"Davranışlarımızda geçmişin izleri saklıdır. "

Tolstoy 1879 yılında bir kağıda şu ''bilinmeyen soruları'' yazar :
a ) ne için yaşamalı ?
b) benım ve başkaların varlığının sebebi ne ?
c) benım ve baskaların varlıgının amacı ne ?
d) içimde hissettiğim iyilik ve kötülük bölünmesinin anlamı ne ,ne için varlar?
e) nasıl yaşamalıyım ?
f) ölüm nedir ? Kendimi nasıl kurtarabilirim ?

Mutlu olmak yada olmamak bizim elimizde. Psikolojik dengemizin yerinde olması için mutlu olmak şart. Sebepsiz ve boş bir mutlu olma degil.
Niçin?
Neden?
Nasıl?
...gibi soruların cevabına gelen  anlamsal bütünlüğe uygun bir mutluluk ve bu sonuca bağlı düzgün psikolojik denge.

Küçümsenen psikolojik denge eksik ise her şey eksik diye bakmak  ve buna uygun yaşamak.

Ruhun başka hiçbir şeye indirgenemeyecek kadar kendine özgü bir doğası vardır. 
Carl Gustav Jung 

Dışarı bakan, rüya görür. İçeri bakan, uyanır. 
 Carl Gustav 

Mutlu olmak için!

-Kendinize zaman ayırın.
- Bakış açınızı düzeltin.
- Olumluya odaklanıp güzeli düşünün.
- Geçmişi unutmak için yeni yaşantılar üzerinde yoğunlaşın.
- Sizi anlamayan insanlardan uzaklaşın.
- Sürekli anlatmaktan kurtulun.
- Savunma yapmak bir davranışa dönüşmesin.
- Sürekli eleştiri sunan olmak yerine kendi eksikliklerinizi düzeltmeye odaklanın.
-  Okuyun ama mutlaka okuyun 

“Yiyordu, içiyordu, uyuyordu, uyanıyordu; ama yaşamıyordu.”
Tolstoy.

Arjantinli ünlü golfçü Roberto Vincenzo yine bir mükâfat kazanmış, hediyesini alıp kameralara poz vermiş. Ardından kulübüne uğramış, eşyalarını toplayıp otoparktaki arabasının yanına doğru yürümüş. O sırada yanına bir kadın yaklaşmış.

Vincenzo'yu tebrik ettikten sonra ona "küçük bir bebeği olduğunu, bebeğin çok hastalandığını ve hastane masraflarını karşılayamadığını, onun her gün biraz daha ölüme yaklaştığını" anlatmış, bir çırpıda. Kadının anlattıkları Vincenzo'ya pek tesir etmiş.

Hemen çek defterini çıkarmış ve turnuvadan kazandığı paranın bir kısmını yazıp imzalamış. Çeki kadına uzatmış. O sırada kadına "ümid ederim, bebeğinin iyi günleri için harcarsın" demiş.

Ertesi hafta Vincenzo kulüpte öğle yemeği yerken, Golf Derneği'nin bir üyesi yanına yaklaşmış ve "otoparktaki çocuklar, geçen hafta turnuvayı kazandığınız gün bir kadının yanınıza yaklaştığını ve sizinle konuştuğunu söylediler" demiş.

"Evet" demiş Vincenzo, "ne var bunda?"

"Garip değil tabii ki" demiş adam "ama size bir haberim var, o kadın bir sahtekârmış. Sizin gibi zengin kişilere yaklaşıp hasta bir bebeği olduğunu söyleyip para koparırmış. Korkarım ki, sizi de aldatmış."

Vincenzo şaşkınlıkla "yani ortada ölümü beklenen bir bebek yok mu?" diye sormuş.

"Yok" demiş adam.

"İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber" diye cevaplamış Vincenzo.

"Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır" .

“Her şey ya bizzat güzeldir ya da neticeleri itibariyle güzeldir”. kâinatta carî olan yani yürürlükte olan kanunun farkına varmamız gerekir.
(Bediüzzaman)

Herşeyin iyi cihetini ve güzel veçhesini görmek, yani  iyimserliğe malik olmak, güzel huy ve ahlaka meşru dairede yaşamak ve bundan ilahi bir haz duymak akıl, kalp ve ruhun her zamanki durumu olmalıdır

 Her işte bir hayır, her musîbette bir ibret vardır. İnsanlar başlarına gelen hastalık ve problemler sayesinde olgunlaşır kemal bulur. Eğer bu olayları yaşamasa kendisini geliştiremez, cahil bir insan olarak kalır.
Öyle değil midir? Atmaca, serçe kuşuna saldırdıkça, serçe kuşunun kabiliyetleri ve refleksleri gelişmez mi? İşte aynen bunun gibi hastalıklar, kederler, musîbet ve fenalıklar olmasa yaratılışımızda ve fıtratımızda bizlere verilen duygular gelişmez sönük kalır.
Ancak karanlık sayesinde ışığın varlığından haberdar oluruz. Aç kalmadan fakirliğin ve yokluğun ne derece zor olduğunu anlayabiliriz. Hastalık görmesek sağlıklı olmanın kıymetini bilemeyiz.Nimetlerin şuurundaysam, mutluyum demektir”.

