Allah'tan başka galib yoktur.

Velâ Galibe İllallah.

Elhamra'nın 700 yıllık nakışları arasında küçüklü büyüklü yüzlerce defa tekrarlanan bu ibare, tarihin derinliklerinden ve Endülüs penceresinden bizlere neler anlatıyor neler...

Nice galipler, sultanlar, hükümdarlar gelip geçti. Hiçbirinin hükmü baki kalmadı. Devirler değişti, devranlar döndü, insanoğlu zamanın girdabında kaybolup gitti.

Velâ Galibe İllallah.

Elbette bu sırlı sözün arkasında bir küçük hikâye de var.

1238 yılında Endülüs'ün son Müslüman devletini kuran İbnül Ahmer Muhammed'in ünvanı Galib Billah idi. Devletin başkenti olan Gırnata'da, halk çok sevdiği sultan için Galib Billah diye tezahürat yapınca, İbnül Ahmer onları susturarak Velâ Galibe İllallah denilmesini istemiştir. Bu ibare devlet ile o kadar özdeşleşmiştir ki, hem sancağında yer almış hem de yapımına başlanan Elhamra Sarayı'nın her karışında çeşitli desen ve süslemelerin arasına işlenmiştir. Sadece şekil olarak değil bu sözün manası bir ruh gibi Elhamra'nın derununa nüfuz etmiştir.

Allah'a karşı acziyetini çok iyi idrak eden Beni Ahmer sultanları, ne yazık ki birbirlerine karşı kardeşlik, fedakarlık, yardımlaşma, düşmana karşı birlik olma hasiyetlerini kaybettiler. Kardeşler, kuzenler hatta babalar ve oğullar birbiriyle taht mücadelesine giriştiler. Saltanata giden her yol onlar için mübahtı. Kendilerine destek verenleri isterse Hıristiyan olsun melek gibi gördüler. Kendilerine muhalif olanlara ise şeytan gözüyle baktılar.

Kastilya ve Aragon Krallıklarının birleşerek Müslümanlara karşı saldırıya geçtiği yıllarda bile, son Sultan Ebu Abdullah hem babasıyla hem amcasıyla saltanat mücadelesine devam ediyordu. Galip gelerek Beni Ahmer tahtına oturduğunda Katolik krallar bekledikleri anın geldiğini anladılar. Yapılacak tek şey, altın tepside sunulan Elhamra anahtarlarını bizzat sultanın elinden almaktı. Önce galipler zalim yüzlerini saklamışlar ama aradan kısa bir zaman geçince, zulmün yüzlerce değişik uygulamasını göstermek için, tarihe kara bir leke bırakmışlardı: Engizisyon.

Velâ Galibe İllallah.

***

İnsanların üstünlükleri, sadece görünüştedir ve bir o kadar da aldatıcıdır.

Galibiyetle mağlubiyet arasındaki çizgi o kadar ince ve geçirgendir ki, bir anda taraflar yer değiştirebilir. Öyle ki zafer bir anda hezimete dönebilir, bozgun tersine çevrilebilir.

Hikmetler dünyasında, elbette birçok şey küçük sebeplere bağlanmıştır. Bazen bir korku, bir panik, bazen gelen bir yardım, bazen de bir küçük taş parçası, o anda bütün gidişatı değiştirip, galibi mağlubun yerine geçirebilir.

Kur'ân-ı Kerim bize Bakara Suresi 249. ayetiyle bakın nasıl ders veriyor:

“Nice az bir topluluk, Allah’ın izniyle (sayıca) çok bir topluluğa üstün gelmişlerdir. Allah sabredenlerle beraberdir”

Bilindiği gibi bu ayet Talut ile Calut kıssasında geçmektedir. Hz. Davud'un sapanından çıkan bir taş Calut'u öldürmüş ve ordusunu dağıtmıştır. Hakim-i Zülcelal olan Allahü Teala, binler hikmeti bir küçük sebebin içine derc etmektedir. Galip etmeyi murad ettiği bir kulunun elinden çıkan bir taşın gaybi vechesine, tarihi bir devri ve bir peygamberin bütün kıssasını sığdırmıştır.

Bu olaydan sonra Hz. Davud, hem hükümdar hem Peygamber olmuştur. Yani Kur'ân'ın tabiriyle kendisine mülk ve hikmet verilmiştir.

Kendini yenilmez sanan kibirli Calut bir taş parçasıyla, zalim Nemrut bir sivrisinekle, ilahlık iddia eden Firavun da boğularak helak olmuş, mazlumlar felah bulmuşlardır.

Velâ Galibe İllallah.

***

Dünya siyasi tarihi inanılmaz galibiyet ve mağlubiyet hikayeleriyle doludur. Sabır, azim ve kararlılık başarıyı davet eder ama netice daima takdiri ilahinin hükmüne bağlıdır.

Yenilmez Kağan Cengiz Han'ı ve Moğol ordularını defalarca mağlup eden Müslüman Türk Sultanı Celâleddin Harizmşah'a vezirleri demişler:

"Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek."

O demiş:

"Benim vazifem Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmektir. Galip getirmek veya mağlûp etmek O’nun takdiridir."

