İşte, “Oruç kefareti nedir? Oruç kefaretinde kaç gün oruç tutulur? Oruç kefareti parayla ödenir mi? Oruç kefareti için kaç fakir doyurulur?” sorularının cevapları…

ORUÇ KEFARETİ

1-Oruç kefareti, Ramazanda bir özür bulunmaksızın belli şartlar içinde orucunu bozan bir mükellefin, Müslüman veya gayrimüslim bir köle veya cariye azad etmesidir. Buna gücü yetmiyorsa, arka arkaya kesinti yapmaksızın iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmezse altmış fakire (sabah akşam) yemek yedirir.
Oruç kefareti böyle yemek yedirmekle olabileceği gibi, yiyeceği aynen verip temlik etmekle de olur.
(Oruç kefaretinde böyle sırayı gözetmek hem Hanefîlerce, hem de Şafiilerce gereklidir. Malikilerde sıra gözetmek yoktur, insan dilerse köle azad ederek, dilerse oruç tutarak ve dilerse yemek yedirerek bunu yapar.)

2- Yemek, aç olan buluğa ermiş veya yaklaşmış altmış fakiri sabah akşam doyuracak kadar yedirmektir. Bu yedirilecek yemek yalnız buğday ekmeği de olabilir, buğday ekmeği yanında katık mecburiyeti yoktur. Fakat katıksız arpa ekmeği yeterli değildir.

3- Eğer yüz yirmi fakire yalnız bir vakit yemek yedirilse, bu ancak altmış fakire yedirilmiş sayılır. Bunlardan altmış fakire tekrar sabah veya akşam yemek yedirmek gerekir. Böyle altmış fakire bir defa yemek yedirildikten sonra dağılıp gitseler, ya gelip hazır olmalarını beklemeli, ya da tekrar altmış fakiri sabah-akşam doyurmalıdır.

4- Oruç kefaretinin eşya verilip temlik yolu ile yapılmasına gelince, altmış fakirden her birine beş yüz yirmi dirhem (yarım sa’) buğday veya bin kırk dirhem (bir sa') arpa veya hurma ve kuru üzüm verilir. Bu, tam bir fitre sadakası miktarıdır. Bunların kıymetini vermek de caizdir.

5- Oruç kefaretinde bir fakire altmış gün sabah-akşam yahut yüz yirmi sabah veya yüz yirmi akşam yemek yedirmek de yeterlidir. Yine, bir fakire iki ayda her gün ya aynen veya kıymet olarak birerden altmış fitre sadakası verilmesi de yeterlidir. Fakat bir fakire bir günde topluca verilecek altmış fitre miktarı, yalnız bir günlük fitre yerine geçer. Onun için her gün bir fakire bir fitre miktarı verilir. Bu kefaretlerde uygulanır.

6-Oruç kefaretinin iyi hal sahibi olan fakirlere verilmesi daha faziletlidir. İmam Ebû Yusuf'a göre, bu kefaret bedeli gayr-i müslim fakirlere verilemez. Fetva da buna göredir.

7- Oruç kefareti, oruç tutmak suretiyle olunca, bunda kesintisiz arka arkaya tutmak şarttır. Onun için oruca başlayan kimse, ara vermeden iki ay oruç tutar. Eğer daha iki ay dolmadan herhangi bir sebeple orucunu bozarsa, yeniden iki ay oruç tutmaya başlar. Bundan kadınların lohusa halleri değil de, âdet halleri müstesnadır. Geçirecekleri âdet günleri kesinti sayılmaz. Çünkü bu halden kurtulmak kadınlar için mümkün olmayacak derecede zordur. Ramazan orucunun veya muayyen bayram günlerinin araya girmesi de, kefaretin arka arkaya olmasına engeldir.

8- Kefaret hususunda, kefaret ödeyecek kimsenin ödeme zamanındaki haline bakılır. Buna göre, bir kefaret ödeyicisi, kefaretin gerektiği zamanda zengin iken, bunu ödeyeceği zaman fakir düşmüşse, kefaretini oruç tutmakla yerine getirir. Fakat daha orucunu bitmeden tekrar zenginleşip köle azad etmeye güç kazansa, köle azad etmek suretiyle kefareti yerine getirmesi gerekir.

9- Kefaret orucuna, kameri aylardan birinin başlangıcında başlanırsa, ayın ilk günü esas alınır. Böylece tam iki ayın geçmesiyle oruç kefareti tamamlanmış olur. Fakat ayın başında oruca başlanmazsa, birinci ay üçüncü aydan tamamlanarak otuz gün hesap edilir. İkinci ay ise, ayın başı alınarak oruca devam edilir. Bu, iki İmama göredir. İmamı Azam'a göre, bu takdirde tam altmış gün oruç tutmak gerekir, ay başına bakılmaz.

10- Bir kimse bir Ramazan içinde veya birkaç Ramazanda özürsüz olarak birkaç defa kasten orucunu bozmuş olsa, bunlardan dolayı yalnız bir kefaret öder. Sahih olan görüş budur. Çünkü ceza yönü, kefarete üstün gelmektedir. Sebepleri bir olan cezalarda bir ceza yeterlidir. Bu bir ceza hepsine yeter. Fakat kefaret yapıldıktan sonra tekrar orucunu aynı şekilde kasten bozacak olursa, bundan dolayı aynca bir kefaret gerekir. Birinci kefaret ile tam bir ders alınamadığı anlaşılmış olur.

(Kaynak: Büyük İslam ilmihali - Ömer Nasuhi Bilmen s.290)