Herhangi bir insan; dünyada bulunma maksadını çözüp, yalnız Allah (cc)’e kul olmakta karar kıldıktan sonra, onu bu yoldan çevirmek için şeytanın kullanabileceği en güçlü silahı, niyetini ifsat etmektir. Zira öylesi bir durumda, doğru yaptığını zannederek farkında olmadan helake uğramak işten bile değildir.

Sahip olunan itikat, pratikte bozuk bir ibadetle birleşince zaman içerisinde o hali kabullenmeye ve nihayetinde bozulmaya mahkum oluyor. Esasen inanç, amel kabına doldurulan bir hayat suyu gibidir; kap pis ve delikse, inancın bozulması ve kabın boşalması sadece zaman meselesidir.

Amel kabını pisleten şeyler, dinin aslında olmayan, sonradan ilave edilerek ve ibadet sayılarak icra edilen birtakım işlerdir. Bunların ibadet olduğuna inanmak ise asıl inanılması gerekenleri çiğnemek olur. Zira iman; inanılması gereken değerlerin mutlaka ve sadece Allah(cc) tarafından tayin edildiğine ve edileceğine inanmakla başlar.

Oysa her akıl ve iman sahibi bilir ve kabullenir ki; din Allah (cc)’indir ve O’ndan başkasının ibadet ihdas etme, ekleme ya da çıkarma yapma hakkı bulunmamaktadır. Peygamberlerine bildirdiği ve onların arkadaşları tarafından uygulanarak diğer insanlara aktarılan şeyler ve şekiller dışında ibadet üretmek, din uydurmaktır.

Bu girişten sonra sema ve raks hakkında söylenecek en net ve kısa sözü söyleyebilirim:

Sema ve raks şeklinde bir ibadet; İslam’da yoktur, olmamıştır ve olamayacaktır!

İlk ortaya çıktığı Hind topraklarında İmam Rabbani tarafından savaşılan bu bidat, ne yazık ki zamanla yayılmış ve hele günümüzde çok sıradan bir ‘ibadet’ şekli olarak kabullenilir hale gelmiştir.

Nereden ve nasıl olduğu meçhul bir şekilde, bir tarikata dahil edilerek ve hatta adına da ibadet değil de ayin denilerek icra edilmesinin, adet haline geldiğinin hiç ama hiçbir önemi yoktur.

Müzik eşliğinde ve bir tür sahne performansı olarak icra edilen sema ayinlerinin, ibadetle bir alakası olmadığını yapanlar da izleyenler de anlamakta zorlanmazlar. Bu işin bir geçim kaynağı olduğu da gayet açıktır. Alkışlanan bir sahne oyunu olarak semanın icra edilmesi, akıl ve izan sahiplerine bir şeyler anlatmaya yeterlidir.

Birçok vesileyle, düğünlerde ya da iftarlarda Müslümanların İslami bir iş gibi sayarak, semazenlerin dönüşünü ve eteklerinin uçuşunu izlemeleri, bu mesleğin yayılmasının sebeplerindendir. Birilerinin geçim kaynağına engel olmak istemem elbette. Dileyen dilediği gibi düğün ya da toplantısında sema ya da raks yaptırabilir, vebali kendisine aittir. Neticede pek çok Müslüman düğünlerde haram işlemeyi normal görebilmekte ve hayırlı iş dedikleri bir hadiseye haram bulaştırmak bir sakınca görmemektedirler, maalesef.

Fıkıh kitaplarımızda sema ve raksın hükmü aynı başlık altında incelenir ve ikisi aynı görülür. Çalınan müzik aletinin ney ya da saz olması, sema ya da raks denilmesi hükmünü değiştirmez. Buna “ilahi aşk” gibi bir söylemle izahat getirilmesi de ibadet olmasına yetmez.

İbadet ve zikrin aslı ve usulü Kur’an ve sünnetle tayin edilmiş, sahabe tarafından uygulanarak bize nakledilmiş belli ve değişmez konulardır.

Bütün dünya bir araya gelse, namazın yerine başka bir Allah (cc)’e yaklaşma yolu ortaya çıkaramaz. Aynı şekilde, bütün insanlar bir araya gelip herhangi bir şeyi ibadet olarak icra etseler, bunun dinde bir değeri olmaz.

İslam, işte tam da bu sebeple Allah (cc)’in kıyamete kadar geçerli kıldığı hak dinidir. Allah (cc)’in dinidir.

İslam’ın bize ulaşan temel ibadetlerinden başka bir şey ile Allah (cc)’e kulluk etmek boş bir iddiadır.

Yeryüzündeki bütün insanlar sema dönse de, sema şeklinde bir ibadet yoktur. Yine bütün insanlar namazı terk etse de, namaz kıyamete kadar geçerli ve meşru ibadettir.

Aklın ve imanın gereği bellidir. Teviller ve uydurmalarla teselli aramak boşunadır.

Hakkında Kur’an ve sünnet temelli, fıkıh kaynaklarında delil bulunmayan işlerden uzak durmak her Müslüman için en güzel, en hayırlı yoldur.