Bahar akşamından kalan kalabalık cümleleri yanıma alıp gitmeliyim. Gökyüzünün öğrencisi olmuş yüreklerin yaşadığı, demokrasinin, seçimlerin ve ruhumuza ağır gelen, insanlığı merhametten uzaklaştıran duyguların olmadığı şehirlere gitmeliyim..

Gitmeliyiz sevgili dost.. Adını bilmediğimiz ülkelerde bizi bekleyen yetimlerin başını okşamalı, kalp coğrafyamızda yoklukla imtihan olan masum bakışlı çocukların duâ eden ellerinden tutmalıyız..

Pencereden ruhuma yansıyan hüznü ayakta karşılıyor notalar. Ortadoğu ezgilerinin ciğerime dolan nidaları alıp götürüyor uzaklara. Kudüs’ün sokaklarında futbol oynayan çocuklar, Halep bombalanırken gözyaşlarıyla ezan okuyan babalar geliyor aklıma. Sonra bir ses kuşatıyor geceyi. Yaz akşamlarında sahuru beklerken dinlediğimiz, namlunun hedefinde teravih namazı kılan milyonlarca Müslümanın hissiyatını seslendiren o ses: Ahi ente hurrun.. Kardeşim sen özgürsün, parmaklıklar arkasında olsan da, prangalara vurulsan da..

Modern zamanda içi boşaltılan kavramlardan biridir özgürlük. İnsanın her istediğini yapabilmesi bir sınırsızlıktır ve felaket olarak yeterlidir. Kadim gelenek ve İslam, adı özgürlük olan bu sınırsızlığı reddeder. Bugün siyasetten toplumsal hayata kadar her alanda ahlaksızlığın, faşizmin adını özgürlük koyanlar, nasıl anlasınlar demir parmaklıklar arkasında direnen insanlığı.. Gerçek anlamda özgürlük, kayıtsız şartsız Allah’a teslim olmakla mümkündür.. Tıpkı meydanlarda zulme karşı direnenler gibi, tıpkı Allah’tan başkasına kulluğu reddettiği için asılan alimler gibi.. Eşyanın ve teknolojinin tutsağı haline gelen modern insan mı daha özgür yoksa onlar mı..? Son yıllarda Mısır’da yaşananlar kendi hayatlarımızda model alabileceğimiz muhteşem bir adanmışlık örneğidir. İdam kararına rağmen “bize Allah yeter” diyebilen, ölümü tebessümle karşılayan Muhammed Mursi ve arkadaşları özgürlüğün ne olduğunu öğretiyor suskun dünyaya. “Dinimi dünyalığa satmayacağım..”cümlesini kaçımız bütün yürekliliğimizle söyleyebiliyoruz..? Bugün bizler, en küçük dünyevî bir sorun karşısında hemen ümitsizliğe kapılıp yönetemezken acılarımızı ve zaaflarımızı, onların dünyaya dair hiçbir sevdaları yok. Bedeli ödenmiş bir imandan bahsediyoruz. Hayatını imanına şahid gösterebilecek bir yaşamın öznesi olanlar kimden korkabilir Allah’tan başka..? Varlığını Rabbine adamış bir kalbin yolculuğunu, hangi idam kararı durdurabilir..?

Uluslararası sistem, beyaz adamlar, Sam amcalar adına ne derseniz deyin dünya üzerinde nerede bir zulüm varsa orada sömürülen Müslümanlar, ayaklar altına alınan insanlık ve tükenen merhamet vardır. Barış ve özgürlük getirmek için (!) gelir, insana dair ne varsa alıp götürürler. Yaklaşan Ramazan ayında Gazze gibi, Doğu Türkistan gibi abluka altındaki İslam coğrafyalarına saldırılar düzenlenir ve dünya her zamanki gibi uzaktan seyreder. Bizler de hakikatten yana olduğumuzu göstermek adına eylemler yapar, sosyal medyada paylaşırız. Herkes kendi sendikasının, derneğinin, cemaatinin eylemine katılırken bir ve beraber olmaktan bahsederiz. Farkında mıyız bilmiyorum ama bu düzen yıllardır bu şekilde işliyor. Elbette ki mazlumun elinden tutan, zalimlerin yüzüne adaleti haykırabilen bir ülkeyiz fakat konu insanlık olunca aynı kıbleye yöneldiğimiz gibi birleşemiyoruz aynı davada. Suriyeli mültecilere bakışımız bu parçalanmışlığın en iyi göstergesi. Kimi kapılarını sonuna kadar açıyor, kimi de ilk fırsatta ülkelerine göndermek istiyor..

Denizin ortasında yardım bekleyen Arakanlı mültecilerin fotoğraflarına bakalım bir de. Sığınacak liman bulamayan, zulümden adalete kaçarken hiçbir toprağa sığamayan binlerce insan yokluğun ve çaresizliğin esaretinde.. Muhammed İkbal’in şu sözünü hatırlatıyorlar bize: “İnsana sığabilene kâinat, kâinata sığamayana insan derim..”

Menfi duâlardan çok ümmetin dirilişine, mazlumların huzur ve refahına önem verelim olur mu..? Çünkü başkası için duâ eden, ötekinin derdiyle dertlenebilen kişi özgürleşir. Unutma ki sevgili dost, elinden bir şey gelmeyebilir belki ama yalnızca O’na kulluk edip, yalnızca O’na açabilirsin ellerini.. Zira asıl özgürlük O’na teslim olmaktır..