 "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır" . 

Bir ihtiyar adam iki gözü iki çeşme ağlayarak "ey İmâm, çoluk-çocuğum açlıktan ölmek üzere... Allah rızası için yardım et" diye sızlanır.

İmâm-ı Âzam Ebu Hanife Hazretleri yaşadığı devrin zengin kişilerindendir. Basra'da sefineleri (gemileri) vardır. Bir gün büyük bir ticaretten, gayet kârlı olarak geri dönerler. Zekâtını hesaplar, hayır ve hasenatını ayırıp dağıtır. Geriye kalanın az miktarını zarurî ihtiyaçları için kendine saklar, diğerlerini de talebelerin iaşesi olması için medreseye gönderir.

Tam bu sırada bir deri bir kemik kalmış ihtiyar biri kapısını çalar. Selam verir, sonra da ağlayarak yalvarır: "Ya İmâm, çoluk-çocuğum açlıktan ölmek üzere... Ya İmâm medet!" diye iki gözü iki çeşme sızlanır.

İmâm hiç tereddüt etmeden kendi evinin nafakasını karşılamak için alıkoyduğu paranın tamamını bu şahsa verir. Paraları alan adam neşeyle uzaklaşır.

Bir komşusu işin aslını öğrenir ve İmâm'ın yanına gelir:

"Ya İmâm, bugün altınları verdiğin adamı meyhaneden çıkarken gördüm. O şahıs Müslüman da değil, üstelik böyle yalan hikâyeler uydurarak sizin gibi Müslümanlardan para topluyormuş... Huyu buymuş..." diye izahatta bulunur.

Anlatılanları sabırla dinleyen İmâm-ı Azam tebessüm eder:

"Yani şimdi, bulunduğumuz yerde açlıktan ölmek üzere olan insanlar yok mu?"

"Yoktur efendim..."

"Elhamdülillah... Elhamdülillah... Duyduğum en güzel cümle... Peygamber Efendimiz 'Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir' buyurmuştur. Sadece bu hadis-i şerifine uymak niyetiyle aldansak da ziyan etmeyiz. Maksat hasıl olmuştur. Mühim olan çevremizde aç insanların olmamasıdır. Elhamdülillah... elhamdülillah..."

İmâm, sonra komşusuna dönüp:

"Sana bir şey anlatayım mı?"

"Anlat ya İmâm..."

"Adamın biri uzun bir sefere çıkar. Yolu çölden geçmektedir. Ne kadar tedbir almışsa da en sonunda suyu biter ve tahammül edilemez bir şekilde susuzluk çeker. Artık seraplar görmektedir. Gücünün son kuvvetiyle atına biner, su aramaya başlar. Uzun bir gayretten sonra uzakta bir vaha görür son gücüyle atını oraya koşturur. Bir an için suya kavuşmak isteğiyle yedeğindeki atını bırakıp suya girer doya doya içer ve serinler.  Aklıbaşına geldikten sonra atına bakar. Başıboş kalan hayvan pek uzaklara gitmiştir. Bu sefer de onu tutmak için uğraşır, pek de yorulur.

Kendi kendine "şuraya bir kazık çakayım. Belki benim gibi birisi de böyle susuz kalır, aceleyle buraya gelir, hiç olmazsa bu kazığa atını bağlar ve hayvan bir tarafa kaçmamış olur. Burada bir kazık olsaydı ben bu sıkıntıları yaşamazdım" der ve kazığı suyun kenarında uygun bir yere çakar, gider.

Aradan epey zaman geçer. Bir gün başka bir yolcu aynı şekilde susuz kalır son hamleyle burayı bulur. Bir an evvel suya kavuşmak için koşarken ayağı bu kazığa takılır, taşların üzerine düşer. Eli, yüzü kanlar içinde kalır. Acılarına aldırmadan kana kana su içip, aklı başına geldikten sonra, ilk işi bu kazığı çıkarmak olur. Kendi kendine de "benim gibi biri burayı bulup koşarken ayağı takılıp düşmesin ve aynı acıları çekmesin... En iyisi ben bu kazığı buradan çıkarayım" der ve kazığı çıkarır bir kenara fırlatır."

 Her iki işte de o insanlar güzel niyetlerden dolayı sevap kazanıyorlar.

Sonuç olarak aşağıdaki cümle  olması gerekeni anlatmaya yeter sanırım.
"Mutlu olmak bizim elimizde ,hayata hangi pencereden baktığımız ile  ilgili mutluluğumuz."