Düşünebilen Şehirler İnşa Edeceğiz İnşallah.
Dünyada olup bitenleri sorgulayarak anlamlandıramadığımız sürece zaafa uğramaya mahkum olacağız.Gerçek şu ki paranın egemen olduğu bu vahşi düzende hiç bir şey tesadüf değildir.Maddeci gözle bakan doyumsuz vicdanlar mutlaka bir paradigmal hedef doğrultusunda politik çizgilerini belirleyip uygulamaktalar.Bunu uygularken asla vicdani muhasebeyi dikkate almazlar.Onların unutmadığı,bizlerin de malesef göz ardı ettiğimiz bu..
İşte bu yüzden Afganistan'da, Irak, Suriye, Filistin kan gölü. İşte bu yüzden her yıl bir virüs vakası gündemimizi işgal ediyor.
20.yüzyıl neden bu kadar gergin ve sancılı?
Yeni dünya düzeni ve vicdandan uzak politik hedeflerini tanımlamak için yeni sistemlerini anlatarak algılarımızı yeniden sekillendirelim.
Neo Liberalizm: Ekonomiyi bir din olarak kabul eden ve en klasik şekliyle ekonomi işlerinin devletten ayrılması ve piyasayı serbest ekonominin, daha ötesi özel teşebbüs ekonomisinin yönetmesi gerektiğini savunan sistemidir. Küreselleşmenin bir uzantısı olarak onu illaki desteklemesi, önermesi ve "yeni özgürlükçülük" gibi bir kılıfla pompalanmasının yanında aslen klasik kapitalist düşüncenin makyajlanmış bir reprodüksiyonudur.
Liberalizm: başka pek çok şeyin yanı sıra kamu kesiminin büyümesine karşıdır ve devletin, asgari ölçülerde jandarma ve tahsildar fonksiyonlarıyla sınırlı kalmasında ısrarlıdır, yani muhafazakârdır.
Oysa, Neo-Liberalizm, devletin özellikle batılı sanayileşmiş toplumlarda sosyal devlet niteliğini kazanmış olduğu ve dolayısıyla, ekonomik ve sosyal yaşamda ağırlıklı bir yer kazanmış bulunduğu bir dönemde ortaya çıkmıştır ve doğası gereği bu yöndeki birikimlere ve kazanımlara karşı çıkması, taşıdığı misyonun öncelikli bir gereği olarak belirir. en neticesinde, bu anlamda muhafazakâr değil; karşı-devrimci bir nitelik sergiler. ona göre ideolojiler ölmüştür; ilahi dinlerin dünyevileşmiş karşılığı ekonomi artık asıl din olarak görülmelidir.
Neo-liberal sistem;
 1)Egemenliğini alt sınıfları sömürmesine bağlıdır ve bu amaçla birbirlerini kırdırmaktan kaçınmaz.
2) Neo-liberal sistem, sisteminin doğal ve kaçınılmaz olduğunu kabul ettirir.
3) Neo-liberal sistem, “özelikle yoksul sınıfların çocuklarına çok çalışır ve iyi eğitim alırsan sınıf atlayabilirsin” umudunu pazarlar.
4) Yoksul sınıflar arasında da bir üst sınıfa geçmek için olağan üstü acımasız bir rekabet vardır. Bu kapsamda daha aşağıya inmeme, eldekini yitirmeme mücadelesi için hiç bir ahlaki kaygı duymayabilirler.
5) Çevrenin düzensiz kullanımından doğan afetler bile, yoksullara başka yansır.
6) Özetle “Parazit” filmi dünyaya ayna tutuyor
Neo-Liberalizm, 1945-1970 dönemleri arasında kâr marjını ve gücünü kaybetmiş elit siniflarin, Amerikan hegemonyası altındaki başkaldırışıdır.. Tamamen politik bir başkaldırış olsa da kendisini Chicago Okulu'nun altında saf ekonomik bir dil ile ifade eder... Özelleştirme, devletin küçülmesi, az regulasyon, serbest piyasa, serbest finans pazarı ister... Kendisini ekonomi maskesi altında gösterse de tamamen politik bir karşı devrimdir...
ABD Keynesci yeniden dagıtım projesi içinde 1945'ten 1960ların sonlarına kadar dünyadaki ekonomik pozisyonunu sarsıntıya sokar... Soğuk savaş doneminde yapılan askeri harcamalar, Vietnam Savaşı, 1973 Opec Krızi vs. derken artık hegemonya pozisyonunu Japonya'ya, Almanya'ya ya da Sovyetlere kaptırabilme korkusunu taşır... Ve kendisinin kurduğu Bretton-Woods Sistemini dağıtır.Bunun dağıması İmf (hatta kismen Dünya Bankası) gibi örgütlerinde görevinin bitmesi anlamına gelecektir.Ama ABD'nin daha uzun bir projesi vardır çünkü neoliberal hegemonya'yi kurmak istemektedir...
1970 lerde şili'de Allende'nin CİA tarafindan oldurulmesi (11 eylul 1973) ve yerine Pinochet'in gecirilmesi ile ilk neoliberal denemeler başlar.
