Bugün İstanbul Ayasofya Müzesi olarak bildiğimiz  yapının adı, Azize Sofya Kilisesi, Latince ise Sancta Sophia’dır. Ayasofya 1453–1931 yılları arasında cami olarak kullanılmasına rağmen, Anadolu topraklarında adı hiç değişmeyen ender yapılardandır.

I.Konstantinos Ayasofya’nın adını, Roma İmparatorluğun merkezi olan İtalya’dan getirmiştir. İtalya’da dünyaya gelen Sofya’nın, Pisti (İman), Elpida (Umut) ve Agapi (Sevgi) isminde üç kızı vardır. Hristiyanlık teolojisine göre üç kızın ölümünde, "Kutsal Teslis" veya "Kutsal Üçleme"’ye öykünmüşlüğün izleri de vardır.

Kilise tarihçilerine göre, putperest Roma İmparatoru Hadrianus (117-138)  döneminde, “Bilgelik” anlamına gelen Sofya’nın,  kendisinin Hristiyan olmasından dolayı kızları öldürülür.(MS 137) Sofya da üç kızının ölümünden duyduğu acıya dayanamayarak kısa bir süre sonra hayatını kaybeder. Bu ölüm Hristiyanlık  tarihine, Hz İsa yolunda bir ölüm olduğu için, “Şehit Sofya” olarak geçer. Ve Sofya da Azizler arasında yerini alır. İlki İstanbul olmak üzere Sofya adı bir çok kiliseye verilerek  yaşatılır. 14. yüzyılda Bulgar Devleti'nin Osmanlı  hakimiyeti altına girmesiyle, Rumeli Beylerbeyi de buraya yerleşir. O dönemdeki adı Sredets şehri de aynı dönemde, IV. yüzyılda yapılan kilisenin adı olan  Sofya ismini alır. Bulgaristan’ın başkenti olarak Sofya, adını korumaya devam eder.  Katolik Hristiyanlıkta, kiliselere azizleri temsil eden ikonalar yerleştirilmiş ve onları yüceltmek için her azize bir yortu günü verilmiştir. Azize Şehit Sofya yortu günü ise 17 Eylül’dür. Fakat Ortodoks Kilisesi'nde de azizlere inanılmış, ama azizlik mertebesinin resmen tanınmasına ilişkin süreç, Katolik Kilisesi'ndekine benzer bağlayıcı kurallar içermemiştir. Protestan kiliselerinde ise azizlere ve azizlerin kutsallığına ise hiç yer verilmemiştir.

Hristiyanlık tarihine, ‘ilk en büyük yapı’ olarak geçen Ayasofya’nın  temelleri ve yapı olarak geçirdiği tarihi dönemler de adı gibi etkilidir. Tarihi açıdan  Ayasofya mabedini, putperestliğe karşı Roma İmparatoru I.Konstantinos’un 324 yılında, Roma topraklarında Hristiyanlık  dininin serbest bırakmasından dolayı kazanılmış bir eser olarak görmeliyiz. Ayasofya’nın ilk temelinin 324 yılında atıldığı da ileri sürülür. Ayasofya’nın temellerinin atıldığı yerde Roma’nın yaklaşık bin yıllık Pagan dönemlerine ait bir tapınak ve çok tanrılı dinlere ait bir kültür bulunmaktadır.

İstanbul 330 yılında,  Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti oldu ve 381 yılında Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etti. Roma İmparatorluğu topraklarında 381 yılından önce yapılmış görkemli bir tek  kilise yapısı yoktur. İmparatorluk için 381 yılı, aynı zamanda sinagog ve çok tanrılı dinlere ait tapınak döneminin de bittiği tarihtir. Artık imparatorluk sınırlarında yer alan görkemli tapınakların yerine kilise yapıları inşa edilmiştir.

Ayasofya’nın tarihinde; Roma imparatorluğu döneminde başlayan Hristiyan-Yahudi çatışmasına tanıklık etmesi -halen devam etmektedir-, Roma’nın 395 yılında ikiye bölünmesi, İslamiyet’in doğuşu olarak kabul edilen 610 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu’nun Ortadoğu’nun en güçlü devleti olması, Doğu ve Batı kiliselerinin 1054 yılında ayrılıklarını kesinleştirmesi, 1453 yılında İstanbul’un fethi  ile 1931 yılına kadar cami olarak hizmet vermesi de vardır.

Ayasofya adı, temelleri, misyonu ve tarihe tanıklığı ile tartışmasız Hristiyanlık  tarihinin en önemli eseri, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemenlik sınırlarında yer alan ve sahiplenmesi ile birlikte korunması da gereken en öncelikli eserdir.  

