Osmanlı’nın kilise ve havra politikası
      Osmanlı geniş sınırları savaşçı yapısıyla adından çokça söz ettirdiği gibi zimmilere (İslam devletinin egemenliğini kabul eden ve İslam devletinin himayesinde yaşayan gayr-ı müslim kişiler) karşı uyguladığı hoşgörülü politikayla da gayr-ı müslim tarihçilere dahi adından övgüyle bahsettirmiştir.
    Osmanlı izlediği politikalarda şeri hukuk esasına bağlıydı. Gayr-ı Müslimlere karşı uyguladığı hoşgörülü politikanın şeri hukukun bir gereği olduğunu söyleyebiliriz çünkü İslam Allah’ın adının zikredildiği kilise ve havraların varlığını sürdürmesi gerekliliğini vurgulamıştır. “Allah insanların bir kısmını diğerleriyle savmasaydı içinde Allah’ın adı çokça zikredilen manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılıp giderdi.” (Hac 22/40) Ayetinde de belirtildiği gibi Kuran-ı Kerim'de insanların din ve vicdan özgürlüğü korunmuştur. Şeri hukuku benimsemiş Osmanlı için Kuran-ı Kerim’den sonra en önemli örnek olabilecek kaynak Hz. Muhammed’in yaptığı davranışlardır. Hz. Muhammed’in de gayr-ı müslimlere hoşgörüyle yaklaştığı olaylar vardır. Hz. Muhammed’in Medine vesikası ile Yahudilere dinlerini serbestçe yaşama hakkı tanıdığını, keza Necran Hıristiyanlarıyla yaptığı zimmet anlaşması ile de onların mabetlerinin Allah’ın ve Resul’ünün koruması altında olduğunu belirttiğini biliyoruz.

Fethedilen topraklarda kilise ve havra inşası 
       İslam’da fethedilmiş topraklarda kiliselerin ve havraların inşasına izin verilip verilmediğiyle ilgili Kuran-ı Kerim’de bir ayet geçmezken aynı zamanda Hz. Muhammed’in de bu konudaki görüşünü bildiren bir olay tarih kaynaklarına geçmemiştir. Osmanlı’nın kaynak alabileceği geçmişte var olan bazı İslam devletleri vardır ve bu devletler fethedilen yerlerde kilise ve havra inşasına izin vermemişlerdir. Osmanlı’da ancak Sultan’ın emriyle bir kilise veya havra inşası olabileceği Osmanlı’nın kendinden önce gelmiş İslam devletlerinin politikalarından faydalandığını göstermiştir.

Fethedilen Topraklardaki Kiliseler
      Osmanlı muharebe sonucu ele geçirdiği topraklardaki en büyük kiliseyi veya birkaç manastırı ve kiliseyi şehrin fethinin sembolü olarak camiye çevirmiştir. Fakat Osmanlı’da İslam hukukuna uygun olarak sulhen teslim olan yerlerdeki kilise ve manastırlar bir isyan veya düşmanca bir ittifak olmadığı sürece dokunulmuyordu.

İstanbul’daki gayr-i müslimlerin güvencesi Fatih’in Ahitnamesi
     İstanbul’un fethi için Osmanlı tarihindeki en büyük fetih desek abartmış olmayız. Fatih bu fethin ardından gayr-i Müslimlere güvence vermek için bir ferman yayınladı. Ferman şöyleydi: “Ben ki Sultan Mehmet Han’ım; sıradan ve seçkin bütün insanlar tarafından bilinsin ki, bu padişah buyruğunu ellerinde bulunduran Bosnalı [Fransisken] ruhbanlara büyük bir lütufta bulunarak şunları buyurdum: Adı geçenlere ve kiliselerine hiç kimse engel olmayacak ve sıkıntı vermeyecektir ve onlar sakınmaksızın ülkemde yaşayacaklardır. Ve kaçıp gidenler bile güven içinde olacaklardır. Gelip ülkemizde korkusuzca oturacaklar ve kiliselerine yerleşeceklerdir. Ne ben, ne vezirlerim, ne kullarım, ne uyruklarım, ne de ülkemin bütün halkından hiç kimse adı geçenlere  kendilerine ve canlarına ve mallarına ve kiliselerine ve dışarıdan ülkemize gelenlerine dokunmayacak, saldırıp incitmeyecektir. Yeri, göğü yaratan Rızıklandırıcı adına ve Kur’an adına ve ulu Peygamberimiz adına ve yüz yirmi dört bin peygamber adına ve kuşandığım kılıç adına yemin ederim ki, bu kişiler emrime itaat ettikleri sürece, bu yazılanlara hiç kimse uymazlık etmeyecektir. Böyle biline.”