Cevher kelimesini bilirsiniz. Henüz işlenmemiş, şekil almamış olan maddeye denir. Geçmişte büyükler gençlere cevher derdi. Çünkü gençliğin cevher kadar kıymetli olduğunu bilirlerdi.

Gençlik denince hemen aklıma Hulusî Darendevi’nin divanındaki şu dörtlük aklıma gelir;

Gençliğini verme yele

Fırsat gider gelmez ele

Sıdk ile gel gir bu yola

Kendine gel dinle sözüm

Şairin en önemli vurgusu fırsattır. Çok çabuk geçen bir şeyi en iyi şekilde değerlendirmek gerekir, tıpkı kızgın demirin ateşten çıktığı an demirci tarafından dövülüp şekil verilmesi gibi. Demiri soğumaya bırakmak veya kendi şeklini almasını beklemek nasıl akla mantığa aykırı ise, bir gencin kendi yolunu bulması, kendi rotasını çizmesini beklemek biz ebeveynlerin en büyük hatası olur ki maalesef günümüzde çok sık karşılaştığımız bir durumdur bu.

Ebeveynlerin, özellikle içinde bulunduğumuz iletişim çağında, internet, okul, çevre, arkadaş ortamı vs vs sayabileceğimiz oldukça fazla etkenin içerisinde olan bir gencin kendi yolunu düzgün bir şekilde bulmasını umut etmek, demiri soğuttuktan sonra ondan şekil bekleyen demirciye benzer. Özellikle Z kuşağı dediğimiz 90 ve sonrası doğumluları anlamak için, biz X kuşağı denen 1965- 1979 arası doğanlar ve yeni ebeveyn olan Y kuşağının en önemli görevlerinden biri bu son nesli yani Z kuşağını anlamak ve dinlemekten geçtiğinin ve pedagojiye uygun takip yeteneği kazanmamızın gerekliliğini bize mecbur kılmaktadır.

Yapılan bir araştırmada kendilerine bir akıl hocası arayan Y kuşağına karşılık, bu sevimli Z kuşağı işlerini kendi başlarına halletmeye çalışmaktadır ne kadar başardıklarının verisini hayatlarından giden bir on yıl sonra anlayacaklar.

Gençler bilse, yaşlılar yapabilse durumunda her nesil tecrübesini diğerine aktarmakla kendini yükümlü hisseder. İnsanoğlu, ilk insandan itibaren bilgiyi paylaşmayı ve bildiğini aktarma içgüdüsü ile donatılmıştır. Bu nedenle yaşı ilerlemiş insanların nasihatleri kıymetlidir.

Ancak kendinden bir önceki kuşağı anlamayan bir nesle neyi nasıl aktardığımızın çok büyük önemi vardır. Söz ola kese savaşı söz ola bitüre başı derken söz söyleme, konuşma hitabetin kişi üzerinde yadsınamaz bir etkisi vardır. Bunu kuşaklararası çatışmaya girmeden yapabilmenin en güzel yolu bana göre önce dinlemekten geçer. Sürekli yazışarak ve emojilerle konuşan bir nesille iletişim kurmanın çaresi onlara sürekli nasihat etmek yerine dinlemenin daha uygun olacağı kanısındayım.

Dinlediğim hemen her genç kendilerini dinlemeyen veya anlamayan büyüklerden yakınıyor. Aynı evin içinde aynı dili konuşamayan kişiler olarak aynı ortamda yaşamaktan zevk alamaz duruma gelip herkesin kendi kabuğuna çekildiği bir dönemdeyiz. Üç artı bir veya iki artı bir evlerde adeta herkes kendi hücresinde bir dünya yaratmış durumda. Çocukların internetteki tehlikeleri bile bile ortak alana alamadığımız, ailece etkinliklerin veya kaliteli zaman denilen durumu hemen hemen hiç yaşamadığımız hanelerimizde huzuru tamamen kaybetmiş durumdayız.

Ebeveynlerin öncelikle dinlemeyi öğrenmeleri gençlerin fikirlerini beğenmeseler bile onları dinleyerek deşarj olmalarını ve kendilerinin önemsediğini onlara hissettirmemiz gerekiyor bunu lütfen deneyin.

Gençlik kaybedilmeyecek kadar kıymetli hazinemizdir. Hazinemizi ellerimizle hücrelerine kapatmayalım. O nedenle uzaktan eğitimin tartışıldığı ve mecburiyetten yapıldığı şu günlerde gençliğin eğitimine yaşı çok ufakken ve onlara yakınlaşarak başlayalım. Tecrübeyle sabittir ki “Ağaç yaşken eğilir” sözü bizim ne kadar eğildiğimizle orantılıdır. Cevherlerimizi mücevhere dönüştürebilmek umuduyla hayırlı Cumalar.