İşte bu eser için 2006 yılında, tarihindeki tüm evreleri yeni nesillere aktarmak, adına etkinlik yaparak gerçek anlamda sahiplenmek için ilk kez harekete geçildi.  Benim önerimle, İstanbul’da 10 Ekim 2006 tarihinde resmi olarak Ayasofya Derneği kuruldu. Yönetim Kurulu Başkanlığını da Papa Eftim’in torunu Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin sözcüsü Sevgi Erenerol üstlendi. Sonra Ergenekon operasyonu kapsamında, Ayasofya Derneği ile birlikte gözaltına alınarak tutuklandık. Olmayan Ergenekon Örgütü’nün iddianamesinde,  Ayasofya Derneği’ni aynen 1995 yılında Antalya’da kurduğum Noel Baba Vakfı ile birlikte sözde Ergenekon Örgütü’nün kurdurduğu yer almaktaydı. Her ikisinin fikri bana ait olmasına rağmen,  bu sözde örgütten benim haberim yoktu.

Olmayanın var gibi gösterildiği Ergenekon iddianamesinde ise savcılar, emniyet teşkilatı ve istihbarat teşkilatları ile birlikte yürüttüğü soruşturma neticesinde; hiçbir kanıt olmaksızın, “Ergenekon Terör Örgütü’nü… 2005-2006 yılları arasında, "Noel Baba", "Ayasofya" gibi değişik isimler verilerek sivil toplum örgütleri oluşumlarına çeşitlilik kazandırmayı amaçladıkları,...” yorumunu yaptılar.

Bu arada Noel Baba Vakfı 1995 yılında kuruldu. Ergenekon iddianamesinde yer alan ifademe göre de, “Antalya’da kurulan Noel Baba Vakfı’nın ülkemizdeki kültürel değerlere sahip çıkmak amacı ile kurulduğunu, benzer nedenlerle Ayasofya Derneği’nin kurulmasını ve ülkemizi tanıtmak amacı ile faaliyette bulunulmasını Sevgi ERENEROL ve Kemal KERİNÇSİZ"e önerdiğim” açıkça yazılmıştır.

Ergenekon savcıları sanık yaptıkları kişilerin arasındaki var olan arkadaşlık ve dostluk ilişkilerini zorlama yöntemlerle  örgüt ilişkisine dönüştürdükleri için, Ayasofya Derneği’ni de “Ergenekon Örgütü”ne kurdurmuşlardı.  Savcılara göre Ayasofya Derneği de, Ergenekon sanığı olan emekli general  Veli Küçük’ün talimatı veya bilgisi dahilinde  kurulmuştur.  İşte bu kuşkuyu gidermek için de 15 Aralık 2008 tarihindeki Silivri mahkemesinde sanık Kemal Kerinçsiz, sanık Veli Küçük’e: “Avukat Kemal Kerinçsiz’in Sevgi Erenerol’un, Muammer Karabulut’un, Ergün Poyraz’ın üye oldukları Ayasofya Derneği, Büyük Güç Birliği Derneği sizlerin talimatı ile mi kuruldu.?” dedi.

Sanık Veli Küçük : “ Hayır , hiç ilgisi yok” dedi.

Mahkeme huzurunda bir kez daha, “Ayasofya Derneği’nin benim önerim ile kurulduğunu” söyledim.

İstanbul Valiliği  ise  Ayasofya Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve üyelerinin bir kısmı  cezaevinde olduğu halde, “Genel Kurulu’nu yapmadı” gerekçesi ile dava açtı. Açılan dava da İstanbul 14. Sulh Hukuk  Mahkemesinde, 12 Temmuz 2012 tarihinde ilk celsede kapatıldı. Ergenekon sanığı ve  Ayasofya Derneği’nin kurucu üyesi Av. Kemal Kerinçsiz, kapatılma kararına itiraz etti. Ama itiraz 2018 yılının sonunda, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi İstinaf  Dairesi tarafından kabul edilmedi.

Böylelikle nasıl ki Ayasofya yapısı taşıdığı tüm değerler ile Türkiye için çok büyük bir kıymet ise Ayasofya Derneği de bu değeri dünyaya hak ettiği gibi anlatmak adına çok geç kalmış, iyi niyetli bir adımdı. Ama olmadı…

Bugün ülkemizde Ayasofya üzerinden yapılan tartışmalar, ne yazık ki bu mabedin tarihine karşı büyük saygısızlıktır. Türkiye üzerinde egemenlik hakkımızı nasıl titizlikle koruyorsak, “ŞEHİT AYASOFYA’nın -BİLGELİK-, çocuklarının ise İMAN, UMUT ve SEVGİ”  olduğu gerçeğini de unutmadan koruyalım.

Ayasofya’yı dünyada Türk Milleti’nden başka hiçbir ulus, adını değiştirmeden yüzlerce yıl koruyamayacağı gibi, yine  başka hiçbir ulus kendi inancında olmayan, üstelik Ortodoks ve Proteston kiliselerin bile adı Azize olduğu için mesafeli durduğu ismi, değiştirmeden 1453-1931 yılları arası cami olarak da kullanmaz.

Türkiye’de şu ana kadar hiç kimse çıkıp da Ayasofya adını değiştirelim dememiştir. Demek ki Ayasofya Derneği’ni büyük bir haksızlıkla kapatmamıza rağmen, hala bu hoşgörümüzü ve kültürel zenginliğimiz koruyoruz. Tartışacaksak bu zenginliğimiz ile tartışalım.

Ayasofya ana yüreğidir. Birazcık saygılı olalım yeter…