Nefret söyleminin insanlık suçu olduğunu dile getiren Şahin, "Hele ki medya aracılığıyla yapılıyor ise bunun tabii ki çarpan etkileri vardır diye düşünmekteyim." ifadesini kullandı.

Şahin, nefret söyleminin medya üzerinden normalleştirilmesi ve topluma dayatılmasını kabul etmelerinin mümkün olmadığının altını çizerek, "Geleneksel medyadaki nefret söylemi hızla artış göstermekte. Aynı zamanda yeni medyanın ve sosyal medyanın da aynı söylem yarışında olmasını maalesef üzülerek görmekteyiz. İfade özgürlüğü demokrasinin gereğidir ve anayasal bir haktır. Ancak her hak ve özgürlük gibi ifade hürriyetinin de yine anayasalar ve yasalarca belirlenmiş hukuki sınırları vardır." diye konuştu.

Hem kurumsal hem de kişisel anlamda bu etkiye zaman zaman maruz kaldıklarını dile getiren Şahin, "Yapmış olduğumuz görevler, vermiş olduğumuz müeyyideler ve almış olduğunuz kararlar sebebiyle zaman zaman tam da nefret söyleminin odağı haline gelmekteyiz." dedi.

 "Bir siyasi partiye karşı bir müeyyide uygulamadık ki"

Şahin, RTÜK olarak dün bir televizyon kanalıyla ilgili verdikleri müeyyide kararına değinerek, şunları söyledi:

"Hemen hemen tüm siyasi parti liderleri, dünden beri hem şahsıma hem de kurumumuza yönelik nefret söylemini de yaygınlaştıracak şekilde zaman zaman iftiralar, zaman zaman da iftiranın ötesinde tehditlere varan açıklamalarda bulundu. Şimdi biz bir siyasi partiye karşı bir müeyyide uygulamadık ki. Türkiye Cumhuriyeti kanunları çerçevesinde yayın yapan lisanslı bir yayın kuruluşuna karşı uygulamış olduğumuz bir müeyyideydi bu. Başka bir televizyon kanalına bu ceza verilseydi, müeyyideler uygulansaydı böyle bir tepkiyle, bu tür paylaşımlarla biz karşı karşıya kalacak mıydık, çok merak ediyorum."

Hata yapan medya kuruluşlarına ayrım gözetmeksizin müeyyide uyguladıklarının altını çizen Şahin,"Yarın öbür gün başka bir medya kuruluşu, kendi çizgilerinde olmayan bir yayın kuruluşuna bir müeyyide uyguladığımız zaman bakalım ne yapacaklar? Çok merak ediyorum. Bu kadar insanları ayrıştırmak, bu kadar insanları farklı alanlarda kategorize etmenin karşılığı elbet onları da etkiler ama bunun doğru olmadığını, nefret söylemini bu kadar körüklemenin sonuçlarının toplumun her kesimini eklediğini de buradan belirtmek istiyorum." değerlendirmesinde bulundu.

 "Medyadaki nefret söylemi, fikir özgürlüğü parantezine alınmamalı"

Ebubekir Şahin, medyadaki nefret söyleminin fikir özgürlüğü parantezine asla alınmaması gerektiğini belirterek, "Nefret söyleminin, örneğin ırkçı saldırılar gibi nefret fiiline dönüşmesi, toplumsal felaketler olarak ortaya çıkmaktadır. Nefret söylemi ve fiilleri bugün toplumsal barışı dinamitleyen güvenlik tehdidine dönüşmüş durumdadır. Çok üzücüdür ki nefret söylemine, kutsal değerlere hakarete en fazla maruz kalanlar ise ne yazık ki Müslümanlardır." dedi.

Nefret söylemi konusunda dünyada çifte standart uygulandığına işaret eden Şahin, şöyle konuştu:

"İslam'a ve Müslümanlara yönelik nefret söylemini görmezden gelen, terör örgütlerinin kara propagandalarına kolaylıkla yer açan Batı menşeili sosyal paylaşım siteleri, bu tavırlarıyla adeta insanlığa karşı bir suç işlemektedir. Her alanda olduğu gibi medya ve iletişim alanında da yerli ve milli duruşu olan medyanın ve platformların olması kaçınılmazdır, elzemdir. Etnik kimliği, dini, dili, dış görünüşü ve farklı toplum kesimlerinden oluşan bu insanlara karşı nefret suçlarının tırmanması noktasında medyanın rolünün çok fazla olduğunu bilmekteyiz. Nefret söylemleriyle mücadele sadece ve sadece mağdurların değil, insanlık olarak hepimizin ortak vazifesidir."

 "Medyanın son 100 yılında en büyük nefret Müslümanlara oldu"

TRT Genel Müdür Yardımcısı Hasan Öymez de "Maalesef belki medyanın son 100 yılında en büyük nefret Müslümanlara yönelik oldu ve maalesef olmaya devam ediyor." dedi.

Türk medyasında da nefret söyleminin ağırlıklı olarak yine Müslümanlar, muhafazakarlar, inanç grupları ve inanç değerlerine yönelik olduğunu vurgulayan Öymez, Türk medyasına nefret söylemi konusunda "sabıkalı" denilebileceğini kaydetti.

Öymez, "Belki de bunun en bariz ve ilk örneği 6-7 Eylül olayları olarak bilinen, İstanbul'da yaşayan Rum vatandaşlarımıza yönelik uydurma ve yalan bir haberle birlikte başlayan, bir iki gün süren, çok ciddi yağmaya kadar varan bir provokasyon süreciydi. Bu yalan haber üzerine İstanbul'da neredeyse bütün Rum vatandaşlarımızın evleri, iş yerleri adeta talan edilmişti." ifadelerini kullandı.

Öymez, panelde gazete kupürlerinden oluşan sunum yaparak nefret söylemine örnek haberleri anlattı.