"Cambaza bak!" stratejisi ve gündem saptırma sanatı
Tarihte anlatılan bir hikâyeye göre, eski zamanların şenlik ve panayırlarında cambazlar ip üzerinde gösteri yaparken, yankesiciler de aşağıda toplanan izleyicilerin ceplerini boşaltırdı. Eğer yeterince kişi cambaza bakmıyorsa, yankesiciler göstericiyi işaret ederek, “Cambaza bak, cambaza!” diye bağırır ve kalabalığın dikkatini yukarıya çekerdi. Böylece dikkatleri cambazda yoğunlaşan izleyiciler, farkında olmadan ceplerindeki paraları kaptırırdı. Zamanla, cambaz ile yankesicilerin aynı çetenin üyeleri olduğu söylentisi yayılmaya başladı.
Bu basit ama etkili dikkat dağıtma yöntemi, yalnızca panayırlarda değil, siyaset ve medya aracılığıyla toplumsal olaylarda da sıkça karşımıza çıkıyor. Gündem saptırma, dikkat dağıtarak fark edilmeden başka işler yapma gibi her türlü manipülasyon, bu ifadeyle anlatılır hale geldi.
Gündem saptırma stratejileri, toplumun dikkatini asıl önemli meselelerden uzaklaştırmak için bilinçli olarak devreye sokuluyor. Peki, bu taktik günümüzde nasıl uygulanıyor? Hangi olaylar, gerçek gündemin üzerini örtmek için birer "cambaz" olarak kullanılıyor? Bu yazıda özellikle Gazze'de yaşanan gelişmeler ekseninde küresel güçlerin dikkat dağıtma stratejilerini ve bu yöntemlerin hangi amaçlara hizmet ettiğini ele alacağım.
- Trump'ın Cambaza bak oyunu
Donald Trump, 2016 ABD seçimlerinde Siyonist Lobinin desteğini almak için Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti olarak tanıma ve ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma sözü verdi. Seçimleri kazanan Trump, Başkanlık koltuğuna oturduktan bir buçuk yıl sonra, 14 Mayıs 2018’de Siyonist lobiye verdiği bu sözü yerine getirerek, ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı. ABD Kudüs Büyükelçiliğinin açılış törenine Trump’ın danışmanı ve damadı Jared Kushner ile kızı Ivanka Trump katıldı; Donald Trump ise telekonferansla bağlanarak Kudüs’ün İsrail’in ebedi başkenti olduğunu ilan etti.
2016 seçimlerinde Siyonist Lobiye verdiği sözü hızla yerine getiren Trump, 2024 seçimlerinde aynı desteği kazanmak için daha geniş kapsamlı stratejik bir vaatte bulundu: İsrail’in sınırlarını genişletmek. Seçim kampanyası sırasında yaptığı bir açıklamada: “Haritaya her baktığımda İsrail haritasının küçük olduğunu görüyorum ve kendime bu haritayı nasıl genişletilebilirim diye soruyorum” dedi. Bu açıklamalar, İslam dünyasında özellikle de Ürdün, Mısır, Suriye ve Lübnan’a yönelik bir tehdit ve yeni bir işgal girişiminin işareti olarak anlaşıldı. O dönemde Trump’ın bu açıklamasını ben de bu şekilde anladım. Ancak, süreç içerisinde, özellikle de son dönemde Batı Şeria’da yaşanan gelişmeler gösterdi ki; Trump’ın asıl hedefi çok daha farklıydı. Trump Siyonist Lobiye, seçimlerinde kendisini desteklemeleri karşılığında, Batı Şeria’nın tamamen İsrail’e ilhakını ve bölgedeki Filistin varlığını sona erdirilmesini vaadetti. Trump’ın yaptığı harita açıklaması ise, gerçek hedefin yani Batı Şeria’nın ilhak stratejisinin üzerini örtmek ve hedef saptırmak amacıyla ortaya atılmış, dikkatleri farklı yöne çeken bir aldatmacaydı, bir algı operasyonuydu.
