17 Nisan 1993’de Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölüm haberi bütün televizyonlarda flaş haber olarak duyuruldu. Kimseler inanamadı buna. 12 Eylül sonrasına damgasını vuran, girişimci, hareketli, durduğu yerde duramaz “Tonton” Turgut Özal ölmüştü!..

Ona en şiddetli muhalefeti yapanlar bile, bu ani ölüm karşısında sarsıldılar. Turgut Özal'ı yıpratmak için hayli uğraş veren medya, gazeteciler, işadamları, sanatçılar, siyasi rakipleri, özel düşmanları bile bu ölümden etkilendiler. Herkes, Turgut Özal'ın iyi yönlerini hatırladı. O statükoya karşı mücadele etmişti, özelleştirmeciydi, özgürlükçüydü, girişimciydi, gerçek anlamda ilk sivil cumhurbaşkanıydı, değişimciydi, ilk dindar cumhurbaşkanıydı, yorulmak bilmeyen bir devlet adamıydı, Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük siyasetçisiydi, bir dehaydı, Türkiye'nin ufkunu açmıştı... Onu savunanlara göre, Özal'a karşı çıkanlar yalnızca statükoculardı. Solcu dogmatiklerdi. Solun çoğunluğu ise Özal'dan, onun liberal politikalarından, zenginleri sevdiğini söyleyen açıklamalarından hoşlanmıyordu.

Özal'ın ölümünden en çok etkilenenler, canı yanacak kadar ızdırap çekenler hiç şüphesiz cemaat ve tarikat mensuplarıydı. Son dönemlerde unutulmuş gibi olsa da, bir anda onun dini çevrelere ne kadar büyük iyilikler yaptığı hatırlandı. “Dindarlara çok emek vermiş, onları devlet kademelerinde güçlendirmişti. En kritik kurumlara bile ustalıkla dindarları yerleştirmişti” gibi itiraflar büyük bir vefa duygusuyla dile getirildi.

Cemaat ve tarikatların hemen hepsi gözyaşları dökerek ağladılar. Özal için dualar okundu, hatimler indirildi, zikirler yapıldı.

Türkiye ve Zaman gazetesi yöneticileri ve çalışanları ölüm haberini aldıkları gün ağlaya ağlaya gazete çıkardılar.

Buna benzer duygular RP ve MHP'lilerde de vardı. RP'liler Özal'a en sert eleştiriler yönelten kesimdi. Özal'ı çok kez İslam düşmanı olarak görmüşlerdi ama öldüğünde onun bazı olumlu yönleri olduğunu itiraf ettiler. Onlara göre, hataları çok olmuştu, karısı ve çocukları başka dünyadandı ama Özal aslında İslam'a büyük hizmetlerde bulunmuştu. Devletin en önemli kurumlarında Müslümanlara yer vermiş, MSP'li kadrolara sahip çıkmıştı. Anayasa Mahkemesi üyeliğine bile dindar hakimler atamıştı. Hatta RP'nin yolunu açan kişiydi Özal. RP'nin önündeki dikenleri temizlemişti. 

Özal'ın cenazesi mahşeri bir kalabalıkla Fatih camiinden Topkapı'daki anıtmezara uğurlandı. Özal, Menderes'in yanına gömülmeyi vasiyet etmişti. Devlet görevlileri, resmi heyetler, askerler, polisler ve siyasilerden başka dört eğilimden onbinlerce kişi Özal'ın cenazesinde yerini aldı. Genelde devlet töreni ile yapılan cenaze törenleri, Özal'ınkinde halkın katılımıyla yapılmıştı. Futbolcusundan sanatçısına, RP'lisinden liberaline, “Ya Allah bismillah!..” diyeninden “Milliyetçi Türkiye!..” diye bağıranına kadar geniş bir yelpaze vardı cenaze töreninde.

Ama yine de en çok acı çekenler hiç şüphesiz ki gözyaşları döken cemaat ve tarikat mensuplarıydı.

