“Bu savaşın acelesi ne?”

Amerika’nın Ortadoğu’da girişeceği II. Körfez Savaşı’nın ilk sinyalleri gelmeye başladığında, tüm dünyada olduğu gibi, Amerika’nın savaştaki bir numaralı müttefiki İngiltere’nin başkenti Londra’daki savaş karşıtı örgütlenme de kolları sıvamıştı. 29 Eylül 2002’de binlerce insan ellerinde ‘Not in My Name’ yazılı pankartlarla Londra sokaklarında Bush ve Blair’in savaş tamtamlarının sesini bastırmaya çalışıyordu. Tepkiler İngiliz halkının bildik soğukkanlılığının ötesine geçmişti. Tarih 15 Şubat 2003’ü gösterirken savaş karşıtı akım, en yüksek seviyeye geldi. Bu kez milyonlarca insan ‘No War’ pankartlarıyla sokaklara taştı.

The Independent gazetesi 16 Şubat 2003 tarihli nüshasında, eylemi İngiliz tarihindeki en büyük siyasî gösteri olarak tanımlıyordu. Sıradan halkın tepkisi, kabinedeki dengeleri de değiştirdi. Tony Blair’in arkasındaki destek hızla eriyordu. Üstelik kendi partisi içinde de çalkantılar başlamıştı. Yapılan anketler İngiliz halkının yüzde yetmişinin savaşa karşı olduğunu gösteriyordu. Ve 2003 yılının Mart ayı ortasında Amerika ve İngiltere, 3 hafta kadar süren savaş sonucu Irak topraklarını fiilen işgal etti. Devam eden günlerde, Amerikan-İngiliz koalisyonunun savaş açmak için kullandıkları, ‘Saddam rejiminin zalimliği’, ‘kitle imha silahları’‚ ‘terörle savaş’ gibi iddiaların da ne kadar yersiz olduğu anlaşıldı.

Özetle Bush ve Blair ikilisi Irak’ın işgaliyle birlikte, hem kendi siyasî geleceklerini, hem de dünyanın istikrarını belirsizliğe mahkûm etmiş oluyorlardı.

Artık, neredeyse tüm dünya kamuoyu -Saddam gibi bir diktatör ve rejimi devrilmiş olmasına rağmen- bu savaşın, temelleri itibariyle, haksız ve hukuksuz bir savaş olduğunda hemfikir...

Ama hiç şüphe yok ki tarihçiler, bu savaşın haksızlığına atıfta bulunurken, bir isme özel bir paragraf açacaklar: İlk dönem Blair hükümetinde 4 yıl Dışişleri Bakanlığı yapan ve 1974’ten beri İşçi Partisi’nin ön saflarında görev alan Robin Cook. Evet, savaş yanlıları, belki de en büyük darbeyi, İngiltere’de kabinesi üyesi, Avam Kamarası Başkanı ve eski Dışişleri Bakanı Robin Cook’un istifasıyla almış oldu. Cook, siyasî hırsın, aklın önüne geçmemesi gerektiğine dair güzel bir örnek sergilemiş ve ‘Irak’a neden savaş açılmaması gerektiğini’ hukukî ve vicdanî bir şekilde dile getirip istifa ederek, savaş koalisyonunda büyük bir gedik açmıştı.

Cook’un, savaş koalisyonunun çifte standardını; politikacılar için her zaman ateşteki kestane olmuş İsrail meselesini ve ‘Saddam Canavarı’nın ortaya çıkışında Batı’nın katkısını masaya serdiği bu konuşma, II. Körfez Savaşı’nın gerçek hedeflerine işaret ediyor ve kitlelerin gözündeki şaibeli durumunu onaylamış olmasından dolayı, ‘tarihî’ sıfatını hak ediyordu.

“Bu, 20 yıldan bu yana Back Bench’ten Avam Kamarası’na ilk seslenişim.

