En iyisini bulduğumuzu ya da yaptığımızı sandığımız çok olmuştur. İnsan evladının kendi hizmetine sunulan nimetlerle dolu dünya karşısında, kibre kapılması da çok rastlanılan bir düşüş şeklidir.

Sadece alemdeki diğer varlıklara değil, kendi cinsimize de hükmetmeye meyyalizdir. Bunun için ilahi izinlerle çizilen yolların ve salahiyetlerin dışında, birtakım imtiyazlar elde etmeye bayılırız. İdare edenlerle edilenlerimiz arasındaki çekişme hiç bitmez.

Vahiy temelli idare sisteminde de kendimize göre açıklar(!) ve kaçacak ya da bir şeyler kaçıracak arka kapılar bulmaktan utanmayız. Bunu sistematik bir hale getirip, adına da herkesin kulağına hoş gelecek bir şey uydurduk mu, tutulmaması işten bile değildir.

Ekber Şah’ın bel’amlarının İslam’ın hükümlerini ortadan kaldırmak için buldukları yollar, şeytanın bile aklına gelmemiş olabilir. Malını 11 ay olunca karısına bağışlamak ve aynı şekilde 11 ay sonra da devralarak, üzerinden yıl geçmediği için zekat vermekten kurtulmak gibi bir formülü düşünen beynin kıvrımlarına, şeytan çocuklarını staja göndermiştir herhalde.

İlahi vahye bunu yapan insanın, diğer insanlar tarafından düzenlenen sistemlere neler yapabileceğini tahmin etmek zor olmayacaktır. Zira vahyin kaynağı ve temelleri yazılı olarak mevcuttur ve kıstas olarak elimizde dururlar. En azından izan ve insaf sahibi olanlarımız için, yaşananların gerçekten İslam’a uygun olup olmadığını tespit etmek ya da edenlerden öğrenmek imkanımız her zaman vardır.

Beşeri sistemler için ise, sabiteler yani sistemin üstünde durduğu direkler ve temeller bizzat en zayıf ve en riskli noktasını oluştururlar. Bu adeta, Rahmani bir düzenin, bize acziyet ve beceriksizliğimiz gösteren aynası gibi parıldamaktadır. Gözlerimizi kapatmadan bakabilirsek ışığın/nurun kaynağını keşfetmemiz mümkün olabilir.

“En çok bayıldığımız, insan neslinin vardığı son nokta, sistemlerin tekamülü sonucu vardığımız zirve, sözlerimizin süsü, rüyalarımızın büyüsü, devletlerin namı, toplumların insicamı, varımız yoğumuz” demokrasinin nimetleri olarak sunulan; oy, seçim, vekil, kanun yapma gibi konular aynı zamanda en büyük sorunların çıkış noktası oluyorlar.

Seçilmek için oya, oy alabilmek için ise halkın beğeni ve rızasına ihtiyaç duyan politikacının, gerekenleri değil oy getirecekleri yapmak istemesi sistemin doğal sonucudur. Gelecekle ilgili planlarının onay görmesi, gerçekleşme ihtimalinden daha değerlidir. Seçim meydanında inanılan bir yalan, mutlak hakikatten daha değerlidir.

Kanun yapmak yani yöneticilerin halkın bugünü ve yarınına yön vermek için oluşturdukları devlet sisteminin tamamı, cezalar ve ödüller sistemi, sosyal haklar ve toplum düzeni gibi temel konular hakkında; hemen her yıl değişen, yıllık olmasa da iktidarlar eliyle mutlaka her seferinde bir kere daha düzenlenen yasalarla yönetilen sistemlerin, ideal olması bile anlıktır. Bugün en güzeli denilen yarın en kötüsü olabilir.

Bir idare gelir sokağa asfalt döker, diğeri kazar altına boru ekler. Bir başka idareci gelir üstüne taş döşer. Bütün bu işlemlerin hizmet kadar bir de halkın gönlünü alma yanı vardır ve maalesef büyük oranda ihtiyaca cevap olmak yerine,takdire şayan olmak tercih edilir bir icraat sebebidir.

Koşa koşa, kan ter içinde, bunca emek ve eziyet sonucu elde etmek istediğimiz ve elde ettiğimiz bu mudur? Uğruna canlar verdiğimiz, sadece inanılmaya oldukça müsait bir yalan olabilir mi?

Hemen her kişisel probleminde uzmanlarından çözüm isteyen, anlayanlara danışan, idrak ve fikir sahipleriyle istişare eden insan, konu ülke yönetimi, şehir idaresi gibi gayet önemli ve büyük sorumluluklar içeren noktaya geldiğinde; herkes konuşabilir, herkes eşittir gibi bir noktayı doğru buluyorsa, bu sorunun başlangıcı olur.

Neyse ki demokrasi; bizim gibi bu işlerden anlamayan sıradan insanları da düşünerek, siyasi partilerin bizim adımıza kimlerin etkili ve yetkili olmasını seçmelerine imkan tanıyarak, bizi hem olası yanlış kararlardan hem de sorumluluktan kurtarır.

Ama bir yerde demokrasi de bıkar bu işten, zira sürekli seçimler gelmektedir ve sürekli bizi memnun etmek zorundadırlar. Hem de çoğunluğumuzu! Bu noktada yukarıdaki cümleyi yeniden yazma ihtiyacı duyuyorum:

Demokraside inanılmaya müsait bir yalan, mutlak hakikatten daha değerlidir. Fıtratta ve İslam’da ise; küçük bir hakikat, bütün büyük yalanlardan daha değerlidir, isterse bütün insanlık karşı çıksın!

Böyle kısa bir köşede sistemler mukayesesi yaparak, ufuk açmak gibi bir niyetim yok, olsa da bir değeri olmazdı zaten. Ancak birazcık kafa karıştırmak, düşündürmek iyidir. Çok değerli olayları ve insanları uğruna kurban ettiğimiz, demokrasi tanrısıyla yüzleşmemiz için kafa yormaya ve sıradanlığımızın lüksünü bozmaya ihtiyacımız var.