Özal'ın görevde dört yıl daha süresi varken ölmesi, ülkeyi yeni bir cumhurbaşkanlığı seçimine sürükledi. Ama bu çok tartışmalı bir cumhurbaşkanlığı seçimi oldu. Yeni seçilecek cumhurbaşkanı, Özal'ın görev süresini mi dolduracaktı, yoksa yedi yıllığına mı cumhurbaşkanı olacaktı?.. Dört sene olmalı, yedi sene olmalı tartışmaları sürdü gitti.

DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel cumhurbaşkanlığına aday olunca, ülkede dengelerin yeniden sarsılacağı ortaya çıktı. DYP'nin başına kim geçecekti?.. DYP'nin yeni genel başkanı aynı zamanda Başbakan olacaktı. Demirel'den sonra o makama kim oturacaktı?..

Herkesin aklında Demirel'den sonra en ünlü DYP'li olan Hüsamettin Cindoruk vardı ama Meclis Başkanlığı yapan Cindoruk aday olmayacağını açıkladı.

Sonuçta İsmet Sezgin, Köksal Toptan ve Tansu Çiller üç aday olarak ortaya çıktı ve genel başkanlık yarışına girdiler.

İsmet Sezgin ve Köksal Toptan yıllarını Demirel'in yanında geçirmiş iki politikacıydı. Tansu Çiller ise son dönemde partiye vitrin olarak alınmış bir ekonomi profesörüydü. Kadın olması nedeniyle kadınlar üzerinde sempati oluşturmuştu.

Süleyman Demirel cumhurbaşkanı olduktan sonra yapılan DYP kongresinde, medyanın ve kadınların desteğini alan, “Demir Leydi'nin topuk sesleri” manşetleri ile öne çıkarılan ve “Türkiye'ye 2000'li yıllarda bir kadın Başbakan yakışır” rüzgarı estirilen Tansu Çiller, DYP genel başkanı seçildi.Türkiye'nin ilk kadın Başbakanı oldu.(14 Haziran 1993)

Tansu Çiller'in parti lideri ve Başbakan olması Türkiye'de sevinç rüzgarları estirdi. Bıyıklıların arasında güzel bir kadındı Tansu Çiller. Türkiye'nin imajı birden değişmiş, çağdaşlaşmıştı artık! Şimdi AB'ye girmek daha kolaydı! Tansu Çiller Başbakan olur olmaz, medyanın, kadınların ve işadamların sempatisini kazandı. Bu güzel Başbakan etrafını da güzelleştirmekteydi. Partisinden bazı milletvekilleri-bakanlar, kimi gazeteciler Çiller uğruna bıyıklarını kestiler.

Türkiye de bir anda toz pembe rüzgarlar esmeye başlamıştı.

Tansu Çiller neredeyse ikinci Özal gibi algılandı. Türk siyasetine damgasını vuracağı, “Ya olacak, ya olacak!..” laflarından belliydi.

Kendi partisi, hükümet ortağı, Genel-kurmay Başkanı, sanatçılar, televizyonlar, hatta Alparslan Türkeş bile Tansu Çiller'e bayılıyordu. Özal'ın ölümü, Demirel'in cumhurbaşkanı seçilmesi bile unutulmuştu bir anda.

Demirel cumhurbaşkanı olmuştu ama partisini bu “Yeniköy Güzeli”ne kaptırmıştı.

Türkiye Tansu Çiller ile yeni bir döneme girmişti. Bir “Pamuk Prenses” gibi karşılanan Tansu Çiller herkese umutlar saçtı. Ekonomiden iyi anladığı imajı, ekonomi çevresini umutlandırdı. Bunun dışında daha demokrat ve AB'ye uyumlu bir Türkiye beklentileri de oluştu.

Çiller'e yönelik bu yoğun ilgi bazı cemaatleri de etkiledi. Çiller uzun bir süre Türkiye'de etkili bir güç ve karizmatik bir lider olacağa benziyordu. ANAP, cemaatleri dışlamıştı. Turgut Özal da ölmüştü. RP’yi destekleyenlerin dışındaki cemaatler Çiller'e yöneldiler. Bunların başında da Fethullah Gülen, Mehmet Kırkıncı grupları geliyordu. Türkiye Gazetesi çevresi de Çiller'in yanındaydı. Zaten bu çevre Enver Ören'in “Biz otobüs beklemeyiz, gelen otobüse bineriz” sözü gereği, her iktidarın yanında yer alıyor ve iktidara göre gazeteye başyazar atıyordu. 

