Malumunuz üzere gündemde Sedat Peker ve Süleyman Soylu arasında geçen düello var. Kendi aralarındaki meselelere ben şimdilik giremem. Mayın tarlasına girmek, tehlikeli bir teşebbüstür. Bana düşen görev, Sedat Peker’in tarihe mal olmuş bazı kişiler hakkındaki eksik bilgilerini ve izaha muhtaç görüşlerini düzeltmek ve okuyucularımızı aydınlatmaktır. Nitekim yayınlanan 6. videosunda söz konusu Nazım Hikmet ile Atatürk arasında geçtiği zannedilen bir anekdottan bahsedildi. Nazım Hikmet ile ilgili bu asılsız hikâyeyi gerçekmiş gibi sahiplenmiş olan Sedat Peker, bu efsaneyi aynen aktardı ve bunu bir şahsiyetlilik veya kahramanlık delili olarak gösterdi. Evet, anlatınlar doğru olsaydı biz de Nazım Hikmet’in ne kadar yürekli bir yazar olduğunu teyit ederdik. Ama bu konuyu anlamak, elbette o kadar da kolay değil. Çünkü bizzat Nazım Hikmet de bu asılsız hikâyeyi gerçekmiş gibi zaman zaman sahiplenmiştir.

Pompalanan Palavra

Gelin, ilk önce bu uydurulan hikâyeyi bizzat Nazım Hikmet'in hayatının bir dönemine ışık tutan bazı “gerçekleri”, içten ve sıcak bir anlatımla sunan ressam İbrahim Balaban’dan (1921-2019) dinleyelim:

“Bir gün Nazım Hikmet’in evine Refik Erduran gelmişti. Söz sırasında ustama sordu: ‘Atatürk’ün seni çağırdığı doğru mu?’ ‘Neden yalan olsun?’ dedi Nazım Hikmet. ‘Atatürk’ün çağrısına neden gitmedin?’ diye sordu Refik Erduran. ‘Gitmedim. Çünkü çağırmanın bir yordamı yoktu. Gecenin geç bir saatinde kapının ziline uyandım…Kapıda polisleri görünce eteklerim tutuştu. Ama polis efendilerin gayet kibar, ‘Seni Kemal Paşa Dolmabahçe Sarayında bekliyor’ demeleri üzerine birden kendime geldim. ‘Paşa’ya benden selam söyleyin, ben Deniz Kızı Eftalya değilim.’ deyip kapımı kapattım.” (1)

Deniz Kızı Eftalya da mı kim? Deniz Kızı Eftalya, Osmanlı Rum tebaasından olan bir ses sanatçısı ve kantocudur. Nazım Hikmet, muhtemelen asıl ismi Atanasia Yeorgiadu (1891-1938) olan bu Rum sanatçı, Atatürk'ün huzuruna çıkıp şarkılar söylemiş olduğu için, bu ismi anma gereği duymuş olabilir. Şimdi şunu diyebilirsiniz:

Nazım Hikmet ile akrabalık ilişkisi olan ve onun yurt dışına çıkmasına yardımcı olan Refik Erduran (1928-2017), bizzat şahit olarak bu kitapta anlatılan bu olayı Sedat Peker de hemen hemen aynen aktardığına göre ‘burada nerede bir uydurma var?’ diyebilirsiniz.  Peki, bu olay, bu şekilde değil de başka türlü cereyan etmiş olamaz mı? Bu olay, bizzat Nazım Hikmet tarafından pompalanmış olamaz mı? O halde ben size bu olay ile ilgili şimdi başka bir kaynak sunayım.