Batı Şeria, İsrail-Filistin çatışmasının en kritik bölgelerin başında gelir. Bu bölge, hem tarihi hem dini açıdan hem de stratejik konumuyla büyük bir öneme sahiptir. Özellikle Yahudi inancında "Yahudiye ve Samiriye" olarak adlandırılan bu bölge, Büyük İsrail devletinin kalbi olarak kabul edilir. İsrail, işgal altında tuttuğu bölgelerin güvenliği açısından Batı Şeria'nın kontrolünü elinde tutmayı hayati bir mesele olarak görüyor. Özellikle dağlık yapısı ve stratejik yükseklikleri nedeniyle askeri açıdan da çok önemli olan bu bölge; Filistin topraklarının en önemli su rezervlerinin barındırması itibariyle, su savaşlarının konuşulduğu bir dönemde önemini kat be kat arttırmaktadır.
Diğer taraftan, Siyonist Faşist Bakanlar Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir, “Büyük İsrail” projesinin kalbi olarak gördükleri Batı Şeria’nın tamamen ilhak edilmesi için sistematik adımlar atmaktadır. Bu süreç, sadece dini ve ideolojik bir motivasyonla değil, aynı zamanda bölgenin stratejik önemi nedeniyle de gerçekleştirilmektedir.
İşgal hükümeti, yeni yasa dışı yerleşim birimleri inşa ederek bölgedeki yerleşimci sayısını 3 milyonun üzerine çıkarmayı ve böylece demografik yapıyı değiştirmeyi hedefliyor. Aynı zamanda, Filistinlileri zorla sürerek direniş ve güvenlik riski olarak gördüğü bölgeleri tamamen ele geçirmeyi ve Batı Şeria'yı işgal yönetimine ilhak edip Mescidi Aksa'nın yerine Süleyman Mabedini inşa ederek Büyük İsrail projesinin merkezine dönüştürmeyi amaçlıyorlar.
- Trump’ın Filistinlileri Ürdün ve Mısır'a sürme söyleminin arkasında ne var?
Trump’ın son günlerde dile getirdiği “Gazze’nin boşaltılması ve Filistinlilerin Ürdün ile Mısır’a sürülmesi” söylemi, gerçekte bir nabız yoklama ve hedef şaşırtma hamlesidir.
Trump yaptığı şey yalnızca siyasi safsata değil, stratejik bir manipülasyon. Amaç, gerçeklikle ilgisi olmayan bir durumu gündeme getirerek imkânsız fikirleri tartışılır hâle getirmek ve uygulanamaz projeleri olası senaryolar gibi sunmak. Bu rastgele bir siyaset değil, bilinçli bir taktik. Belirli siyasi ve medya teorilerinden esinlenen bu yöntem, toplumsal algıyı ve gündemi yeniden şekillendirmeyi ve toplumları suni gündemlerle meşgul etme işlevi görüyor. Yani Trump, adeta bir "cambaza bak" oyunu oynuyor.
Bu strateji, gerçekliği manipüle etmek için büyük bir medya gürültüsü oluşturmayı amaçlar. Dikkat dağıtmak veya gizli hedeflere ulaşmak için olmayan bir şeyi varmış gibi göstermeye dayanır.
Trump’ta bu oyunla tam olarak bunu yapıyor. Filistinlilerin zorla göç ettirilmesi gibi uygulanamaz bir konunun sürekli gündeme getirilmesi, insanların bunu reddetmek yerine tartışmaya başlamasına neden oluyor. Diğer taraftan İsrail’in askeri başarısızlığının tartışılacağı yerde konu “Filistinliler nereye gidecek?” sorusuna kaydırılıyor.
Trump, ABD öncülüğünde İngiltere, Almanya, Fransa ve Kanada gibi Batılı ülkelerin desteğiyle, İsrail Ordusunun 15 ay boyunca karadan, havadan ve denizden gerçekleştirdiği ağır bombardıman ve kara işgaliyle bile başaramadığı Gazze’nin tahliyesinin mümkün olmadığını çok iyi biliyor. Ancak bu açıklamalarla dikkatleri ve bakışları Batı Şeria’dan uzaklaştırarak insanları uygulanamaz suni gündemlerle meşgul edip asıl hedefleri olan Batı Şeria’nın ilhak stratejisini adım adım hayata geçirmeye çalışıyor.