 Bu dönemde en büyük  şaşkınlığı Yeni Asya cemaati yaşadı. Yıllardır destekledikleri Demirel şimdi cumhurbaşkanı olmuş, yerine bir kadın gelmişti. Acaba bir kadını desteklemek doğru muydu?.. Üstelik o Tansu Çiller bir İslam düşmanı olarak biliniyordu. ANAP'lı Burhan Özfatura bir röportajda, ABD'de yapılan bir toplantıda Tansu Çiller'in İslam düşmanlığı yaptığını, buna ABD'lilerin bile şaşırdığını söylemişti. Ama iyice küçülen Yeni Asya cemaatinde bu konu fazla problem oluşturmadı. Onlar DYP'nin Çiller ile daha da büyüyeceğini düşünerek, bugüne kadar destekledikleri misyonun iktidar oluşundan memnundu.

Bir kadının Başbakan olması caiz midir sorusu tarikat ve cemaatlerde hayli tartışıldı. Genel görüş caiz olmadığı yönündeydi. Fatih Çarşamba'daki İsmailağa cemaati bunu özellikle vurguluyor ve cemaatin Milli Gazete'deki temsilcisi Mehmet Talu, Fıkıh köşesinde bunu yazarak kamuoyuna duyuruyordu.

Cemaat hizmetleri için iktidarlara bağımlı olan Fethullahçılar, Süleymancılar, tabanları olmasa da ekonomik güçleri olan Işıkçılar doğal olarak Tansu Çiller'in yanında yer aldılar.

Tansu Çiller'in estirdiği rüzgar en çok ANAP'ı etkiliyordu. ANAP'ın genç ve yeni genel başkanı Mesut Yılmaz'a ciddi bir rakip gelmişti. DYP'nin genç ve güzel lideri Tansu Çiller bir anda Mesut Yılmaz'ı gölgede bıraktı.

Kadındır, zariftir, halden anlar, kolay kafese alınır diye düşünülen Tansu Çiller, böyle olmadığını kısa zamanda gösterdi. Siyasi acemiliğin verdiği bir cesaret vardı onda. ANAP'ı da, Mesut Yılmaz'ı da ağır sözlerle eleştiriyordu.

Merkez sağın iki partisi ANAP ve DYP birbirine düştüler. İki genç ve yeni lider, birbirlerini zayıflatmak için taktik savaşı başlattılar.

Bu mücadele Tansu Çiller adına estirilen toz pembe rüzgarları da kısa zamanda dağıttı. Çiller saldırganlıkta hiç de erkek liderlerden aşağı kalır değildi. Mesut Yılmaz'ı da, Necmeddin Erbakan'ı da ağır sözlerle eleştiriyordu. Bunun yanında PKK ile mücadele konusunda inisiyatifi tamamen orduya terk etmişti. Sık sık Güneydoğu'ya operasyonlar yapılıyor, köyler boşaltılıyor, yargısız infazlar büyük boyutlara ulaşıyordu. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Çiller'den çok memnundu. Gazetelere yansıyan ifadesine göre, Çiller tak emretmekte, Doğan Güreş şak yapmaktaydı.

Çiller, SHP'den ayrılan Kürt milletvekillerinin kurduğu DEP'i “PKK'nın partisi” olmakla suçlayarak Meclis'ten dışarıya çıkardı. Polisler DEP milletvekillerini yaka paça hapse attılar. Polisin ensesinden arabanın içine ittiği DEP milletvekilinin fotoğrafları kamuoyunda aylarca tartışıldı. Ardından DEP kapatıldı. Tansu Çiller PKK'ya da, irticaya da karşıydı. Bölücü terörün de, irticanın da belinin kırılacağını söylüyordu.

Kamuoyu ve medya Tansu Çiller ile o kadar meşguldü ki, RP'yi çoktan unutmuştu. Bir sonraki yazımızda Erdoğan İstanbul’u alıyor...! 

Kemalettin İSAOĞLU

Twitter: @Kaymesbi