Bu teslimiyet ve tevekkül sırrını çok iyi anlayan Celâleddin Harizmşah, harika bir surette çok defa zafer kazanmıştır.

***

Hz. Resulullah'ın (s.a.v.) gazvelerinde tedbir, tevekkül ve dua beraberdir. Bedir'de melekler Müslümanların yardımına gönderildiği halde, Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in başlangıcında bir mağlubiyet yaşanmasında nice hikmetler vardır. Dünya imtihan yeridir. Allahü Teala gerektiğinde peygamberlerine mucizeler verdiği halde, her zaman galip getirmemiştir.

Velâ Galibe İllallah.

***

Zaferler ve başarıların muhafaza edilebilmesi asıl galibiyettir. Kısa süren başarı, gerçek neticenin elde edilmesine daima engel olur. Sonuna kadar korunan küçük bir başarı, gösterişli zaferlerden çok daha önemlidir.

Osmanlı'nın son zaferi Kutül Amare'yi değerlendirelim. O günkü şartlarda elde edilen bu büyük zaferin akıbeti hiç de iyi olmamıştır. Sadece 10 ay sonra hem Kutül Amare hem de asıl hedef olan Bağdat İngilizler tarafından işgal edilmiş, ardından Kerkük ve Musul gibi Irak'ın bütün petrol havzaları da elimizden çıkmıştır. Zaferi muhafaza etmenin onu kazanmaktan daha önemli olduğu görülmüştür.

Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi'nin gönlümüzde taht kurmasına, elbette 88 yıllık Haçlı işgaline son vermesi sebep olmuştur. Fakat onun asıl bilinmeyen büyük başarısı Kudüs'ü Üçüncü Haçlı Seferi'ne karşı muhafaza etmiş olmasıdır. Onun askeri dehasının yanında siyasi dehası olmasa ve gerekli tedbirleri almasaydı, fetihten birkaç yıl sonra Kudüs'ün yeniden Haçlı işgaline uğradığını görebilirdik.

Aslan Yürekli Richard başta olmak üzere Avrupa'nın üç büyük Kralının toplam olarak 600 bin askerle Kudüs'ü tekrar geri almak için çıktıkları seferden eli boş geri dönmeleri tarihin yazdığı en büyük hezimetlerden biridir. Selahaddin Eyyubi onlara karşı belki bir zafer kazanamadı. Hatta Kudüs uğruna Akkâ'yı bile feda etti. Ama azim ve sabırla iki yıl boyunca Haçlılarla mücadele ederek, fethettiği mukaddes beldeyi korumasını bildi.

Velâ Galibe İllallah.

***

Osmanlı Devleti tam 400 sene idare ve himaye ettiği Kudüs'ü, Haçlı ve siyonistlerin ortak oyunlarıyla 40 günde kaybetti. Mescidi Aksa işgal edildi, müslümanlar ise hamisiz kaldı. Yüzyılı aşan bu hasretin kan ve gözyaşına dönüşen zulüm görüntülerini bugün bir film gibi seyrediyoruz. Oysa bunlar kurgu değil, senaryo hiç değil. Acı gerçeğin ta kendisi.

Kurtuba Ulucamii'nin minaresinden 5 asır boyunca okunan ezanlara, Vadilkebir nehri şahittir. Katolikler geri gelince camiler kilise, minareler çan kulesine dönüştü. Galipler ve mağluplar yer değiştirdi.

Ah Kurtuba! İçinden akıp giden Vadilkebir nehri dile gelse de yaşadığın mesut yüzyılları bir anlatsa! Kudüs gibi adalet, barış ve huzur şehri olduğunu, minarelerinde beş vakit yankılanan ezan sesi ile herkese güven verdiğin günleri bir yad etse! İnsanlar inat, hırs, haset, intikam gibi hissiyata kapılarak yaptıkları katliamın, tahribatın ve yozlaşmanın acı sonuçlarını bir görebilselerdi, bu muhteşem kültür ve medeniyet yok olur muydu?

Kudüs'ten Kurtuba'ya uzanan bir hüzünlü yolun üzerinde yapa yalnız kalmış gibiyiz. Uzak İslam diyarlarının yetim ve sahipsiz çocuğu olan Kurtuba ile, Müslümanların çevrelediği bir coğrafyada ihanetler zinciriyle kuşatılmış Kudüs bize ne ifade ediyor acaba? Dersimiz sanat tarihi mi, dinler tarihi mi, ortaçağ tarihi mi, yoksa kültür ve turizm mi? Hayır, hayır! Dersimiz insanlık.

Kudüs'ü ve Kurtuba'yı anladığımız gün, adaleti, huzuru, barışı, hoşgörüyü velhasıl insanlığı anlamış olacağız. Bağnaz Katoliklerin Kurtuba Ulucamii'nde yaptıklarıyla, Siyonistlerin Mescidi Aksa'daki zulümlerinin birbirine ne kadar benzediğini göreceğiz. Müslümanlar dinlerinin güzelliğini idrak edip birbiriyle çekişmeyi bıraktığı gün, bütün dünya İslam'ın yüce mesajına geri dönecek, mutluluğu ve barışı yakalayacak.

Velâ Galibe İllallah.