Her nesil, içinde yaşadığı zaman diliminde, kendi çocukluğunun hislerine bürünür ve “Nerede o eski Ramazanlar” diyerek bir anlamda geçmiş yılları yâd eder. Sadece geçmişi değil, yaşanılan eğlenceleri, toplanılan harçlıkları, oturduğumuz sofraların çeşitliliğini, yaşadığımız şenlikleri de anarız bu yâd etme törenlerinde. Babalarımız, dedelerimizin anlattıkları kadar biliriz Ramazan’ın neden 11 ayın Sultanı olduğunu. Kırgınlıkların son bulduğu aydır Ramazan. Bir masanın etrafında toplanmaktır, dirliktir, birliktir.
Neydi O Eski Ramazanlar?
Kavramların manasını yetirmedigi yıllardı o eski bayramlar.
Ramazan Bayramı’nın adı “Şeker Bayramı”, Kurban Bayramı’nın adı “Kebap Bayramı” olmamıştı daha… Şeker tadında bir bayramdı ancak adından dolayı değil bir aylık mücadelenin zafer ile taçlanmış olmasının güzelliği ile ilgili olduğu içindi. Açlığın ne olduğunun anlaşılması, bölüşmenin farkındalığı ile kardeşliğin verdiği tad ile ilgiliydi. Yani niyet edenin oruçluyum diye bağırmadığı ,niyet etmeyeninde benim borcum yok borcu olan tutsun diye basitleşmedigi, şehirdeki bir kaç açık esnafın da camlarına gazete geçirdiği yıllardı.( Mahalle baskısı değil hayadan dolayı ) Kısacası “Allah Rızası ile hareket edilen yıllardı…"
Yardımlaşma esas alınırdı. Bir elin verdiğini diğer el bilmezdi.
Vatandaşların birbirlerine yaptıkları yardımlar da gözle görünür ölçüde artış gösterirdi. Varlıklı bireyler, hiç tanımadıkları semtlerdeki bakkal, manav ve fırınlara girip veresiye defterini alıp içinden rastgele bir sayfa açar ve söz konusu kişinin borcunu tamamen öderdi.
Bayramın manevi havası haftalar öncesinden hissedilmeye başlardı o yıllarda. Bayramlara devlet eli değmemişti daha. 10 günlük resmi bayram tatilleri yoktu o zamanlar. Tatil yerleri değil akraba ziyaretleri planlaması yapılırdı bundan dolayı …
Hoş geldin Ramazan seslerinin yükselirdi öncelikle. Daha sonraları fakirler ile ilgili herkes kendisince bir durum tespiti yapardı. Ardından hummalı bir Ramazan telaşı başlardı tüm insanlarda. Her türlü iftarlık hazırlığı günler öncesinden tamamlanırdı huşu ile. Biz çocuklarda ayrı bir telaş olurdu Ramazana yönelik. . Ve tutulacak oruçların karı için aile büyükleri ile pazarlıklar başlardı en mahsum hâli ile… Çocukları oruç tutmaya alıştırmak için tuttukları oruçlar satın alınırdı genellikle büyükler tarafından… Sanki hepsi birden okumuştu ve öğrenmişti; "Edimsel Koşulanmayı."
Edimsel Koşullandırma:
Bir davranışın gücünün pekiştirme veya ceza ile değiştirildiği bir tür ilişkisel öğrenme sürecidir. Aynı zamanda böyle bir öğrenmeyi meydana getirmek için kullanılan bir prosedürdür.
Gece geç saatlere kadar telefonlar ile meşgul olunmaz, yapmadığı şeyi klavye kahramanlığı ile paylaşma yarışında olmazdı kimse.
Biz çocuklarda hep bir sahura kalkma kaygısı olurdu o yıllarda. Sahurda neler yendiğinin merakından…
Teknolojinin insanı esir almadığı,elektriğin olmadığı yıllardı… Sahur gaz lambası ışığında yapılırdı.
Sahurun bereketi ile huzur bulur ve öylece uykuya dalardı ev ahalisi.
Saat 4'e kadar uyunulmaz. Erkenden herkes işine koyulur evde kalanlar ise evdeki işler ile meşgul olurdu... Yani kimse tekne orucu tutmazdı!
Öğleden sonra iftar telaşı başlardı tüm evlerde ve tüm herkeste. Bir tamamlama havası vardı her yerde. Yani tutanda saygı gösterirdi oruca o yıllarda, yiyende…
Komşu aç ise sen tok olamazsın emrinin nakış nakış işlendiği yıllardı o eski ramazanlar.
İftara yakın komşu kapıları çalınırdı elleri tabaklı çocuklar tarafından. Evden eve üstü kapalı tabaklar gidip gelirdi sıklıkla. Evde pişenler komşulara gönderilirdi tadımlık… Bu sebeple sofralarda çeşit bol olurdu genellikle.
Ezan dinlenirdi bu günün aksine. ŞehirlerdeÖnce top atılırdı… Birkaç dakika sonrada ezan… Köylerde ise ezan Ezanı duymakla Bismillah denilirdi..
Ezanı duymadan kimse orucunu bozmazdı. Bu şuur ile beklerdi herkes… Ezanı dinlemek evin en küçük çocuğunun göreviydi genelde…
İftarlar ve sahura kadar olan vakitler tıka basa yeme ve içme ile geçirilmezdi!
Hemen hemen her gün olmasada iki günde bir misafir alınırdı.
İhtiyaçları hasıl olsun diye fitreler hemen dağıtılırdı. Çünkü Ramazan halden anlama , arınma deyim yerindeyse "Empati " kurma ayı olarak kabul görürdü ve bu manalar ile yüceltilirdi.
