Çok büyük sözler ediyor, çok önemli mevzular yazıyor ve konuşuyoruz. Ya da en azından öyle zannediyoruz. Oysa gerçek hayat, sokaklarda ve evlerde yaşanıyor. Fikirler ve edebiyat daha çok satırlarda ve sayfalarda mahpus kalırken, sesler ve kokular caddelerde geziyor.

Medeniyet dediğimiz şeyi, filozoflar konuşurken; aslında köşkerler dikiyor, bakkallar tartıyor.

Kim ve ne olduğunuz önemli değil, sonuçta aynı yolda yürüyor ve aynı kaldırımları kullanıyoruz. Araçlarımızın markası ya da modeli ne olursa olsun, aynı asfaltta ya da aynı tozun toprağın ve taşın üstünde sürüyor, aynı sakızı çiğniyoruz ve yutuyoruz.

Ne kadar zengin olursanız olun, ne kadar pahalı olursa olsun arabanız, ya da tam tersi; yaşadığımız şehrin havasını soluyor ve tamam bazılarımız içme suyunu parayla alsa da, genelde aynı suyu içiyoruz.

Hepimizin ekmeği hamurdan, o da buğdaydan yapılıyor. Kimisi içine birkaç çeşit tahıl katsa da, neticede ekmek ekmektir.

Şehir şehir midir peki? Ne kadar şehirdir ya da?

Köyle kenti ayıran nedir?

Eskiden olsa kolaydı bu sorunun cevabı; “köylerde sokaklarda çöp bidonları olmaz” der bitirirdik. Ha köylerde de çöp üretiyordu eskiden insanlar ama ne hikmetse şimdiki gibi çöp bidonları olmasa da köy sokaklarında ne teneke kutulara ne de plastik poşetlere rastlanırdı. Ne yapardı sahi köylüler çöplerini?

Hatırlayanınız vardır belki. Yanabilecek bütün çöpler yakılırdı mesela. Gömülmesi gerekenler toprağa verilirdi.

Kimse çevreci değildi ama ne yerlerde çöp olurdu, ne de bir şey zayi edilirdi.

Sonra şehirli oldular. Öyle ya, bu halkın çoğu bir zamanlar köylüydü. Köylerden kente göç ettiler ve şehirli oldular. Çevrecilik moda oldu ama geçmişim köyleri kadar temiz olamadı şehirlerimiz!

Köylerde binekler döneceği yere kendiliğinden giderdi ve sinyal vermezdi eşekler! Sürüler halinde koyunlar dalsa da sokaklara, her koyun döneceği köşeye yanaşır, diğerlerinin yolunu kesmezdi. Aksamazdı trafik köylerde. Araç yoktu çünkü hepsi canlıydı.

Şehirdeki araçların içinde canlı olduğundan emin olamıyoruz bazen! Mesela bir siren sesi duyduğunda “yol vermeliyim” telaşına düşmeyenin canlı olma ihtimali elbette vardır ama türü hakkında düşünmek gerekir.

Duyduğun sirenin neye ve kime ait olduğunun ne önemi var? Ya cana ya mala bir zarar gelme ihtimali vardır ki, o acı acı çalıyordur. Yalan olsa da sana ne? Sen insanlığını göster, görmeyen utansın!

Biraz ağır olabilir ama bazı şeyleri açıkça söylemek lazım. Bu yazılarla aklıma takılan sorulara cevap arayamaya çalışacağım. Umarım sizlerin de sorularına cevap buluruz birlikte.

Mesela şunları düşünüyorum:

Kaldırımlara tüküren bir şehir sakini ne kadar şehirlidir, bu kişi için belediye kaldırım yapmalı mıdır?

Arabasının camından caddeye, sigara izmaritini ya da başka bir çöpünü atabilen biri için belediyeler caddelere asfalt yapmalı mıdır?

Kaldırımları kullanmayı bilmeyen ve sürekli caddede yürümeyi tercih ederek, trafiği aksatan, sürücüleri engelleyen ve kendi canını da tehlikeye atan biri için belediyeler kaldırım yapmalı mıdır?

Şerit kullanmayı bilmeyen, değiştirirken sinyal vermeyen, döneceği şeride yanaşmayan bir araç sürücüsü için belediyeler yol yapmalı mıdır? Yollara çizgiler çekmek için masraf etmeli midir?

İnsanlara canlarının istediği yerden karşıya geçemeyeceklerini öğretmekten umudunu kesen ve kaldırımları demir bariyerlerle kapatan bir belediye yanlış bir iş mi yapmış sayılır?

Trafik ışıklı kavşaklara normal şeridin yanında bir de imdat şeridi bırakan, itfaiye ve ambulans gibi acil durum araçlarının kavşaklarda mahsur kalması cana ve mala mal olacağından, bunların geçmesini hesaplayarak yol yapınca, şehir sürücülerinin hemen o alanı da yeni bir ek şerit olarak kullanması üzerine, kavşakları daraltan ve ek şerit oluşturulmasını engellemek için çaba sarf eden belediyeler ne yapmak istemektedir?

Asfalta aralıklı ya da kesintisiz çizilen çizgileri anlamayan sürücülere neyi anlatmak mümkündür mesela bilmek isterdim…

Aslında belediyelere de yazacak çok şeyim var elbette ama iğneyi kendimize batırmakla başlamış olayım. Gelecek haftalarda artık kime denk gelirse çuvaldız!