Hilaf-ı Hakikat

Bir olayın, hilaf-ı hakikat yani hakikate muhalif yani gerçeğe aykırı olduğunu iddia edebilmek için, en azından güçlü bir delil sunmanız gerekir. İşte size bununla ilgili bir delili Aziz Nesin’in hazırladığı bir Yıllıktan sunacağım:

“(Şair, yazar ve Nazım’ın hapishane arkadaşı) Hasan İzzetin Dinamo (1909-1989), Ankara hapishanesinde, kule dibinde, bir gün aynı koğuşta yatan Nazım Hikmet’e bu Eftalya olayını sorar: ‘Üstat, şu Deniz Kızı Etfalya hikâyesi ile Atatürk’ün seni çağırması olayının aslı astarı var mı?’ Nazım Hikmet, gülerek şu cevabı veriyor: ‘Halk, her zaman efsaneler yaratmaktan hoşlanır. Gerçi aramızda benzer bir olay geçti, ama denildiği gibi değil…Bacaklarımda siyatik ağrıları vardı. Eş-dost, Yalova kaplıcalarını salik verdi…bir gün banyodan çıkmış, ağaçlar altında dinleniyordum…Atatürk, çevresiyle birlikte gelerek, biraz ötemde bir masaya oturdu…Çağrıldım. Yavere şöyle dedim: ‘Paşa hazretlerinin masasına çağrılmak benim için büyük bir onurdur. Ne yazık ki bacaklarımdaki siyatik öyle sıkıştırmaya başladı ki inlemeden şuradan şuraya gidecek hal kalmadı. Lütfen söyleyin beni bağışlansınlar.’ Güya, ‘Arkadaş yanlış kapı çaldınız. Ben Denizkızı Eftalya değilim. Siz gidin onu çağırın’ demişim. Ben aklımı peynir ekmekle mi yedim ki Ulusal Kurtuluş Savaşımızın en büyük kahramanına böyle kaba bir söz söyleyeyim?’…Olayın aslı budur.” (2)

Aziz Nesin’in Yıllığında geçen bu bilgiler, Mehmet Kemal’in Denemeler Eklemeler adlı kitabından alınmış olacak, çünkü orada da Nazım Hikmet ve Mustafa Kemal Atatürk arasında geçmiş olduğu zannedilen bu konuya bu şekilde yer verilmiş. (3)

Efsane ve Hakikat

Şimdi burada ismi geçen şahitlerin hangisine inanalım? Kanaatimce burada şahitlerin bir kabahati yoktur. Bunlardan hiçbiri Nazım Hikmet hakkında hakikat dışı bir nakilde bulunmamıştır. Onlar Nazım Hikmet ne dediyse aynen aktarmışlardır. O halde bu birbirine zıt açıklamaları nasıl okumamız gerekir? Biraz insan psikolojisi ve özellikle Türk şairlerinin ruh hâllerini az çok bilen bir araştırmacı, sorunun bizzat Nazım Hikmet’ten kaynaklandığını anlayabilir. O efsaneyi halk değil bizzat Nazım Hikmet uydurmuş. Aynı olayda birbirine zıt iki Nazım Hikmet var. Birinde nefsine hoş geldiği için, “Ben Eftalya değilim” diyerek “efsane” olmak isteyen cesur bir şair var, diğerinde gerçekleri söyleme gereği duyan aciz bir insan var.

Peki, bir ülkücü, Turancı, milliyetçi kimliğe sahip olan Sedat Peker, neden komünizmi öven Nazım Hikmet’in sahte de olsa bu yiğit ve cesur yönünü ön planda tutuyor?  Çok açık. Nasıl ki Nazım Hikmet, sözde Atatürk’e kabadayıca meydan okumuş ise bir mazlum rolüne bürünen Sedat Peker de günümüzün güçlü siyasetçileriyle hesaplaşmaktan çekinmediğini yiğitçe göstermek istiyor. Kişilik olarak Nazım Hikmet de Sedat Peker de benzer karakterlere sahiptir. Kendi güç ve varlıklarıyla değil, kullanılmaya müsait zayıflıklarıyla ve dengesizlikleriyle anılacaklardır. Ama sağ sol fark etmez çoğumuz yine de özellikle devletin bizzat kendisinin ürettiği efsanelere inanmaya devam edecektir… Ah, müminlerin feraseti nerede?...Bundan ötesini anlamak ve anlatmak kolay değil.

  1. İbrahim Balaban, Nazım Hikmet ve Biz, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1998, S. 221.
  2. Aziz Nesin, Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı, İstanbul, 1979, s. 301.
  3. Mehmet Kemal, Denemeler Eklemeler, Çağdaş Yayınları; İstanbul, 1997.