Ramazan ayında yiyecek ve eşya fiyatlarını artmazdı. Hatta gıda maddeleri diğer aylara göre daha ucuza satılırdı. Ve bu kendiliğinden olurdu. Yani yaşamak için öldür denilmez tam tersi; "iyileştir,yaşat, bölüşmenin tadını çıkar ki daha güzel yaşayabilesin" gibi emirler kendiliğinden egemen olmuştu. Çünkü vicdan kavramının manasını yetirmedigi yıllardı.
Çok önemliydi Ramazan'ın son iki günü. Yani "Arife "ve "Şerife"
Bu iki gün oruç tutmak bütün bir ay tutmak gibi anlatılırdı evin en küçük çocuklarına...
Sonra müthiş bir bayramlık heyecanı başlardı bizlerde günler öncesi. Yeni bayramlıklar alınırdı. Kimse şunu istiyorum demezdi.Beğenmedim kelimesi en uzak olduğumuz kelimeydi.Doyumsuz değildik Hislerimiz kaybolmamıştıisraf kültüründen dolayı . Bayramlıklarla yatağa girdiğimiz olurdu . Yeni kıyafetlerin bayramdan bayrama alındığı yıllardı…
Yeni kıyafetler ve alınacak hediyeler kadar birde kına telaşı olurdu çocuklarda o yıllarda. Telaş ki, ne telaş! Sanki eline kına yakılmayan çocukların bayramı bayram olmuyordu. Eller özenle kınalanır, sarılır ve yatılırdı erkenden. Ama bir türlü uyku tutmazdı heyecandan. Bir askere uğurlama da birde bayram akşamlarında kına yapılırdı erkek çocuklarının ellerine..
Bayram sabahı büyüklerin namazdan dönüşü beklenirdi hep birlikte…Kahvaltının ardından “Bayramlaşma” başlardı her evde.
Köyün büyük evi hangisi ise mutlaka bayram kahvaltısı verirdi. Önce mezar ziyareti yapılırdı.Ahirete intikal etmiş akrabalar ziyaret edilir yasinler,fatihalar okunur o rahatlıkla hep birlikte dönülür ve büyük eve misafir olunurdu. Evin ahalisi yüzünü asmazdı bilâkis herkes çok mutlu olurdu. Dedim ya öncelik paylaşmak üzere kuruluydu...
Sonra tek tek evler ziyaret edilir ikramlar alınırdı... Köyün yaramaz çocukları olurdu mutlaka; İrfan, Abbas, Ercan.... biraz daha fazla şeker almak için büyüklerin arasında kıvrılıp tabaklara uzanmaya çalışırlardı. Hiç eksik olur muydu köyün Evliya amcası ( Evliya isim) Hafif bir mırıldanırdı o şefkat dolu gülen yüzü ve doğal siması ile Hacı Evliya amca. O, kızdıkça hafif gülümseyip mutlu olan , çocuklar ile lakırdı etmeyi seven Cafer amcayı unutmamak gerek!
Bayramlaşma bittikten sonra hastası olan ve yakın zamanda ahirete intikal etmiş bir yakını olan evler özel ziyaret edilirdi. Giden anne ve babanın peşine takılmak ve geri çevrilmeden o eve çocuk olarak gitmek nasıl bir mutluluk tu nasıl bir hediyeydi anlatamam. Dedim ya her an herşeyin alınmadığı yıllardı. Hele hele 5 sınıf öğrencisine en üst model telefonların alınmadığı sonra oyun bağımlısı oldu diye çocuğun "Pedegoğa" götürüldüğü yıllar hiç değildi..
“Nerede o eski ramazanlar?” diye dedelerimizin anlattıkları da, onların büyüklere anlattığı işte bu geleneklerle yaşatıldı zihnimizde. Yani büyüklerimi; bu özlem dolu cümleyi kurarken, Ramazan’ın sadece oruç tutulan bir ay olmadığını, birlikteliğin, paylaşımın, keyfin, huzurun arttığı hatıralarla süslendiğini dile getiriyorlardı.
Dedik ya başta: Ramazanlar “şeker” , kurbanlar “kebap” bayramı olmamıştı daha. Ne şekerin ne de kurbanın karaborsası vardı o yıllarda.
Bayramlar bayram gibi,
İnsanlar insan gibiydi
Kısaca….
Sonuç:
Şeytana rest okuma ve nefsi ayak altına almanın adıdır "Ramazan".
-Yemek var,
-İçilecek su var,
-Aile hayatın var ve
gecenin en güzel saatlerinde uyku var...
Sen bütün bunlara "La“ demişsin!
İşte o yürekliliğe sahip olanların yani " La" diyebilenlerindir: "RAMAZAN" ve onlaradır o kutlu gün Rablerinden hediye:
" Ramazan Bayramı"
Filistin,Doğu Türkistan, Suriye, Irak, Afganistan, Arakan.... İslam coğrafyasında yaşanan travmalar ile dağlandık ve dünyayı kasıp kavuran virüsün oluşturduğu travmanın etkisiyle kasıp kavurulduk. Biliriz ki her şey bir kefaret. Biliriz ki sınavı fiili duasını yaptıktan sonra sabreden ve yetinmeyi bilerek şükredenler kazanacak.
Bu vesile ile;
"Bismillahirrahmanirrahim" diye başlayacağımız yeni günün adı olan " "Ramazan Bayramı'mız" mübarek olsun inşallah . Biliriz ve inanıyoruz ki dünya sınav dünyası ve her şey
Allah'tan.