarının sönmesine zemin hazırladı.
Arap Baharı’nın getirdiği devrim rüzgarının sönümlenmesi, bölgedeki halkların özgürlük ve adalet umutlarını büyük ölçüde kırmış, Ortadoğu’yu daha da kaotik bir döneme sokmuştur.
Birçok Arap ülkesi, İsrail ile diplomatik ilişkiler kurmaya veya mevcut ilişkilerini derinleştirmeye yönelik adımlar attı. Bu süreç, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Sudan ve Fas gibi ülkelerin İsrail ile Abraham (İbrahim) Anlaşmaları çerçevesinde normalleşmeye gitmesiyle hızlandı. Bu ülkeler, İsrail ile ekonomik, ticari ve askeri alanlarda işbirliği yaparak, Ortadoğu’daki dengeleri değiştirdi.
Bu anlaşmalar ve İşgalci İsrail’le normalleşme süreçleri, Filistin davasının ve Arap halklarının yıllardır savunduğu "İsrail’le barış ancak Filistin’in bağımsızlığı sağlanırsa mümkündür" ilkesinin terk edilmesi anlamına geliyordu. Arap rejimleri bu anlaşmaları, Filistin halkının çıkarları doğrultusunda olmadıkları yönündeki eleştirilere rağmen, kendi çıkarlarına göre şekillendirdiler ve İşgalci İsrail ile normalleşme yarışına giriştiler…
Makaleyi daha fazla uzatmamak için Ortadoğu’daki ikinci önemli kırılma anı olan Aksa Tufanı Operasyonu ve bu operasyonun bölge denklemine etkilerini "Aksa Tufanı: Arap Baharı’nın Küllerinden Yükselen Direniş" başlığıyla bir sonraki yazımızda ele alalım.