Buradan manzaranın ne kadar iyi göründüğünü unutmuş olduğumu itiraf etmek isterim (gülüşmeler). Bu yirmi yıldan hiçbiri, bu kamaraya başkanlık yapma ayrıcalığını tattığım ve sayın konuşmacı, sizinle birlikte çalışma fırsatıyla daha da eğlenceli hale gelen son iki yıldan daha keyif ve onur verici değildi. Bugüne kadar sık sık, basında çıkan mülakatların ardından şahsıma yöneltilen suçlamalara karşılık kendi söyleyeceklerimi dile getirmek için Avam Kamarası Başkanı olarak konuşmak zorunda kaldım. Ama bu kez gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, bu açıklamamdan önce herhangi bir mülakat yapılmadı (gülüşmeler).

Öncelikli olarak, Avam Kamarası’na, bir savaşı uluslararası bir mutabakat ya da kamuoyu desteği olmaksızın neden destekleyemeyeceğim konusunda seslenmeyi tercih ettim. Mevcut Başbakan hayatımda gördüğüm en başarılı İşçi Partisi Başkanı. Partimizin Başkanı olmaya devam edeceğini ümit ediyorum, başarılı olmaya devam edeceğini de. Bu krizi, onu devirmek için kullanmak isteyenlere karşı herhangi bir sempati beslemiyorum ve bunu onaylamayacağım da. Başbakanın, BM’den ikinci bir karar çıkarmaya yönelik destansı gayretini de alkışlıyorum. Hiç kimsenin, Güvenlik Konseyi içinde ikinci bir karara yönelik destek bulma gayreti gösterme bakımından Dışişleri Bakanından (Jack Straw) daha iyisini yapabileceğini sanmıyorum. Ama bu girişimlerin yoğunluğu, aynı zamanda bunu elde etmenin ne kadar önemli olduğunun da altını çiziyor. Mademki bu girişimler başarısız oldu, o halde ikinci bir karar çıkartmak pek de o kadar önemli değilmiş gibi davranamayız.

Fransa, son günlerde koalisyona dönük yoğun eleştirilerin odaklandığı bir merkez oldu. Silah denetçileri için daha fazla zaman talep eden sadece Fransa değil. Almanya da denetçiler için daha fazla zaman istiyor; Rusya da daha fazla zaman istiyor. Gerçekten de hiçbir zaman ikinci bir kararı çıkarmak için gereken gayreti göstermedik. Uluslararası muhalefetin bu derecede yüksek olmasının tek sebebinin Başkan Chirac olduğunu düşünüyorsak, kendimizi aldatıyoruz demektir. Gerçek şu ki İngiltere’den; NATO, AB ve BM Güvenlik Konseyi gibi öncü ortaklarından olduğumuz uluslararası organların onayı olmaksızın bir savaşa girmesi isteniyor.

Böylesi bir diplomatik zayıflıkla karşı karşıya kalmak ciddi bir çelişkidir. Sadece bir yıl önce biz ve Birleşik Devletler, bugüne kadar olabileceğini tahmin ettiğimden daha geniş ve farklı unsurlardan oluşan terör karşıtı bir koalisyonun parçasıydık. Bu güçlü koalisyonun bu kadar çabuk parçalanmasına sebep olan diplomatik yanlışlıklara ilerde tarih de çok şaşıracaktır.

Amerika yoluna tek başına devam etmeye tahammül edebilir, ama İngiltere bir süper güç değildir. Bizim çıkarlarımız en iyi şekilde, tek taraflı eylemlerle (unilateral action) değil, çok taraflı bir mutabakatla (multilateral agreement) ve kurallarla idare olunan bir dünya düzeniyle korunabilir. Buna rağmen bu gece bizim açımızdan en önemli şey olan uluslararası ortaklıklar zayıflamış durumda: Avrupa Birliği bölündü; Güvenlik Konseyi ise kilitlendi. Bunlar, henüz daha tek bir kurşunun bile atılmadığı savaşın ilk ağır kayıpları.