Son haftalarda başta Cenin olmak üzere Batı Şeria’da yaşananların, Gazze’de yaşananlardan hiçbir farkı yok. İşgal ordusu Filistinlilerin yaşadığı kampları sistematik bir şekilde mahalle mahalle yerle bir ediyor. Amaç; Filistin topraklarını Filistinlilerden arındırmak.
İşgalci İsrail’in, Suriye topraklarında gerçekleştirdiği provakatif saldırılar da bu büyük planın bir parçası. İsrail, devrim sonrasında Suriye topraklarına yönelik gerçekleştirdiği saldırılarla dikkatleri buraya çekerek, hem işgal ordusunun Gazze’deki askeri hezimetini gizlemeye hem de Batı Şeria’da uygulamaya koydukları ilhak stratejisini gözlerden uzak tutmaya çalışıyor.
ABD’nin Gazze’deki enkazı kaldırma planının asıl amacı ne?
Donald Trump: “Gazze Şeridi, çatışmalar sona erdiğinde Gazze, İsrail tarafından ABD'ye teslim edilecek. Filistinliler, yeni ve modern evleri olan çok daha güvenli yerlere çoktan yerleştirilmiş olacaklar. Gerçekten mutlu, güvenli ve özgür olma şansına sahip olacaklar.” dedi.
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Başkan Trump’ın yapmış olduğu bu açıklamayı izah ederken Trump’ın Gazze için sunduğu “yeniden inşa” teklifini cömert bir adım olarak tanımlasa da, açıklamalarındaki bazı ifadeler, asıl niyetin farklı olduğunu gözler önüne seriyor. Rubio, ABD’nin Gazze’deki enkazı kaldırmaya, bölgeyi yıkıntılardan temizlemeye ve yeniden inşa sürecine destek vermeye hazır olduğunu söylerken, bu sürecin kaçınılmaz bir sonucu olarak insanların yaşadığı yerlerden ayrılması gerektiğini belirtiyor. Ancak asıl dikkat çekici olan, enkaz kaldırma sürecinin merkezine patlamamış mühimmatların temizlenmesini koyması.
Gazze’yi boşaltamayacağını bilen ABD, burada "iyi polis" rolünü üstlenerek enkaz kaldırma sürecine müdahil olmaya çalışıyor. Ancak ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun açıklamalarına bakıldığında, asıl niyetin insani yardım değil, patlamamış mühimmatların Hamas’ın eline geçmesini engellemek olduğu açıkça görülüyor. İsrail’in Gazze’ye doksan bin ton bombayla saldırdığı ve bu bombaların %10 ila %15’inin patlamadığı ifade ediliyor. Bu durum da Gazze’de binaların enkazı altında yaklaşık on bin ton patlayıcıya eşdeğer mühimmatın bulunduğunu gösteriyor.
Hamas’ın, enkaz altında bulunan bu mühimmatları geri dönüştürüp kullanması durumunda İsrail’e karşı gelecekteki savaşlarda stratejik bir avantaj elde edeceğinden endişe eden Washington’un niyeti, sadece bir “yeniden inşa” sürecini yönetmek değil, aynı zamanda Gazze’deki savaşın Hamas’a kazandırdığı bu değerli hediyeyi onların elinden geri almaktır. ABD’nin "insani yardım" söylemi altında attığı adımların, aslında tamamen İsrail’in güvenliğini sağlamaya yönelik bir hamle olarak değerlendirilmelidir.
Bu bilinçle, bölgede yaşanan gelişmeleri dikkatle takip etmeli, küresel güçlerin sunduğu suni gündemlerle dikkatimizi dağıtmalarına ve bizi manipüle etmelerine izin vermemeliyiz. İslam ümmeti, Karlofça Antlaşması’ndan bu yana süregelen gerileme ve çöküş sürecini sona erdiren, izzetli ve güçlü bir geleceğin temellerinin atıldığı kritik bir yol ayrımında bulunuyor.
Özellikle Suriye’de elde edilen zaferin ardından, doğru zeminde ve doğru tarafta konumlanarak, İslam ümmetinin geleceğini şekillendiren özgür Suriye’nin yeniden inşa sürecinde üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeliyiz. Bu süreçte, azim ve kararlılıkla mücadele ederek, ümmetin birlik ve dirilişine katkı sağlamalıyız.