Adalet ve dürüstlüğün alametinin doğru tartmak olarak görülmesi boşuna değildir. Neticede ahiret aleminde de bir tartının kurulacağına olan iman ve hatta korku bizi düzelten, kontrol eden ve kararlarımıza yön veren bir bilgi olarak sinemizde yer almaktadır.

Bilincimizin altında ve üstünde, önünde ve arkasında, sağında ve solunda bu gerçeklikle yoğrulan ruhumuzun; dünyaya bakışında da hep bir terazi gibi denge gözetme, almak ya da satmak için tartma, sevmek ya da kızmak için mukayese etme, beğenmek ya da yüz çevirmek için ölçüp biçme hasleti vardır.

İyiliğin salt iyilik olması yetmez, bir terazi kefesine koymak isteriz. Kötülükte öyle, kötülük olması tamam ama acaba ne kadar kötü diye bir mukayese etme ihtiyacı ister istemez duyarız.

İyiliğin kendinden öncekilere izafesinde gururlarımız için bir beis yoktur, zira iyi bir yol açanların ardından ve izinden devam etmekten kimse gocunmaz. Tabi, illa da ben bir yol açtım, sevdasına düşecek kadar mağrur değilse.

İyilerin ve iyiliğin, yan yana veya peş peşe gelmesinden, sadece daha anlamlı, daha güzel ve daha büyük bir iyilik oluşur. Kötülük için de aynı olsa da; kötüler kendilerini pek kimseye izafe etmek istemezler. Kötülüğün gurur duyacağı bir geçmişi olmaz çünkü!

Ancak bu temel üzerine bina edilen iyilik ya da kötülüklerin sayısal değerlerini karşılaştırmanın yanlış olacağı hemen her bakımdan bellidir. Tarihin öyle bir noktasında, öyle bir anda, öyle bir adam, öyle bir iyilik yapar ki; kendisinden sonra gelecek hiç kimse, yapacağı hiçbir iyilikle onunla boy ölçüşemez. Bu gibi iyiliklerin üstüne, bir iyilik anlayışı, bir iyilik örnekliği inşa edilir ve insanlık için, Müslümanlık için örnek olur, rehber olur. Ondan sonra geleceklerin yaptıkları ve yapacakları iyilikler ona izafe edilerek değerlendirilir.

Yalancı peygamber tarafından, işkence ile şehit edilen Habib bin Zeyd(r.a.) için varid olan hadiste, kendisinin “Ya-Sin sahibinin ecrine ulaştığı” ifade edilirken, Habib bin Neccar(r.a.)’a izafe edilmesi, onun zamanında gösterdiği iyi duruşun ve iyiliğin örnekliğinin liderliğindendir. İkisi de can vermiştir, onlardan başkaları da canlarını feda ettiler ve edecekler ama demek ki bu alanda mihenk olacak kadar büyük bir iyiliktir onun yaptığıdır ve kıyamete kadar benzerleri ona izafe edileceklerdir.

Aynı şekilde, kıyamete kadar gelecek bütün zalim, zorba ve sapkın idareciler bir yönleriyle firavuna izafe edilirler, zengin azgınlar Karun’a, onları silahlarıyla koruyan ve hizmetkarlık eden askeri liderler de Haman’a.

Bunları hatırlatmaktan maksadım, sonradan gelenlerin yaptıkları ile öncekilerin örnekliklerinin teraziye konulduğunda ağırlığın elbette öncülerde olduğunu ifade etmekti.

Tek farkla ki, henüz kendini firavuna izafe eden bir zalim çıkmadığı gibi, malıyla azgınlıkta ileri gittiği halde kendini Karun’a izafe eden zengin de çıkmadı, ilmiyle dini oyuncak edindiği halde hiçbir sapık bilgin kendini Bel’am’a izafe etmeyecektir.

İyilikle kötülük arasında en temel farklardan biri de budur. İyiliğin temelleri bilinir, örnekleri açıkça sahiplenilir, onlardan olunmakla onur duyulur. Kötülüğe gelince; kökleri inkar, örnekleri görmemek, rezalet benzerlikleri unutmuş gibi davranmak, tek yumurta ikizi gibi benzediklerini inkar etmek hatta lanetlemek sıradan sıfatlara dönüşmüştür.

İyilik ve kötülük, yapıldıkları zaman ve yer ile değer kazanırlar. İyilikleri benzeterek beğenmek mümkünse de teraziyi koyup ağırlıklarını tartmak anlamsız olur. Kötülükleri benzer yanlarıyla tanımak mümkün olsa da, ağırlıklarını tartmak gereksiz olur. Herkesin acısı kendine ağır gelir, her taşın yerinde ağır olmasının bir açısı da budur; iyilik ve kötülük de yerinde ağırdır ya da hafif. Bir zaman sonra çıkıp, bugünün şartlarında geçmişin iyilik ve kötülüklerini tartmak yanlış olur, yanıltıcı olur.

İşte tam da bu yüzden, bizden öncekiler hakkında ve yaptıkları hakkında konuşurken, değerlendirme yaparken veya överken ya da eleştirirken, şartları ve zamanı, zemini ve ortamı mutlaka aklımızın bir kenarında tutmak durumundayız.

Yoksa, küçük grup bir akıncının, Tuna boylarında devriye attığını, cümle batılıların onların korkusuyla yerlerinde çakılıp kaldıklarını anlamak için kendimizle mukayese etmemiz, moralimizi fena bozabilir.

Aynı şekilde, o akıncıların nasıl bir devir sonra buhar gibi uçup gittiklerini ve Tuna’nın nasıl yüzyıllar sonra batıda işçi olmak için, boynu bükük torunları tarafından geçilirken tersine aktığını hatırlamak keyfimizi kaçırabilir, kaçırmalıdır.

Tarihi olayları ve şahsiyetleri, komşumuz ya da iş arkadaşımız hakkında değerlendirme yapar gibi okursak, okuduğumuzdan ne biz bir şey anlarız ne de bizden sonra gelecek nesiller…