Bu koşullardaki bir askerî eylemle Kosova’da gerçekleştirdiğimiz askerî operasyon arasında bazı paralellikler kurulduğunu duyuyorum. Kosova’da giriştiğimiz askerî operasyonun arkasındaki çok uluslu destek konusunda hiçbir tereddüt yoktu. Operasyon NATO tarafından desteklendi, AB tarafından desteklendi, bölgedeki yedi komşu ülkenin her biri tarafından desteklendi. Fransa ve Almanya aktif müttefiklerimizdi. O vakadaki destekçilerin hiçbirisinin bugün yanımızda olmamasından dolayı, uluslararası mutabakatı yansıtmanın son ümidi olması bakımından Güvenlik Konseyi’nden bir karar çıkartmak çok büyük önem taşıyordu.

Kosova’daki harekâtımızın hukukî zeminini, acil ve kayıtsız kalınamayacak bir insanî krize cevap verme ihtiyacı oluşturuyordu. Bu kez destek almada yaşadığımız sıkıntı, uluslararası toplumun da, İngiliz kamuoyunun da Irak’taki bu askerî operasyon için acil ve de kayıtsız kalınamayacak bir sebep olduğuna edilememiş olmasıdır. Savaşa girme eşiği her zaman yüksek olmalı. Hiçbirimiz Irak’ta yaşanacak eli kulağındaki bombardımanda hayatını kaybedecek sivillerin sayısı tahmin edemeyiz, ama ‘şok edecek ve dehşete düşürecek’ bir bombardıman olacağı uyarısında bulunan Birleşik Devletler, ölü sayısıyla ilgili olarak en azından ‘binlerce’ tahmininde bulunuyor. İngiliz askerlerinin, profesyonellik ve cesaretle kendilerini aklayacaklarına eminim. Umarım hepsi eve geri döner. Umarım Saddam, şu an bile, Bağdat’ı terk eder ve savaşı engelleyebilir ama oradaki birliklerimizi sadece savaş yanlılarının desteklediğini söylemek yanlış olacaktır.

Bir yandan bu birlikleri riske atacak söz konusu ihtilafa alternatif bir çözüm ararken, aynı zamanda birliklerimizi desteklemek de tamamen anlaşılabilir bir şeydir. Keza denetimler için daha fazla zaman isteyenleri ya da alternatif stratejiler geliştirilmediği için seslerini yükseltenleri suçlamak da yanlıştır. Dışişleri Bakanı olduğum dört yıl boyunca, Batı’nın çevreleme (containment) stratejisinden de kısmen sorumlu oldum.

Son on yılda bu strateji, Körfez Savaşı’nda olduğundan daha fazla silahı imha etti, Irak’ın nükleer silah programını sekteye uğrattı ve Saddam’ın orta ve uzun menzilli füze programlarını durdurdu. Irak’ın şu andaki askerî gücü, son Körfez Savaşı’ndakinin yarısından daha az. İroniktir, bugün Irak’ın işgalinden, bu ülkenin askerî gücünün bu kadar zayıf olmasından dolayı bahsedebiliyoruz.

Bazı çatışma taraftarları Saddam güçlerinin çok zayıf, demoralize olmuş ve kötü donatılmış olmasından dolayı bu savaşın birkaç gün içinde sona ereceğini iddia ediyorlar. Askerî stratejimizi bir yandan Saddam’ın zayıf olduğu iddiasına dayandırıp aynı zamanda bir yandan da onun bir tehdit olduğu argümanını ileri sürerek önleyici vuruş stratejimizi (pre-emptive action) haklı çıkartamayız. Irak’ın muhtemelen, bizim anladığımız manada, kitle imha silahı yok, bunları stratejik bir şehir hedefine karşı ateşleyebilecek kapasiteye sahip fırlatma sistemi de. Muhtemelen halen biyolojik toksinlere ve savaşta kullanabileceği kimyasal cephaneye sahip. Ama zaten Irak bunlara -Amerikan firmalarının Saddam’a anthrax (şarbon) bileşenleri sattığı ve dönemin İngiliz hükümetinin kimyasal ve cephane fabrikalarına destek verdiği- 1980’lerden bu yana sahip bulunuyor.

