İşte Doğan'ın yayınladığı açıklama metninin tamamı:

90 sene önce bu günler, 1932’nin ocak ayı ramazan başlangıcıdır.

Gazetelerde şu birkaç satırlık haber yer alır:

90 yıl önce bugün: Ramazanımız muharrem oldu!

“Mubarek Ramazan. İstanbul Müftülüğünden: Kanunusaninin (ocağın) dokuzuna müsadif cumartesi günü ramazanı şerifin iptidası olduğu ilan olunur.”
Son Posta gazetesinde “ramazanın önünde” başlığı altında ramazan öncesi hazırlıkları ile ilgili bir haber vardır. Zor bir ramazan geçirilecektir, vatandaşın alım gücü düşmüştür, 1929 iktisadî buhranı bütün dünyayı olduğu gibi, Türkiye’yi de ciddi şekilde sarsmıştır. Bilhassa buğday fiyatlarının sert şekilde düşmesi, hem çiftçiyi perişan etmiştir, hem de buğday ihraç eden ülkeyi zor duruma düşürmüştür. 1923 yılında buğdayı 15 kuruştan satan çiftçi, 1931 yılında 2 kuruşa kadar düştüğünü görmüştür.

Tasarruf ihtiyacının her kesimde hissedildiği tahmin edilebilir. İstanbul camilerinin aydınlatılması için her sene Evkaf bütçesine (40) bin lira konurmuş. Vekalet bu sene bu tahsisatı (30) bin liraya indirmiş.  İstanbul Evkaf Müdürü ramazanda minarelerin yalnız bir sıra ampullerinin yakılacağını ve bunların da teravihten sonra tamamen söndürüleceğini duyurmuştur. Bu husus vakıflar idaresince tayin edilen murakıplar tarafından takip edilecek ve fazla sarfiyat, müsebbiplerine tazmin ettirilecektir…

Ramazanda neler olmaz?

Camiler inananlarındır. Bu mekânlarda ramazanın ruhaniyetini ihlal edecek, müminleri tereddüde düşürecek şeylerin olmaması gerekir. Hele de devletin dinin geleneğinin dışına çıkılmasını gerektiren müdahaleleri ramazanın ruhaniyetini ihlal eder.
Bu arada kadınlar üzerinden taklitçi modernleşme hamleleri de yapılmaktadır. Güçlü bir örtünme (tesettürü) kültürü olan bir toplumda soyunma esaslı güzellik kraliçesi yarışması yapılabilir mi?

Daha ötesi, mesela ramazanda güzellik kıraliçesi yarışması olur mu?

Böyle bir yarışma devrin devlet destekli en yaygın gazetelerinden Cumhuriyet tarafından düzenlenmektedir. Fakat iştirak yeterli bulunmadığı için iki defa ertelenir. Yeni müracaat olmazsa kraliçe seçilmeyecek, Avrupa güzellik yarışmasına da katılınamayacaktır!

Gazete propagandaya hız verir:

“Güzeller! Bir gününüz kaldı!”

“Güzeller, masrafsız, nefis bir seyahat sizi bekliyor.”

“Talihinizi denemekle hiçbir şey kaybetmezsiniz. Kraliçe intihap edilmediğiniz (seçilmediğiniz) takdirde isimleriniz ve resimleriniz de neşredilmiyeceği için kazanmazsanız mes'ele yoktur.”

“Son fırsat kaçırmayınız. Bugün akşama kadar müracaat ediniz…”

İlan edilen gün gelir. Müracaat edenlerin sayısı yirmiye bile varmamıştır. Yarışma iptal edilir!

Gazetelerde ramazanın ilan edildiği gün (4 ocak) başka bir haber daha vardır:

“Gazi Hz. ağlebi ihtimal (büyük ihtimalle) önünüzdeki hafta başlangıcında İstanbulu teşrif edeceklerdir. Kendilerine Dahiliye vekili Şükrü Kaya beyin de refakat etmesi beklenmektedir.” (Son Posta)

“Bayram değil seyran değil” denilir ya, seyran değilse de ramazandır!

