İnsan, his sahibi bir yaratıktır.

Üzülmek, acımak, kızmak yahut sevmek, saymak, özlemek…

Tepki veririz biz ve bu bizi insan yapan belki de en değerli özelliktir.

Ruhsuz, tepkisiz, sessiz kalmak bizim için kişilik sorunudur! Hayattan kopmak, benliğini yitirmek, kendini kaybetmektir.

Kızılacak şeylere kızmak ve sevilecek şeyleri sevmek ise normal bir insandan beklenecek, belki de en sıradan hislerdir.

İnandığımız şeylerin aksini gördüğümüzde; güzelliklerin saldırıya uğradığını ya da çirkinliklerin ortalığa döküldüğüne rastladığımızda bizim için birkaç yol vardır:

  1. Elimizle o durumu düzeltmek
  2. Dilimizle düzeltilmesi için uyarmak
  3. Kalbimizde duyduğumuz rahatsızlıkla oradan ayrılmak.

Elle düzeltme işi devletlere aittir, dille uyarmak ise ehline yani alimlere kalır. Bize düşen ise sessiz sedasız bir boynu bükük olarak orayı terk etmektir.

Arada aramızdan birileri, dayanamaz patlar ve ne düzeltmek, ne de engellemek maksadı olmaksızın, sadece içinden kopup gelen öfke ve dayanılmaz bir hisle karşı çıkar bazı şeylere; bağırır, üstüne yürür bazı şeylerin, dizlerini döver bazımız…

Marufun; iyi ve güzel olan her şeyin insanlığa aktarılması bir Müslüman için dünyada yapılacak en değerli iştir. Münkerin; kötü ve çirkin olan her şeyin terkedilmesi için çalışmak, anlatmak ve belki de feryat etmekte öyle.

İyiliği tavsiye edemeyen ve kötülükleri reddedip, terkedilmelerini söyleyemeyen birinin insanlar içinde yapacak pek bir işi kalmamıştır.

Bir ağacın dibinde oturup, yapraklarını ve kabuklarını kemirerek ölümü beklemek!

Evet, bu da bir yoldur; Ebu Zer(ra)’in “rebeze”sine giden bir yol…