Peki o halde, 20 yıldır orada duran ve oluşumunda katkımız olan askerî kapasiteyi etkisiz hale getirmemiz için askerî bir operasyon düzenlememiz neden bu kadar aciliyet arz ediyor?

Saddam’ın silah programını tamamlama isteği BM denetçilerinin varlığı ile zaten bloke edilmişken, bu hafta savaşa girmemizi gerektiren ne? Sadece birkaç hafta önce Hans Blix, Güvenlik Konseyi’ne, geride kalan anahtar konumdaki silahsızlandırma çalışmalarının birkaç ay içinde tamamlanabileceğini söyledi. Şimdiyse Irak’ın silahlardan arındırılmasının tamamlanması için ayların değil, 12 yılın gerektiğinin ve sabrımızın tükendiğinin söylendiğini duyuyorum.

Diğer yandan, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngören 242 no’lu karar tasarısının çıkarılmasından bu yana 30 yıl geçti. İsrail’in, bu tasarıya boyun eğme çağrılarına yönelik kararlı reddi karşısında aynı sabırsızlığı göstermiyoruz.

Başbakanın Ortadoğu barışı konusunda sergilediği kişisel kararlılığı takdir ediyorum ama, İngiltere’nin Ortadoğu’daki olumlu rolü, olan biteni ‘Amerika’nın müttefikleri için başka kurallar, diğerleri içinse başka kurallar geçerlidir’ şeklinde yorumlayan İslam dünyasının tümünde hissedilen güçlü adaletsizlik hissini dindirmiyor. Washington’daki ortaklarımızın Irak’ın silahsızlanmasına, oradaki rejim değişikliğinden daha az ilgi gösterdikleri şeklindeki görüntü, inandırıcılığımız açısından hiç de faydalı değil.

Bu, denetimlerin işe yaradığını gösteren delillerin neden Washington’da memnuniyetten daha ziyade endişeyle karşılandığını da izah ediyor: Çünkü savaş nedenini zayıflatıyorlar. Geçtiğimiz haftalar boyunca beni en çok rahatsız eden şey, Florida’daki şaibeli oyların karşı tarafa gitmesi ve Al Gore’un Başkan olması durumunda, bugün burada İngiliz birliklerine dair karar almak durumunda olmayacağımız şüphesi oldu. Bu mekânda ne kadar uzun süre hizmet ettiysem, İngiliz halkının sağduyusu ve ortak aklına da o kadar çok saygı duydum. Irak konusunda İngiliz halkının yaygın kanaatinin tutarlı olduğuna inanıyorum.

İngiliz halkı, Saddam’ın zalim bir diktatör olduğundan şüphe etmiyor ama, şu an için İngiltere açısından yakın ve somut bir tehlike olduğu konusunda ikna olmuş değil.

Denetimlere bir şans verilmesini istiyor, kendine has bir gündemi olan Amerikan yönetimi tarafından alelacele bir çatışmaya sürüklendiğinden şüphe ediyor. Hepsinden öte, geniş bir uluslararası mutabakata dayanmayan ve geleneksel müttefiklerimizin çoğunun düşmanlığını da üzerimize çeken bir askerî maceranın eşiğinde duran İngiltere görüntüsünden hoşnut değil. Avam Kamarası lideri olarak bu krizin başlangıcından bu yana, tam olarak burada, İngiltere’nin savaşa girip girmeme kararının oylanmasında ısrar ediyorum. Avam Kamarası’nın İngiliz politikalarında artık merkezî bir rol oynamadığı iddiası, uzun zamandır yorumcuların en favori konularından biri. Kamaranın, ne uluslararası desteğe ne de kamuoyu desteğine sahip bir savaşa İngiliz askerlerinin gönderilmesine hayır demesi kadar, bu çevrelerin haksız olduğunu gösterecek başka bir şey olamaz.

Yarın akşam, bu askerî operasyona hayır oyu verecek olanlara katılmak niyetindeyim. Bundan dolayı, sadece bundan dolayı ve kırık bir kalple hükümetteki görevimden istifa ediyorum.

17 Mart 2003