Devletler insanların sadece kendi iç meselelerini çözmek için oluşturdukları yapılar değildirler. Aynı zamanda uluslararası sorunlarda, komşu devletlerle olan münasebetlerde ve dünyanın geri kalanıyla gerek ticari gerekse siyasi işbirlikleri veya düşmanlıklarda; halkların caydırıcı gücünü göstermek, hissiyat ve fikirlerini dillendirmek ve hemen her alanda etkilerini ortaya koymak için kullandıkları en geçerli aygıt devlettir.

Devletin soyut varlığını oluşturan temellerden en önemlisi de halktır ve halkın yapısı ve duruşu -normal şartlar altında- devlette temsil bulur.

Sivillerin yani konumları ve yetkileri bakımından devletin işleyişine direk etki etme imkan ve ihtimalleri bulunmayan, idari ya da askeri karar alma mekanizmalarında yer almayan, ancak bir şekilde değişen şartlar ve yeni durumlarda, devleti temsil eden insanların ve kurumların, söylem ve eylemlerine etki etmek, yönlendirmek veya hiç değilse meramını haykırıp içini rahatlatmak gibi bir ihtiyaçları olduğu da bir vakıadır.

Hukuki ve meşru sivil toplum örgütlenmeleri, resmi ya da gayri resmi kanallardan görüşlerini ifade etmek, mümkünse bunu daha geniş kitlelere duyurmak ve desteklerini almak ve bu yolla idareciler ya da karar vericiler nezdinde görüşlerinin dikkate alınmasını sağlamak isterler.

Sivillerin bu amaçla oluşturdukları genellikle de resmi kurumsal bir kimliği olan sivil toplum kuruluşları (STK) günümüzün en yaygın organizasyonlarıdırlar. Gerek toplumsal olaylarda tavır ortaya koyma, gerekse herhangi bir felaket ya da başka bir ihtiyaç durumunda yardım toplama ve dağıtma gibi faaliyetleri STK’ların yapmasına oldukça alışkınız ve kendilerini daha çok bu alanlardan tanıyoruz.

Bunların yanında, devletin ulusal ya da uluslararası bir konuda halkının fikrini bilmesi hatta bunu arkasına alarak söylem ve eylem gerçekleştirmesi için de sivil toplumun kendini ifade etmesine ihtiyaç vardır.

Ülkemizde yaygın olarak kullanılan miting yani açık hava toplantıları, daha çok kendini ifade etmeye ve aynı fikirde olanların bir araya gelerek, daha yüksek bir ses çıkarmayı ve karar alma mekanizmalarını etkilemeyi amaçladıkları ortamlardır. Bu mitingler seçim zamanlarında oyların rengini etkilemeye çalışırken, diğer zamanlarda daha çok ya toplumun bir isteğini ifade etmesine ya da ülke dışından algılanan bir etkiye tepki verilmesini amaçlar.

Özellikle uluslararası meselelerde, halkın fikir ve isteklerinin, devletin gücünü ve imkanlarını aşması durumunda, yapılan mitingler sadece halkın kendini teselli etmesine hizmet eder. Bu sebeple, miting ya da toplantı yapmak herhangi bir şeyi çözmeyebilir.

Ülkemizde uzun zamandır yapılan Kudüs mitingleri bunun güzel örneklerinden biridir. Siyasi ya da askeri olarak mevcut durumu değiştirmesi beklenmeyecek olan Türkiye halkının bir kesiminin, Kudüs konusunda duyarlılık göstermesi ve sokaklarda bunu haykırması, devlet politikalarını etkilemeyen ancak içinde bir rahatsızlık barındıran insanların bir nebze içlerini dökme ihtiyacını karşılayan etkinliklerdir.

Yakın tarihimizde, Osmanlı devrinde düzenlenen en büyük mitingin, Yunanların Girit adasını ilhakı üzerine 1866’da gerçekleştiğini ve neticede, ne adanın durumunda ne de devletin politikalarında bir değişime sebep olamadığını hatırlamak yeterli olacaktır.

Muhatap devletler, bizim kalabalıklarımızdan herhangi bir şekilde etkilenmiyorlar. Yukarıda bahsettiğim gibi, belki kendi devletimizin etkilenmesi mümkünse de, bunun da gidişatı değiştirmediği maalesef bir gerçekliktir. Devlet denen soyut varlık, hislerle ve kalabalıkların heyecanlarıyla yön değiştirmez, değiştirirse raydan çıkması muhtemeldir. En azından günümüz organize devletlerinde durum böyledir.

Mitingler ve gösteri yürüyüşleri elbette yapılabilir ama bunlardan dolayı birtakım beklentiler içine girmek, çoğu zaman yeni hayal kırıklıklarından başka bir sonuç getirmez. Bağırıp, çağırarak hatta birilerini övüp birilerine söverek, sadece heyecanlı ya da öfkeli kalabalıklar deşarj olur ve hayatlarına daha sakin devam ederler.

Elbette devletlerin, uluslararası arenada halklarının desteğinin arkalarında olduğu imajını vermek ve bunu bir koz olarak kullanmak gibi bir politikaları da olabilir. Bunun sağlamak için yarı sivil toplum kuruluşlarının organize edeceği miting veya toplantılar düzenleyebilirler. Neticede, algı az şey değildir.

Özelde Kudüs ve Mescidi Aksa’nın, genelde Filistin’in, mitinglerle özgürleşme ihtimalini, bildiğim kadarıyla o mitingleri düzenleyenler de beklemiyor. Maksatlarının bu konuda bir hassasiyet oluşmasını sağlamak olduğunu zannediyorum. Bu sebeple, sakin olmaya ve miting yapıldı diye sorunun çözüldüğünü zannetmeye ya da üzerimize düşeni yaptık havasına girmeye gerek olmadığını unutmayalım.

Aynı şekilde; bir başka İslam beldesi olan Suriye’de, Rusya ile birlikte katliamlar işleyen hatta cinayetleri Yahudi işgalinden çok daha fazla olan İran’ın ve çetelerinin, Kudüs davası iddialarının altında takiyeden başka bir şey olmadığını bilmek zorundayız. İnançlarında Kudüs’ün ve Mescidi Aksa’nın hiçbir kudsiyeti olmayanların, buraları dava edindiğine inanmak için gerçekten saflıktan daha ötesi gerekiyor.

Dolayısıyla, miting düzenlemek iyidir ama kimlerle yan yana ve omuz omuza olduğumuza da dikkat ederek düzenlemek gerekiyor. Sırtlanlar ve çakallarla sarmaş dolaş yol yürüyerek, kimsesiz bir ceylanın istiklal ve istikbalini kuramaz ve koruyamayız. Ki yapamadık da…

Neticede, niyetin ve gayenin doğru ve iyi olması yetmiyor; gidilen yolun, yanındaki yoldaşın, yoldaki yürüyüşün, yolun sonundaki hedefin, yolda atılan her bir sloganın ve yolun sonunda duruşun da doğru ve iyi olması gerekiyor.