3 yıl önce Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığına getirilen Zehra Zümrüt Selçuk, görevi Fatma Betül Sayan Kaya'dan devralmıştı. Şimdi ise Zehra Zümrüt Selçuk, görevini iki bakana devretti. Çünkü bakanlığı ikiye bölündü. Aslında aslına döndü desek daha doğru olur. Çünkü Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 3 yıl evvel iki bakanlıktan oluşmaktaydı: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı veÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. Şimdi aradan 3 yıl bile geçmedi birleştirilen iki bakanlık, yine eski hâline dönüştürüldü. Aile ve (Sosyal Politikalar yerine) Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na Derya Yanık ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na da Prof. Dr. Vedat Bilgin getirildi. 25 yıldan beri sosyal siyaset alanında çalışmalarda bulunmuş bir uzman olarak yeni Bakanlarımıza ve ekibine sorunsal alan ve gruplara yönelik olarak stratejik hedef odaklı bazı tavsiyelerde bulunacağım.

Dezavantajlı Bütün Toplumsal Kesimler, Sosyal Koruma Kapsamına Alınmalıdır

  • Çocuk, yaşlı, kadın gibi bazı dezavantajlı sosyal grupların üyelerine yönelik artan şiddetin önlenmesine yönelik olarak koruyucu ve müdahale edici sosyal hizmet eylem plânı doğrultusunda manevî destek ve sosyal gelişim içerikli sosyal hizmet programları hazırlanmalı ve sahada çalışacak sosyal hizmet/bakım elemanlarının istihdamı garanti altına alınmalıdır.
  • Sosyal güvenlik/sigortalar sistemine bakım sigortası ihdas edilmeli ve yoksulluktan bağımsız olarak bütün bakıma, korumaya ve rehabilitasyona muhtaç engelli, yaşlı ve hastalara yönelik evde ve kurumda profesyonel tıbbî, sosyal ve manevî bakım hizmetleri sunan bir sistem oluşturulmalıdır.
  • İlgili özel alanlara yönelik kalifiyeli sosyal hizmet elemanları yetiştirmek üzere üniversitelerimizin sosyal bilimler fakültelerinde müstakil gerontoloji, sosyal siyaset, engelli/yaşlı/hasta bakım bölümleri ve sağlık bilimleri (tıp) fakültelerinde geriatri bölümleri açılmalıdır.
  • Eşitlik ilkesi doğrultusunda kadın, çocuk, yaşlı, yoksul, şehit yakını ve gazilerin müşterek haklarının korunması, geliştirilmesi ve standartlaştırılmasına yönelik olarak hazırlanacak Sosyal Haklar Kanunu, bir bütünlük arz etmesi bakımından Engelliler Kanunu ile birleştirilmelidir.

İşsizlikle Mücadelede Aktif İstihdam Politikaları Uygulanmalıdır

İşsizlikle ve özellikle genç işsizlikle mücadelede istihdama yönelik etkin aktif sosyal politikalar kapsamında İş-Kur gibi kurumlar güçlendirilmelidir. AB üye devletlerde en düşük işsizlik oranı, % 3,2 ve % 3,9 ile Çek Cumhuriyeti ve Almanya’dır. 28 üye ülkenin oluşturduğu AB’de ise ortalama işsizlik oranı yıllardan beri % 8-9 oranındadır. Türkiye’de ise işsizlik oranı yıllardan beri % 10’nun üzerinde seyrettiği gibi genç işsizlerin oranı bunun en az iki katı seviyesindedir. Hedef, genç işsizlik sorunu dâhil genel işsizlik oranını AB ortalamasının altına çekmek olmalıdır. Bunun için de aktif istihdam politikalarına ihtiyaç vardır.

Yoksullukla Mücadelede Kamusal Sosyal Yardım Sistemleri Etkinleştirilmelidir

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre memleketimizde halen mutlak anlamda yoksul insanlar, açlık sınırı altında hayat mücadelesi vermektedir. Yaklaşık olarak 1 milyon 500 bin kişi açlık sınırı altında sefil bir hayat sürmektedir. Açlık ve mutlak yoksullukla mücadelede kamusal sosyal yardım enstrümanları güçlendirilmeli, STK’la güçlendirilmeli ve bu çerçevede zekât/sadaka sisteminden de yararlanarak, oluşturulacak asgari hayat standardı modeli ile sadece mutlak değil göreceli yoksulluk da ortadan kaldırılmalıdır.

Sosyal Adaletin Tesisine Yönelik Aktif Sosyal Politikalar Uygulanmalıdır

Türkiye, Avrupa’nın en kötü sosyal adalet verilerine sahip bir ülkedir. Memleketimizde nüfusun en düşük gelire sahip yüzde 20’lik diliminin (16 milyon yoksul kişinin) toplam gelirden aldığı payı sadece % 6 civarındadır. En üst düzeydeki yüzde 20'nin geliri ise, yüzde 47 dolaylarındadır. Bir başka deyişle, bu yüzde 20’lik dilim, toplam gelirin yarıya yakınını almaktadır.. En üsttekilerle, en alttakilerin gelirdeki oran farkı 8 civarındadır. Sosyal adalet yani gelir dağılımdaki adalet artık kalıcı olarak tesis edilmelidir.

Gelir eşitsizliğini ölçmede yaygın olarak kullanılan yöntem olan Gini katsayısını dikkate almalıyız. En zengin kesimle en yoksul kesimin karşılaştırılması olan Gini katsayısı, en zengin kesimin gelirden aldığı pay büyüdüğünde veya en yoksul kesimin aldığı pay küçüldüğünde rakamsal olarak büyümektedir. Türkiye’de 2003-2005 yılları arasında Gini katsayısının küçülmesi, en zengin yüzde yirminin gelirden aldığı payın küçülmesinin bir sonucudur. Bu dönemde en yoksul yüzde yirminin payının sabit kalması, en zengin dilimin payındaki azalmanın orta dilimlere kaydığını ve dolayısıyla en yoksul kesiminin durumunda bir iyileşmenin olmadığını göstermektedir.

Türkiye’de Gini Katsayısı 2002 yılında 0,44’e, 2004 yılında 0,40'a, 2005 yılında ise 0,38’e gerilemiş ve sabit kalmıştır. 2019 yılında Türkiye’de Gini katsayısı 0,395 olarak açıklanmıştır.Avrupa Birliği 28 ülke ortalamasında Gini katsayısı 0,310 civarındadır. Bu durumda Avrupa ülkelerinde en kötü gelir dağılımına sahip bir ülke konumundayız. O halde hedef, gelir dağılımını iyileştirecek sosyal transfer ve âdil vergi politikalarıyla Gini katsayısını 0,3’lere çekmek olmalıdır.

Sosyal politikalara ait temel başarı göstergelerine objektif bir yaklaşımla baktığımızda yukarıdaki maddelerde de görüldüğü üzere diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslamayaptığımızda birçok alanda eksikliklerimiz ve yetersizliklerimiz mevcuttur.O halde sosyal politikalardan sorumlu yeni Bakanlarımızdan bir ekip ruhuyla ivedilikle verimli çalışmalar yapmalarını diliyoruz.