Geçmiş medeniyet ve şehircilik anlayışlarını irdelerken, kendi ecdadımızın örnek sistemlerini, hem devlet kurumlarının kamusal adımları, hem de halkın sivil desteklerini içeren vakıf ve benzeri etkin katılımları ile yad etmeyi pek bir seviyoruz.

Selçukludan Osmanlıya, hanlardan hamamlara, kervansaraylardan şadırvanlara, camilerden mekteplere varıncaya kadar, kurgusu ile bir medeniyet olduğu kadar, devamlılığını sağlamak için oluşturulan vakıfları ile de müstesna bir gelecek tasavvurunu, hasretle ve biraz da gururla biliyor ve anlatıyoruz.

Üstüne eklediğimiz ve pek bir sitayişle andığımız, halktan sıradan insanların kurduğu, sokakların ve meydanların düzen ve temizliği, sokak hayvanlarının bakım ve beslenmesi hatta çöplerin toplanmasından, yeniden kullanılacak durumda olanların dönüştürülmesi gibi, bugün tamamını belediyelerin icra ettiği, oldukça önemli hizmetlerin, mazide vakıflar tarafından verildiği gerçeğidir.

Yani bundan çok değil, belki bir asır önce, bugün vergilerimizle resmi hizmet olarak sunulan bazı işlerin, organize olan hayır sahibi ve hayırlı işler yapmak derdinde olan insanlar eliyle icra edildiği bir vakıadır.

Halkın resmi kurumlarla sorumlulukları paylaşması, hem uzaktan laf etmenin dayanılmaz hafifliğini engelleyen hem de gerçekten sorun olan meselelerin, kamu ve halkın ortak katılımları ile, herkesin hayrına, sorunların şehrin ihtiyaçlarına uygun şekilde çözülmesine çok büyük katkı sağlayacak, hassas bir duyarlılık noktasıdır.

Sokaklara tükürenleri denetleyen ve ceza yazan bir devlet kurumumuz olmayabilir ama eskiden olduğu gibi; sokaklara tükürenleri güzellikle uyaran ve günün şartlarına göre o pis atıkları ortadan kaldırmakla meşgul olan bir vakfın olmasını, bugün hayal bile edemiyoruz.

Nasıl olsa belediye elemanları temizliyor diye meydanları ve caddeleri kirletmekte bir mahzur görmeyen anlayışların değişmesi, bugünden yarına kolaylıkla sağlanacak bir iş değildir. Bunu kamu yasakları ve denetlemeleri kadar, toplumsal bilincin artırılması ve tüm kesimlere yayılmasıyla başarabiliriz.

Halk olarak bizlerin, hakkında “hariçten gazel okumak” dışında hiçbir adım ve çabamızın olmadığı meselelerin, nasıl olup da bizi de memnun edecek şekilde sonuçlanacağını beklememizin izahı yoktur.

Şehrin gelişen ve değişen yüzünden, genişleyen ve artan sosyal çeşitliliğinden, çoğalan zenginliğinin yanında gözden kaçan fakirliğinden, idarecilerinin çabasının yanında halkın tepkisizliğinden, çok konuşan ama hareket geçmeyişimizden rahatsız olanlarımız mutlaka vardır.

Şikayet ve sızlanmaların bir adım ötesine geçmek isteyenler için; adım atılacak alan, altına el konulacak taş, sırtlanacak yük, omuz verilecek garip, tutulacak el, silinecek yaş, sıvazlanacak sırt, okşanacak baş, örtülecek açık, temizlenecek pislik, toplanacak çöp, alkışlanacak hareket, gülümsenecek komşu, selamlanacak hemşeri, beslenecek hayvan, korunacak yeşillik ve daha neler neler, illaki vardır.

Eskilerin biraz mizahi de olsa, dillere pelesenk olan meşhur deyimi ile; “her şeyi devletten beklememek” gerekir. Nihayetinde devlet dediğimiz, bizim yani halkın arasından çıkan insanların, bilgi ve becerileriyle hareket eden dev bir organizasyondan ibarettir. Bu deve yön vermek milletin vazifesidir.

Gelecek nesillere bu devirden kalacak olan şeyin, bizden öncekilerden kalanlardan bir adım daha iyiye ve güzele doğru ilerlemiş olması gerekir. Aksi halde, nesiller boyu Selçuklu ve Osmanlı vakıflarını, toplumsal destek ve denetleme kurumlarını, milletin devlete bırakmadan kendi çözdüğü işleri, özlemle anlatmaya devam ederiz.

Bunun en acı yanı ise; tarihin bu döneminden bahsedilirken, bizim adımızın geçeceği yerin boş kalması olur. Yaşamış, yemiş ve içmiş, sonra da ölmüş bir toplum hakkında kimse tarihe not düşme ihtiyacı duymaz.

Toprak olan ve toprağa karışan işler yapanların hatıraları da toprağa karışır ve unutulur. Geleceğe kalacak olan, geçmişiyle övünmekten başka mahareti olmayanlar değil; ikisi arasında sağlam köprüler inşa edenlerdir.