İnsan olarak isimlendirilmemize sebep olarak gösterilen açıklamalar arasında aklıma en çok yatanı unutmakla malul oluşumuz olduğundandır, kendim ya da başkaları için unutmayı makul mazeret sayarım.

Unutmanın ne büyük bir nimet olduğunu idrak edebilmek için; bizi darmadağın eden acıları, sevinçten delirten mutlulukları ve sürekli beynimize pompalanan bilgileri unutmama ihtimalinde delireceğimiz gerçeğini hatırlamak yeterli geliyor.

Sürekli bir şeyler öğreniyor, okuyor, konuşuyor ve dinliyoruz. Bütün bunlar beynimize ulaşıyor ve büyük bir kısmını unutuyoruz. Unutmasaydık patlardı herhalde kafamız. Tıpkı sindirim sistemimiz gibi beynimiz de, bilgileri işleyen ve işine yarayacağını umduklarını saklayıp gerisini atan ama pek biyolojik olarak görülmeyen bir usulle çalışıyor.

Kederin de sefanın da unutulması, ruh sağlığımız için gerekliliklerdendir ki; aklını kaybedenlerimiz ya hep güler ya da çok ağlarlar. Akılları başlarındayken, onu taşıran son damlanın keder veya hüzün olduğunu sanmışımdır hep.

Her birimizin kendine özel birer ‘veri tabanı’ var. Kendimizce biçtiğimiz değer sıralamasına göre, bildiklerimizi depoluyoruz. Bilinç altı ya da üstü, neticede bizi biz yapan ve değerlendirmelerimizi, dünyaya bakışımızı, insanlara ve olaylara karşı duruşumuzu belirleyen bu depoda sakladıklarımız.

Unutmak isteyip unutamadıklarımız kadar, unuttuğumuzu bile unuttuğumuz birçok bilgi ve değerlendirme imkanından sıklıkla mahrum kalıyoruz.

Hem dinimiz hem dünyamız için, işlerimizi kolaylaştıracak ve hayatın karmaşık münasebetler ağında çaresiz bir balık gibi hissetmemize engel olacak ve asla unutmamamız gereken gerçeğimiz; insan olduğumuzdur, yani unuttuğumuz…

Keskin yanlarımızı törpüleyecek, tahammül sınırlarımızı genişletecek ama bir o kadar değerli olarak; erdem ve ahlakımızı güzelleştirecek, dünyada ve ahirette değerimizi artıracak işleri/amelleri yapmamızı sağlayacak ‘selim bir kalp’ sahibi olmamız insan olduğumuzu unutmamamızdan besleniyor. Yalnız kendimizin değil tabi; bizi kızdıran, üzen, kıran, sevindiren ve destekleyenlerin de insan olduğunu unutmamamız gerekiyor.

Unutkanlığın farkında olmadan en çok yaşadığımız şekli; bizim için değerli olan bir bütünün büyüklük ve değerini ondan küçük bir parçaya yükleyerek, kendimizi ve hayatımızı onunla ifade etmektir.

Unuttuğumuz büyük ve asıl bütün yerine, elimizdeki bir küçük parçayla avunmak bize kolay geliyor. Bu da insanlığımızdan elbette. Kolay ve acele elde edileni tercih eder, zor ve uzak olanı unutmayı isteriz; hatta bu zor ve uzak olan çok ama çok daha değerli olsa bile…

Oysa uzun arzu ve emellerimizin bu dünya sınırlarını aşmasından daha akıllıca bir şey yoktur. Sonsuzluğun büyüklüğünü aklında tutmak, kısa günlerin, ayların ve yılların hüzün ve saadetlerini basitleştirebilecek en güzel hatıradır.

Unutmaktan daha kötüsü ve ağırı unutulmak gelir insan oğluna; herhangi birinin değil, unutmasını istemediklerimizin unutmasıdır mesele. Oysa unutmak insanlıktandır. Biz gibi her insanın da unutma gibi bir nimeti vardır.

Tek farkla ki; bizim unutamadıklarımızla başkalarının unutamadıkları her zaman aynı düzlemde kesişmez. Hayat, bir matematik işlemi gibi sabit kuralları ve sonuçları olan bir problem değildir.

Neyse ki unutmak var…