Bundan çok değil 100 yıl kadar önce bu topraklar büyük bir işgal yaşadı. İşgalin nasıl bir şey olduğunu yaşayan nesil aramızdan çekileli çok oldu. Bizim gibi birinci ağızlardan dinleyenler de yavaş yavaş azalıyor.

Dedemin İngiliz esareti sonrası Yemen’den Antep’e yürüyerek dönüş hikayesini dinlemek çocukluğumun en efsane akşamlarını süslerdi. Sonra ninemin küçük bir kız iken Fransız ablukası altındaki Antep’e giriş-çıkış hatıralarını, köylünün erzaklarını düşmandan korumak için mağaralara saklamasını dinledim hep.

Ninem şöyle anlatırmış anneme:

“Açtık, yokluk vardı, kıtlık vardı. Antep’e alışverişe giderken Fransız kontrol noktasında aranıp geçerdik. Bir seferinde nöbetçi komutan bize jest yapıp, ekmek arasında haşlanmış et dağıtmıştı. Ne yapacağımızı bilmeden elimizde beyaz un ekmeği ve arasında mis kokulu sıcak et haşlama ile ilerledik. Onların bizi görmediği bir noktaya gelince annem; ‘etleri yol kenarına dökün ama ekmekleri yiyebilirsiniz’ demiş. Zira etlerin helal olmadığını düşünüyorduk. Ekmekleri de yemezdik ama çok açtık ve arpa ekmeğinden sonra beyaz un ekmeği çok güzel gelmişti hepimize…”

Adım adım işgal edilmişti şehir ve her köşede, her evin mağarasında örgütlenen bir direniş vardı.

Meşhur Şehit Kamil hadisesi sırasında Fransız askerlerine müdahale eden ve ele geçirdiği tüfek kendisine ganimet olarak hediye edilen Yılankırkan Mustafa’nın oğlu Abdulkadir’in şehit oluncaya kadar kullandığı silahı, henüz direniş başlamadan ele geçirdiği halde, götürüp direniş organizesini de yapan heyete teslim etmesi bunun işaretlerinden biridir.

Sadece Kamil değildir Antep savunmasının çocuk kahramanları; bir çok fedakar ve cefakar çocuk, o günlerde büyük vazifeler icra etmiş ve çoğu da bu yolda canlarını feda etmişlerdi.

İşgalin olduğu bir yerde, sadece erlerin değil eli silah tutan herkesin yapabileceği bir şeyler mutlaka olur. Eli silah tutmayanlar da, elleri neye yeter, güçleri neyi kaldırırsa o kadar direnişe destek verirler.

Cephe gerisinde sağlık hizmetlerinden tutun, silah ve cephane temini ve ulaştırılması gibi, savaşın can damarlarına kan veren büyük ve önemli görevleri, isimleri tarihe geçmeyen ‘küçük’ kahramanlar yerine getirir.

Antep savunması sırasında, cepheye erzak ve cephane taşırken bir değirmende silahsız olarak mahsur kalan ve Fransız birlikleri tarafından kurşuna dizilen 14 çocuğun adları bir kenarda kayıtlı durur. Şüphesiz onlar büyük kahramanların ardındaki küçük dev adamlardır. Onların cephane taşıdığı Şahinbey ve çetesi de zaten son ferdine kadar can verinceye kadar düşmana yol vermemiş yiğitlerdi.

Çocuklar ve yeni yetme gençler için işgal altında yaşamak, başlı başına bir travmadır. Bizim gibi uzun zamandır savaş ve yokluk görmemiş toplumlar için bunu anlamak pek kolay olmaz. Fakat geçmişimizde yaşananları biraz hatırlayınca bugün gerek Filistin gerekse Suriye gibi, acımasız ve dengesiz bir savaşın ve işgalin sürdüğü topraklarda, karşımıza çıkan akıl almaz eylemleri anlamak değil belki ama anlamlandırmak mümkün olabilir.

Bütün değerlerini kaybetmiş, ailesini ve en sevdiklerini kurban vermiş, mukaddes bildiği pek çok şeyi çiğnenirken görmüş bir çocuğun nasıl tepki verebileceğini varsın ruh bilimciler düşünsün. Fakat dünya bu çocuklara ettiklerini çekeceğinden emin olmalıdır. Bunlar sıradan ve uysal vatandaşlar olamayacaklar. En özel eğitimlerden ve terapilerden de geçirilseler, bir yanları hep eksik ve yıkık kalacak.

Bir gün, bir Filistinli çocuğu, elince basit bir bıçakla, tam tesisatlı ve eli tetikte asker grubuna saldırırken gördüğünüzde bunları hatırlayın. Bunlar normal çocuklar değiller ve olamayacaklar. Tıpkı dün bu topraklarda Fransız askerlerinin üstüne taşlarla saldıran bizim dedelerimiz gibi, bunlar da sonunu düşünmüyorlar. Bir hesap ya da planla yapılacak işler değil bunlar, tıpkı Kamil’in annesini müdafaa için süngülerin üstüne atılışı gibi…

Kimsenin bu çocuklar üzerinde bir hesabı olduğunu sanmıyorum, zaten o kadar düşük bir direniş profili direnmeyi de başaramaz. Bir halkın kurtuluş mücadelesi, çocukların omuzlarına, kadınların sırtlarına yüklenemez; yükleniyorsa düşer, yıkılır, kaybedilir.

Uzaktan davulun sesi değildir sadece hoş gelen; bir bombanın, bir savaş uçağının sesi, bir babayı kaybetmenin, annesizliğin acısı, kardeşini kurtarmak için toprağı tırnaklarıyla kazmak zorunda kalmanın çaresizliği ve en sevdiklerinin etlerini taşların arasından toplamanın şoku!

“Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var,
Akıl için son karar; saçlarını yolmak var.” (Necip Fazıl)