Seherde uyanıp, yerde ve gökte –tekrarı mümkün olmayan– değişmeleri temaşa ederek, onların da yaratıcısı olan Rabbe ibadet edenin sihirle işi olmaz demek, tekvin, tefekkür, keşif ve şeriat esasında doğru bir hükümdür.

Fakat duyularının tesirinde bulunan ve onların verdiği her bilgiyi akılıyla doğrulama imkanına sahip bulunmayan insan, seherde bir sihre uğramaktan kendisini tam olarak koruyamaz. Bunun mümkün olabilmesi için, akıl da dahil her şeyin bilgisini bilenin bilgilendirdiği bir zatın bilgisine tabi olmak gerekir.

Arapça, akciğer anlamındaki shr kökünden gelen seher, es-sehar olarak tanyerinin açılmasından, günün ağarmasından hemen önceki vaktin adıdır.

Seher kelimesiyle aynı kökten gelen sihir ise, Kur’anî terminolojide, aldatma hile ve hiçbir hakikati olmayan hayaller gösterme; bir şekilde kendisine yaklaşarak şeytanın yardımını celbetmeyi, çekmeyi istemektir (Müfredât).

“Sihrin iki manası vardır: Birincisi, bâtılı hak şeklinde göstermektir. İkincisi, aklını gidermek, kuvvetini almak veya tabiatını değiştirmek suretiyle bir şahsı ilim ve amelden aciz bırakacak şekilde etkilemektir.” diyen İsmail Hakkı Bursevî, meşhur şarihlerin ilgili ifadelerine yaslanarak, insanları aldatma niteliğindeki sihri haram olarak vasıflandırırken, helal sihri de başkasının onun benzerini getirmekten aciz kaldığı, örneksiz / bedî’ ve hoş bir şey olarak nitelemiş; Peygamber Efendimizin “Sihir beyandan bir cüzdür.” hadisini, yine meşhur şarihlerden birinin ilgili şerhinden hareketle, “...Beyan, dinleyenin amelinin keskinliğinde ve kalbin onu süratli bir şekilde kabul etmesinde sihir etkisi yapar. Bu, mantık ilminin ve kuvvetli delil getirmenin güzelliği konusunda bir darb-ı meseldir.” şeklinde yorumlamıştır.

Bunlara istinaden, olumlu ya da olumsuz her iki anlamıyla da sihrin, seherdeki telvinden çok küçük bir cüz olduğu ve ancak abra-kadabra / var-yok ibaresinin söylenişine harcanan zaman kadar bir süresinin, ibarenin telaffuz miktarınca bir geçerliliğinin bulunduğu söylenebilir.

Bu nedenle büyüklerimiz, şafağın siyahtan kırmızıya, sarıya ve beyaza / gün doğumuna evrilmesinin adı olan seheri, kızıllığı cihetinden aklın içtihada gereksine duyacağı oranda kuşkuya maruz kalmasına, beyazlığı ise doğrudan imana yormuşlardır.

Örneğin, İbnü’l-Arabî’nin “Beyazlık anlamındaki iman, bir karışım olmaksızın sadece Allah’a tahsis edilmiştir. Kızıllık ise içtihatla ortaya çıkan araştırmalardan kaynaklanır ve o aklın yargısıdır. Aklın araştırması ise, hayal yönünden duyuyla karışmıştır. Çünkü akıl fikir gücünden, fikir gücü hayalden, hayal ise duyunun veya musavvire gücünün verisine göre duyudan –ilgili verileri– alır. Duyu verisi kesindir, fakat bu kesinliğe zarar veren kuşkuya maruz kalır. Bu nedenle, kızıl şafağı içtihadın araştırmasına ait saydık. Çünkü kızıllık, beyazlık ile siyahın karışımından meydana gelmiş bir renktir. Bu özel bir karışımdır.” şeklindeki yorumu, mezkur ayrımın teyidi olarak alınmıştır.

Fıkhî / İslam hukukuna mahsus bir terim olarak içtihadın hükmü ise bellidir:

İçtihat, “Müçtehit vasfını kazanmış bir İslam âliminin Kur’an ve sünnette bulunmayan veya açıkça belirtilmeyen şer’i bir meseleyi, Kur’an ve sünnetin ruhuna aykırı olmamak şartıyla halletmek ve hükme bağlamak hususunda gösterdiği üstün gayret ve çalışma, bu çalışma sonunda verilen hüküm”dür (Misalli Sözlük).

Dolayısıyla seherin –içtihadı zorunlu kılan duruma da karşılık olarak, aklı aşan– sihrinin sebep olduğu zan, vehim, göz yanılması vb. tesirlerinden kurtulmanın yolu şarinin verdiği bilgiye ve şeriatın bu yolla koyduğu sınırlara tabi olmaktan geçer.

İlk bakışta, seher, sır ve şer’i bilgi ilişkisini zikrettiğimiz bağlamda kurduğumuzu düşünsek de, çok kısa bir süre sonra bu kuruştan mutmain olamayacağımız ortaya çıkar. Zira mezkur hususta görünenler üzerinden kurduğumuz ilk ilişki, görünmeyen ama çok daha etkili bir kelimeyi, Demokles’in kılıcı gibi ense kökümüzde sallanmaya davet eder.

Bu kelimenin adı sır’dır!

Görünenin ötesindeki görünmeyen etkinin, çok daha özel planda tesir eden ve tesirlenen ilişkisinin adı olarak sır, Arapça srr kökünden gelen, göbek deliği anlamıyla gizli olan; gizli kalması, başkalarına açıklanmaması gereken şey; gizli haber; İlahi hikmet tanımlarına esas teşkil eden bir kelimedir (Doğan Sözlük).

Varlığı, var oluşu ve bulunuşuyla birlikte kuşatan sır, bir velinin “Sırrı olmayan muzırdır” söyleyişine de temel teşkil edecek şekilde, özelden genele doğru açılan müstesna bir mahiyete sahiptir.

Buradan devam edelim inşallah.