Amerika'da Reagan Hukumeti, İngiltere'de Thatcher Hukumeti neoliberal hegemonyanin gelismis ulkelerdeki kanadini temsil ederler... ve 1980lerde, Türkiye'de dahil bircok devlette gelen askeri darbelerle neoliberal sistemlere geçiş sağlanır. Türkiye'de 12 Eylül ve ardından gelen Özal rejimi bunun en guzel örneklerindendir. Bazı ülkelerde bu şok terapisi şeklini alır.Devlet küçültülür, özelleştirmeler yapılır. Finans ve ticaret pazarları serbest leştirilir ki, ABD hegemonya pozisyonunu yeniden kazansın. Peki bu ülkeler niye bu neoliberal rejimlere geçerler:
1) Bazilarin seçme ve pazarlık şansı yoktur,
2) Neoliberal karşı devrim sadece ABD'ye değil, bu devletlerdeki elit sınıfa da yeniden güç vermektedir...
Örneğin,Neo -Liberal politikaların dünya çapında etkili olmaya başladığı 1980li yıllardan bu yana, dünyanın en zengin %1'lik kesiminin geliri ikiye katlanmış.
Bu durum,Neo -Liberal anlayışın sunduğu görüntüyle gerçekliği arasında uçurumların olduğunun gerçek göstergeleri. Sosyal refah yükselmiyor, insan mutluluğu artmıyor; yalnızca zenginler daha zenginleşirken, yoksullar daha yoksullaşıyor.
Bu gerçeklik ile beraber dunya ekonomik sistemi tekrar degişir, aşagıdaki sonuçlar olur:
1) IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların işlevi degişir, artık bunlar banka değildir.Ülkelerin ekonomilerini yapısal uyum (Structural Adjustment) programlarıyla degistirmektedirler.
Neoliberal rejimleri bir bir uygulamaktadırlar.
2) 1960lara kadar yavaş yavaş kapanmaya başlayan dünyadaki uluslararası gelir açıklıgı tekrar açılmaya başlar. ABD tekrar hegemo sıfatını kazanır.
3) Keynesci-Devletci Rejimlerde 1960lara doğru kapanmaya başlayan ülke içi gelir uçurumu tekrar açılmaya başlar.
4) Dünya'da 1980lerden başlayaraktan bir sürü kriz görülür.Krizler bulasicidir.Dünya tarihinde bu kadar kriz ilk defa ard arda görülmektedir.Tabi herkese çamur atılır, neoliberal rejimlere geçemiyorsunuz, siz özelleştirme yapamadınız, sizin demokrasiniz yok, sizin sosyal kapitaliniz yok diye.
5) Neoliberal dönemde, en çok ekonomik büyüme saglamış ülkeler neoliberalizmin kurallarından (yani washington uzlasmasindan) en çok sapan devletlerdir. Güney Kore, Malezya, Japonya vs. Ama bunlar basbas bagırsalarda biz neoliberal politikaları uygulamıyoruz diye yinede bunlar dünyaya neoliberalizmin zaferi diye tanıtılırlar.
6) Neoliberal rejimler kureselleşme maskesi altında pazarlanır.
7) 1990'larda hemen hemen tüm pazarlar teker teker krize girince, ve Stiglitz, Krugman, Easterly, Kanbur gibi adamlar bu sistemi eleştirince neoliberalizm daha insani bir maske takmıştır yüzüne.Sivil toplumdur, demokratiklesmedir, gibi kavramlarla kendisini pazarlamaya devam etmiştir.
8) Ne zamanki bu neoliberal sistem de ABD'yi köşeye sıkıştırsın, ABD bu projeyi bir kenara koyabilmiştir.Son 4 senedir Bush küreselleşmeden ve neoliberalizmden bashetmemektedir.Bu yeni ama geçici rejimin adı: Neo-Conservatizm'dir...
Sonuç:
Neoliberal yaklaşımı benimseyen ülkelerde sosyal hizmetler azaltılırken, devlet eliyle beslenen bir başka kurumun bütçesinde genellikle artış gözleniyor: Kolluk kuvvetleri! Çünkü, toplumun yalnızca çok küçük bir kesiminim yararına olan politikaların sağlama alınması, neoliberalizmin sürdürmeye çalıştığı görüntünün altındaki sahtekarlığa isyan edecek kitlelerin zapturapt altında tutulması için, yoğun propogandanın işe yaramadığı yerlerde, güçlendirilmiş kolluk kuvvetleri elzem.
Çağdaş anlamda neoliberal uygulamaların ilk büyük projesinin, eline binlerce kişinin kanı bulaşmış olan diktatör Pinochet tarafından yönetilen 1980'leri Şili'si olması, tesadüf değil.
Tabii okyanusun karşılıklı iki yakasındaki en büyük sorumluları unutmamak lazım. Neoliberal yaklaşımın benimsenmesi ve 3. dünya ülkelerine kimi zaman zor yoluyla dayatılmasında en büyük rol, 1980lerin yükselen muhafazakar dalgasının başını çeken Thatcher ve Reagan olmuştu.
Bu bilinçsiz ve sorgusuz algı yanılması devam ettiği sürece egemen güçler mazlum halkları kırıp dağıtmaya devam edeceklerdir.
Bazen adı Sadam'ın kimyasalları olacak,bazen Orta Dogu'ya bahar,bazen IŞİD terörünü temizleme,bazen demokrasi getirme .....yani Paragmatist hayaller artıkça ve o açlık doyrulmadikça kılıflar da artacak...Esas olan bizlerin yeni okumalar ile bu bilinç seviyesine ulaşıp Kapital Sömürüye dur diyebilecek noktaya doğru evrilmemiz...
Düşünebilen bireyler olarak düşünebilen şehirler inşa edeceğiz inşallah.