Yazmak eyleminin ön şartıdır yaşamak.. İnsan niçin yaşar sorusuna verdiğiniz cevap kadardır ömrünüz. Yeryüzü acının ve zulmün coğrafyası haline gelmişken, güçlünün hüküm sürdüğü her yerde çocuklar öldürülürken söz söylemek, kaleme dokunmak ne mümkün. Ve ne ağır imtihandır yaşananları izlemek, zalim karşısında atılan bir taş bile olamamak..

Sınanıyoruz sevgili dost, her yıl bir başka ülkeyle, bir başka acıyla ve gözyaşıyla.. Zulmü yaşam tarzı haline getirmiş, etnik ve dini kıyımı ödev bilmiş yönetimler arkalarına gizlenen güçlerle birlikte Müslüman topraklarda kan akıtmanın, bizi sen ve ben diye parçalara ayırmanın derdindeler. Yıllar yılı aynı senaryonun figüranlarını izliyor, görüntüleri sanal dünyada paylaşıyor, devlet olarak kınıyor ve yolumuza devam ediyoruz! An gelir Gazze için, kimi zaman Doğu Türkistan için gözyaşı döküyor, kalemin kahrını çekip edebiyat yapıyor, yönetilen algıya klavye başında sahte kelimelerle destek oluyoruz. Boykot listeleri, yanlış mesaj ve fotoğraflar, ‘kahrolsun’ sloganları ile zalimin karşısında olduğumuzu dile getiriyor fakat kaldığı yerden devam ederken her şey, çaresizliğin derin ıstırabını hissediyoruz. Ve elbette ki her şeyden habersiz yaşayan, insan olduklarına dair bir belirti göremediğimiz, egosundan, oyun ve eğlenceden ibaret hayatından ödün vermeyenler için de kaygılıyız..!

Arakan diye bir yer var ve adını duyalı henüz beş yıl oldu. Yerel dilde “Rohingya” olarak isimlendirilen bu kavram, bölgeye İslam’ı götüren Kürt tüccarlar tarafından konulmuş ve anlamı oldukça derin: Güneşin doğduğu topraklar.. BM tarafından “dünyanın en çok zulüm gören, en mazlum halkı” ilan edilen Rohingyalılar, modern dünyanın Kızılderelileri gibidir. Farkında mıyız bilmiyorum ama İslam topraklarında proje yürüten güçler, sistematik olarak saldırılar düzenliyor, Müslümanlar sokağa çıkıp eylem yapıyor, zulmü engellemeye dair elinden bir şey gelmeyenler onu başkalarıyla paylaşıyor ve değişen hiçbir şey yok..! Dün Halep ve Mescid-i Aksa, bugün Arakan.. Elbette ki bütün bunlar bir duruşun ifadesidir ve en azından zulme karşı olduğumuzu, adaleti savunduğumuzu gösterir. Fakat sahte dindarlıkla, pasif iyilikle ve hep başkalarından yardım beklemekle somut bir adım atmış olmuyoruz..

Yüzyıllardır bu ümmet Fetih Suresi okuyor, toplu halde duâlar ediliyor, gözyaşı dökülüyor fakat değişen ne? Zulüm artarak devam ediyor. Oysa ki önce kendi yüreklerimizi işgalden kurtarıp başka yürekler fethetmeliydik. “İmanlarına iman katsınlar diye inananların kalplerine güven ve sükûnet bahşeden” El-Mü’min’in bu güvenini boşa çıkartmamalıyız. (48/4) Ruhsuz ibadetlerle, salavat zincirleriyle, rakamlarla sınırlı ezberlenmiş duâlarla nereye kadar hissi dindarlık..? Yalnızlığa terk edilen, ölülere okunan Kur’an’ı hayata taşımanın, lafızdan manaya ve hakikate hicret etmenin zamanı gelmedi mi? Kadir olan Allah, davası uğruna çelikten bir bina gibi saf tutarak kenetlenenleri seviyorken hangi mezhebin kavgasını sürdürebilir, nasıl cemaatçilik yapabiliriz? (61/4) Daha ne kadar mehdi/kurtarıcı bekleyecek bu ümmet? Dini ibadete indirgeyen, Allah ve kul arasında bir ara varmış gibi aracılar koyan, İslam’ın bir ahlâk dini olduğunu unutup Müslüman olmakla aynı zamanda ahlâklı olduğunu zanneden, oruç tutup yalan söyleyen, namaz kılıp gıybet eden bir dindarlıkla hangi din kardeşimize uygulanan zulmü bitirebiliriz? Ne zaman devrimci bir ruhla zalimlerin karşısında Rachel Corrieler gibi direneceğiz? Ne vakit slogan atmak, klavye başında analiz etmek yerine bilinç inşa etmeyi, harekete geçmeyi, infak eksenli yaşamayı tercih edeceğiz? Daha kaç çocuğun ölmesi gerekiyor İslam coğrafyalarının vahiy ve hikmetle dirilmesi için?

İbrahim tek başına ümmetti değil mi? (16/120) Beşeri insan, Adem’i ‘adam’ eden kelimelerle ve evladı İsmail ile sınandı. Zira insan Allah ile arasına her neyi/kimi koyuyorsa onunla sınanır.. Kurban ibadetinin karşılığı da İsmailce teslimiyetin, Meryemce hilkatin adıdır. Kurban olmak deyince adanmışlık, merhamet ve insanlık yerine et festivali, hisse, tatil gibi kavramlar aklımıza geliyorsa İslam olmaktan çok insan olmayı sorgulamalıyız. İbadetler daha ahlâklı bir hayatın inşası içindir. İşte bu yüzden insan din için değil, din insan içindir.. Fakat geldiğimiz noktada içi boşaltılan, gösterişe kurban edilen bir ibadet tasavvuru oluştu..

Şimdi bütün bu ruhsuzluğu, sahte dindarlığı, dünyeviliği ve bizi fıtratımızdan uzaklaştıran her şeyi kurban etme vaktidir dostum. Dünyadan uzaklaşıp Rahman’ın merhametine yakınlaşmanın adı kurbiyet, ne güzel bir kelimedir..

Aşkını imana, imanını hayata şâhid gösterebilenler ‘kurban’ olur.
Adanmışlık ruhunun yüreklere tecellisi Kurban Bayramı, önce insanlığımızı, sonra İslamlığımızı artırsın.
Ve teselli olsun güneşin doğduğu topraklara..