“Gazi Hz. nin Seyahatleri. Ankara 9- Gazi Hz. pazartesi günü buradan İstanbula hareket buyuracaklardır. Reisicumhur Hz. İstanbul'da 15- 20 gün kadar kalacaklar, bir aralık Yalova’yı teşrif buyuracaklar, bilahare İzmir’e de gideceklerdir. Gazi Hz. bugün (dün) şehir dahilinde otomobille bir gezinti yapmışlardır.” (Son Posta, 10.1.1932)

Cumhurbaşkanı durup dururken İstanbul’a gelmemektedir. Ramazanda bir “dinî inkılâp” başlatılacaktır! Cumhurbaşkanı bu inkılâbı Dolmabahçe Sarayı’ndan bizzat yönetecektir!

“Dinî inkılâp” hamlesi daha önce de yapılmıştır. Esasen, dine müdahale anlamında “inkılâp”lar Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren yapılmaktadır. Medreselerin, tekkelerin kapatılması, Diyanet teşkilatının kurulması, camilerin baskılanması, bir taraftan dinin öğretimine, diğer taraftan uygulamasına müdahale anlamına gelmektedir. Dinin siyasî veçhesinde bulunan Hilafet’in ilgası da bu cümledendir. Fakat adıyla sanıyla “inkılâp” hamlesi1928’de İlahiyat Fakültesi’ne havale edilen bir “ıslah-reform” tasarısıdır. Cumhurbaşkanı’nın arzusu üzerine İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) tarafından hazırlanan “ıslah layihası” bir sonuca vardırılamamıştır. Bu layihanın üçüncü maddesinde “İbadet lisanı Türkçe olmalıdır. Âyetlerin, duaların, hutbelerin Türkçe şekilleri kabul ve istimal edilmelidir (kullanılmalıdır)” denilmektedir.

Bu tasarının İlahiyat Fakültesi’nden geçmediği, muallakta kaldığı anlaşılmaktadır. Bu İlahiyat Fakültesi ile birlikte rejimin inkılapçılığına yeterli desteği vermeyen yüksek öğretim kurumu Darülfünun’un kapatılması ile sonuçlanacaktır. Dinî inkılabın bir sahfası ise 1932’de iş siyaset eliyle, tepeden verilen buyruklarla halledilmek yoluna gidilecektir. İşin içinde bizzat Cumhurbaşkanı vardır ve Maarif Vekili Reşit Galip uygulamaya yürütmeye memur edilmiştir. (Reşit Galib’in “andımız”ın mucidi olduğunu, bu arada hatırlamamız gerekir!) İstanbul’un meşhur hafızlarına ramazan öncesinde hazırlık yaptırılmış ve mübarek ayda uygulamaya geçilmiştir.

1932’nin 21 Kanunısani (ocak) Cumhuriyet’inde okuyalım (metnin orijinal imlâsı korunmuştur):

“Dinî bir inkılap: Türkçe Kur’an”

“Kur’anın türkçeye müteaddit ve çok dikkatli tercümeleri yapılmış olduğu malumdur. Din kitabı türkler arasında dahi kendi öz dillerinde yazılmış ve basılmış bulunuyor.”

“Din kitabımızın türkçeye tercüme edilmemiş olması ve ibadetlerin öz dilimizle yapılmaması cehalet ve taassup devirlerinin manasız ve hatta muzır bir dalaleti (sapması) idi. Gazi İnkılâpları millete bu yolda dahi nurlu bir şahrah (anayol) açmıştır.”

“İşte Gazi Türk inkılâplarının pek tabiî bir cereyan ile yürüdüğü tekamül yolu budur ki nihayet Türklerin Tanrılarına karşı ibadetlerinde dahi öz dillerini kullanmalarında karar kılacaktır.”

“Bu tabiî cereyan kuvvetle yürüyor ve Türk manevî din sahasında dahi kendi öz diline ve kendi hakiki benliğine sahip olmağa gidiyor.”

“Haber aldığımıza göre Hafız Yaşar Bey yarın 22 Ocak 1922'de saat birde Galata'da Yeraltı camiinde tamamen yeni tarzda türkçe bir mevlit okuyacak ve bunu Kur'andan da bazı parçaların türkçe kıraati takip edecektir. Bu mevlitte şehrimizde bulunan Büyük Millet Meclisi azalarile diğer pek çok zevat hazır bulunacaklardır.” yazı yarın da devam edecek Türkçe Ezan konusu işlenecek